12 Mayıs 2022 00:18

Mülteci endişeli, patron fırsatçı

“Mültecilere yönelik ırkçı söylemler mültecilerdeki endişeyi artırdı. Mülteci işçileri düşük ücretle ve ağır koşullarda çalıştıran patronlar ise fırsatçılık yaptıklarını ifade etmekten çekinmiyor."

Fotoğraf: Eren Ergine/Evrensel

Paylaş

Hilal TOK
Eren ERGİNE
İstanbul

İstanbul’daki İMES Sanayi Sitesinde 12 bin işçinin yaklaşık 4 binini Suriyeli, Afgan, Pakistanlı, Türkmen mülteciler oluşturuyor. Birçok atölyede yol, yemek masrafı dahi karşılanmayan işçiler asgari ücrete çalıştırılıyor. Mültecilere dönük nefret söylemlerinin, geri gönderme planlarının konuşulduğu bu dönemde, adımımızı hangi işyerine atsak endişeli gözlerle karşılaşıyoruz. Öğreniyoruz ki aynı gün sivil polisler teftişe gelmiş işyerlerine. Kaçak göçmenleri toplayıp götürmüş. Oturum alan, çalışma izni olan dahi korku halinde, ancak yanındaki Türk işçinin ya da patronun, ustanın açıklamasıyla konuşmaya cesaret edebiliyor.

Girdiğimiz metal kumlama atölyesinde toplam 8 işçi çalışıyor. Çünkü buradaki ağır koşullarda asgari ücretle çalışmak mülteciler için zorunluluk. 31 yaşındaki Afgan Esadullah, 2016 yılından beri Türkiye’de. Afganistan’da işsiz kalıp, uzun bir süre iş bulamayınca Türkiye’ye gelip İMES’te çalışmaya başlamış. Sigortası yok. 1400 lira kirası olan bir evde eşiyle yaşıyor. “Sadece geçinmek, karnımızı doyurmak, yaşamak için buradayız” diyor. “Şükrediyoruz. Ama yetmiyor kazandığımız. Asgari ücret zaten kime yetsin” diye devam edip ekliyor: “Bir kuruş fazlamız kalmıyor, sadece kendimizi geçindiriyoruz o kadar. Devletten yardım falan da almıyoruz. Afganistan’da da işçiydim, burada da işçiyim.”

"BİRİ KÖTÜLÜK YAPINCA HEPİMİZ KÖTÜ OLMUYORUZ"

Mültecilere dönük öfkeyi soruyoruz kendisine. Farkında mı, ne hissediyor? “Biz burada Türklerle beraber çalışıyoruz. Birbirimize bir kötülüğümüz yok. Zaten ben işe geliyorum, akşam evime gidiyorum. Böyle tepkiler yanlış. Kimseden kötülük de görmedik, kimseye kötülük de yapmadık. Bir tane Afgan kötülük yapınca, tüm Afganlar öyle sanılıyor. Oysa ben sadece buraya çalışmak için geldim, kimseye zararım yok. Oturum aldım ben, kaçak değiliz. Oturduğumuz binada 3 senedir kalıyoruz, birbirimize saygı duyuyoruz. Aile gibiyiz orada Türklerle. Tek derdim ihtiyaçlarımı karşılamak çalışmamın karşılığında. Devletten bir şey de beklemiyorum, kendi yağımda kavrulayım yeter” diyor.

Geri gönderilerin arasında bir gün kendisinin de olması ihtimali karşısında elinden hiçbir şeyin gelmeyeceğini vurguluyor: “Devlet ne yapsa bir şey diyemeyiz. Bayrağınıza saygı duyuyorum. Aynı devlet altındayız, başka ülkelerden gelmiş olsak da. Bir tane kötü çıkınca hepimiz kötü olmuyoruz. Bize kimse demiyor mahallemizde ‘Siz yabancısınız’ diye. Çalışırken de öyle bir kötülük görmedim işçi arkadaşlarımdan. Kötü gözle bakarsanız herkes kötü olur.”

"TATİLE GİTMEYENLER, DENİZ GÖRMEYENLER…"

“Afganistan’da iş olsa giderim, ama iş yok” diyerek burada yaşamanın da zorlukları olduğunu söylüyor: “Burada her şey pahalı. Para olsa herkes tatil yapmak ister ama aldığımız anca yiyeceğe gidiyor. Borç yapıyoruz geçinmek için. ‘Yabancılar nargile içip keyif yapıyor’ diyorlar, biliyorum. Bugüne dek hiç nargile içmedim. ‘Tatile gidiyorlar’ diyorlar. Hayatımda hiç tatile gitmedim. Bayramda da evdeydim. Denize hiç girmedim bugüne dek. Görmedim deniz nerededir, nasıldır. Bilmem. Öyle bir şansımız olmadı.”

Beraber çalıştığı Türkiyeli işçilerin koşullarının da aynı olduğunu söylüyor. Ancak Türkiyeli işçilerin kendisiyle aynı ücreti alıp almadığı bilgisine sahip değil. “Belki de sadece ben asgari ücret alıyorum. Zaten bu ay sonunda konuşacağım, zam isteyeceğim. Çünkü bu ücrete geçinilmiyor. Ulaşım ücretleri de arttı. 15 lira her gün yola gidiyor. Ayda bir iki kere et, meyve giriyor eve. Genelde pirinç, makarna, bulgur, çorba ile besleniyoruz. Bu ekonomik kriz geçsin, bekliyorum. Para biriktirmek gibi bir derdim de imkanım da yok.”

"SİGORTASI ALLAH"

Aynı atölyede çalışan 17 yaşındaki İşçi Şerif, bir yıldır burada çalışıyor. Henüz Türkçe bilmiyor. Asgari ücret alıyor o da. Sigortası olup olmadığını sorduğumuzda patronu “Sigortası Allah” diye sesleniyor. Şerif, 10 kişi ile bir evi paylaşıyor. 2 bin lira veriyorlar kiraya.

"KORKUDAN DIŞARI ÇIKAMIYORUZ"

29 yaşındaki Suriyeli Amir, 2016 yılından beri Türkiye’de kauçuk atölyesinde çalışıyor. Savaştan kaçarak geldiğini, burada vatandaşlık aldığını anlatıyor. “Çalıştığım yerde kötü davranan yok. Ama bizim arkadaşların çocukları okulda sorun yaşıyor. Benim kızım 3 yaşında. Onun için de endişeleniyorum, korkuyorum. Bazen bahçeli yerlere gidiyor geziyoruz. Bazı Türk aileler çocuğumun çocuklarıyla oynamasını istemiyor, alıyor yanından.”

Evde tek çalışan Amir. Evin kirası 1500 lira. Asgari ücretle çalışıyor. Geçim sorunu aynı. Ev borçla dönüyor. Suriyelilere dönük ayrımcılığa dair şunları anlatıyor: “Suriyeli işçilere ırkçılık yapılıyor. Ben eve gidip işe geliyorum sadece. Sosyal medyaya bakıyoruz, çok yalan var. Ufak bir şey varsa büyütüyorlar. Nargile içenlerin hepsi Suriyeli değil. Biri bir sıkıntı yaptı, hepsi Suriyeli değil. Sosyal medyada öyleymiş gibi görülüyor. Böyle olaylar artınca biz korkuyoruz, geçen yine arttı, biz hiç dışarı çıkmadık. Bir de dil çok bilmiyoruz. Başımıza bir şey gelince polise haber versek derdimizi anlatamayız. Sosyal medyaya bakıyoruz, bu nefret artıyorsa dışarı çıkmıyoruz o dönem. Geçen bayramda ‘Suriyeliler mangal yapıyor’ dedikleri için biz bu bayram hiç dışarı çıkmadık. Yabancıyız, mülteciyiz. Bir şey diyemeyiz. Burası bizim vatanımız değil ama vatanımız gibi görüyoruz. Ben bilsem ki savaş bitecek, iş olacak dönmek isterim. Ama düşünüyorum, kızım burada doğdu büyüdü. Dönsek oraya nasıl alışacak? ‘Savaş yok’ diyorlar, biliyoruz savaş kesilmez orada. Çünkü bir devlet değil, her sokakta bir devlet var. Her devletin bir planı var. Uçak geliyor vuruyor. Nasıl güveneceğiz? Yoksa neden asgari ücrete burada çalışayım. Siz Türkler ucuza oturuyorsunuz, ben gidiyorum ev istiyorum vermiyorlar. Nasıl ev bulacağım? Hiç bakmıyorlar. Türkler Katar’da, Almanya’da mülteci. Çalışmak için gitmiş. Her yerde mülteci var, mülteci her yerde mülteci” diyor.

"AYNI KAPTAN YEMEK YİYORUZ AMA..."

34 yıllık usta İbrahim, uzun zamandır Afgan ve Suriyeli işçilerle çalıştığını söylüyor. Geri göndermelere ilişkin “Ben de isterim gitsinler. Çünkü adamların sigortası yok, düşük ücret alıyor. Ben 7 bin lira ücret alıyorum onlar olmasa daha çok alırım. Onları çalıştırıyorlar. Yoksa ırk olarak bir sorunum yok. Aynı koşullarda çalışıyoruz aslında, aynı kapta yemek yiyip, aynı bardaktan çay içiyoruz. Parasızlıktan buradan memleketime gidemiyorum. Geçim zor. Patron yapıyor aslında bu ayrımcılığı, kârı o elde ediyor, ucuza o çalıştırıyor. Suçlu patron, mülteci değil aslında. Tabii onlar da kardeşimiz, yan yana mücadele etsek olur. Ama olmuyor, herkes kendi derdinde. Ben hiç kimseden rahatsız değilim ama onlar gitse bizim kiralarımız azalır, yevmiyelerimiz artar. Patronlar mültecileri bize karşı kullanıyor” diyor.

"BÖYLE AĞIR İŞLERİ ANCAK SIĞINMACILARA UCUZA YAPTIRABİLİYORUZ"

İMES’te Esadullah, Amir ve Şerif gibi binlercesi var. Koşullar da dert de aynı. O koşulları bugüne kadar yüzlerce mülteci çalıştıran atölye sahibi Çetin özetliyor. “İlişkilerimiz iyi işçilerle, bir sıkıntı yok” diyor öncelikle. Ekliyor: “Sığınmış, kaçıp göçmüş bir insanı ne yapabilirsin ki? Eleman bulamıyoruz zaten, koşullar zor, ücretler de düşük, o yüzden Türk eleman çalıştıramıyoruz. Sığınmacılar da mecbur çalışacak, ihtiyacı da var. Mültecilerin kendi ülkeleri kötü, iş yok. Ne yapsın o da kaçıp buraya geliyor ekmek parası için. Ölümüne geliyorlar.”

Mültecilerin ucuz emek gücü olarak ne kadar değerli olduğunu Çetin’in sözlerinden anlamak mümkün. İçişleri Bakanı Soylu’nun “Suriyelileri gönderirsek işyeri sahipleri isyan eder” sözlerini hatırlattığımızda, “Türk ile Afgan’a verdiğimiz ücret arasında 3-4 bin fark var. İşverenlerin de işine geliyor tabii. Servis yok, yol yok, sigorta yok. Kuru bir maaş veriyoruz sadece. Onların da başka çareleri yok. Hepsini gönderemezler çünkü sanayi kalkamaz altından. Mülteciler gidince kimi çalıştıracağız? Açık söylemek gerekirse ben kendi insanımı çalıştırmak isterim ama bulamıyorsun. Böyle ağır kötü koşulları, ucuza ancak sığınmacılara yaptırabiliyoruz.”

"TÜRKİYELİ VE MÜLTECİ İŞÇİLERİN ORTAK MÜCADELE EDECEK ARAÇLARI YARATMALIYIZ"

Son dönemde Suriyeliler başta olmak üzere göçmenlere yönelik ırkçı ve nefret söylemlerinin arttığını söyleyen Genç İşçiler, Göçmen İşçiler, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Dairelerinden sorumlu DİSK Yönetim Kurulu Üyesi ve Gıda-İş Genel Başkanı Seyit Aslan, “Adeta pimi çekilmiş el bombası gibi göçmen karşıtlığı örgütleniyor. Türkiye’nin yaşadığı sorunlar ve problemlere çözüm bulamayan burjuva siyasi yapılar çözümü göçmenleri geri göndermede arıyorlar. Yaşanan ekonomik krizin, hayat pahalılığının, zamların sorumlusu olarak göçmenler gösteriliyor. Göçmenler demografik yapıyı bozmakla suçlanıyor. Bir nefret dili almış başını gidiyor. İktidar bir öyle, bir böyle rüzgar ne taraftan eserse o tarafa eğiliyor” dedi.

İktidar ve burjuva muhalefet partilerinin göçmen politikası üzerinden oy devşirmeye çalıştığını belirten Aslan, “Oysaki göçmenler ve mültecilerin yaşadıkları sorunlar giderek birikiyor. Bilinen bir gerçek var. İş cinayetlerinde ölüyorlar, iliklerine kadar sömürülüyorlar, sigorta yok, iş güvencesi yok, hakları gasbediliyor. Yani en ucuz iş gücü olarak kullanıyorlar. Bu durumun değişmesi gerekiyor. Burjuva partilerinin bu söylemlerine karşı emek ve demokrasi güçlerinin bir programı olmalı. Başta sendikalar olmak üzere bu düşmanlaştırma, ırkçı ve nefret söylemlerine karşı ortak duruş sergilemeli. Göçmenler kimdir, neden gelmek zorunda kaldılar, gönderilmek istendikleri yerlerde can güvenlikleri var mı? Bunların işçilere ve emeklilere anlatılması gerekiyor” diye konuştu.

Geri gönderme anlayışının terk edilmesi gerektiğini de belirten Aslan, “Tüm göçmenlerin, geçici koruma statüsünde olanlara çalışma izninin çıkarılması, vatandaşlık hakkının tanınması, üçüncü ülkelere geçişin güvenli biçimde sağlanması, geri dönüşün tamamen gönüllülük esasına bağlanmasını güvence altına almak gerekiyor. Türkiye işçi ve emekçilerinin, göçmen işçi ve emekçilerle ortak mücadele edecek araçların yaratılması, entegrasyon sürecinin işletilmesi bir an önce başlatılmalı. Burada en fazla görev tabii ki sendikalara, emek örgütlerine düşüyor. Türkiye’de halkların bir arada ve kardeşlik içinde yaşamasını isteyen kesimlerin ortak hareket edecek platformlar yaratması gerekiyor. Bütün bu süreçler için geç kalınmış değil” dedi.

ÖNCEKİ HABER

ABD Başkanı Biden: "Enflasyon kabul edilemez derecede yüksek"

SONRAKİ HABER

Mahkeme Eskişehir'deki etkinlik yasağına itirazı reddetti, festival için yeni tarih belirlendi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa