12 Ocak 2013 07:41

Pamukkale’nin gözükmeyen yüzü:Hierapolis

Denizli ili denilince eskiden beri aklımıza gelen ilk turistik yer ve obje kuşkusuz Pamukkale’dir. Pamukkale denince ise akılda uyanan ilk imge şüphesiz ki dünyaca meşhur bembeyaz travertenleridir. Tıpkı Kapadokya’da da olduğu üzere bu bölgenin de tabii güzelliği ile termal suları ve kaplıcaları gibi doğal nimetleri; tarihi ve kültüre

Pamukkale’nin gözükmeyen yüzü:Hierapolis
Paylaş
Okay Deprem

Hitit veya Perslerden herhangi bir izin rastlanmadığı ancak Firigyalıların bir tapınak yaptıkları bilinen Hierapolis, İ.Ö. 2. asrın başlarında Bergama kralı II. Eumenes tarafından kurulur. Ve yine hemen bu dönemde adeta Roma İmparatorluğu’na hediye edilen Hierapolis (Kutsal Şehir) ismini, Herakles’in oğlu olan Telephus’un eşi Hiera’dan almıştır. Kent bir depremler bölgesi olan yöredeki doğal felaketlerden fazlasıyla nasibini alır ve defalarca yıkılarak yeniden inşa edilir. Antik çağlardan itibaren şifalı yer altı sularının Küçük Asya ve imparatorluğun yakın meskenlerinde meşhur olması sebebiyledir ki ta o zamanlarda dahi sağlık turisti çekmekteydi Hierapolis. Envai çeşit ve sınırsız bolluktaki su kaynakları, Roma zamanında yolcuların şehre girmeden evvel yıkanabilecekleri ayrı hamamların yapılmasına olanak sağlamıştı.

İstanbul’un antik hipodromunun yıkılmasından sonra ilk büyük çapta bir stadyum veya hipodromun yapılmasını beklemek için bile yüzyıllar geçecekken, bundan 2 milenyum öncesinde dahi 15.000 kişilik ve tamamı heykel ve frizlerle bezeli muhteşem bir tiyatroya sahip olacak kadar zengin bir kültürel hayata sahiptir Hierapolis kenti.

Uzunca bir süredir UNESCO’nun “Dünya Mirası Listesi”ndeki antik kentlerden birisi olan şehir bunu kanıtlarcasına, şehre gelen turistleri çok iyi kalabilmiş sayısız yapı ve kalıntı ile karşılıyor. Türk kültüründeki Nazar boncuğu inanışının kendisinden geldiğine inanılan Medusa’nın figürünün üzerine işlenmiş olduğu Frontinus anıtsal giriş kapısından girilir şehre ulaşmak için ilk etapta. Buradan geçer geçmez geniş bir platoya kadar, muazzam bir kent planlaması ve disiplinine sahip tüm Greko-Roma kentlerinde olduğu gibi uzun ve doğrusal bir hat boyunca merkezi cadde seyreder. Bir kaç kilometre uzunluğu, tam 14 metrelik genişliği, sağlı sollu devam eden heybetli sütunları ve engin trotuar alanları ile günümüzün sözde kentlerinin kıytırık caddeleri ile dahi yarışabilecek görkem ve estetikteki artelin her iki tarafında ise tam 2 km. boyunca devam eden ve en az 1200 adet mezarlık sayısı ile Anadolu’daki benzerleri içinde en büyüklerinden biri olan Nekropolis yer alır. Aralarında Marcus Aurelius’un lahtinin de bulunduğu pek çok sakrafon ile (lahit) kaplı olan Nekropolisten sonra kentin temel önemdeki diğer mimari bileşenleri boy göstermeye başlıyor dağınık bir şekilde…

Nerede başlayıp nerede bittikleri bir türlü belli olmayan taşralaşmış zamane şehirlerinden farklı olarak Hierapolis’in keskin sınırlarını belirleyen mimari işaretlerden biri ise kuzeydeki Bizans Kapısı’dır. Flavian devrinde başlayıp Septemus Severus döneminde bitirilen tiyatroda önce orkestral-teatral şovlar ardından ise zamanla akrobatik gösteriler ve gladyatör dövüşleri düzenlenmeye başlanır. Buradan Apollo, Dionysios ve Artemis gibi tanrı ve tanrıçaların heykelleri ve sayısız mitolojik figür çıkartılıp bugün kentteki müzede sergilenmektedir. Su zengini kentin şebeke kanalları halen her yerden toprak üstünden fark edilecek şekilde görülebiliyor. Kentin elbette ki bir diğer çok önemli yapılar topluluğu ise termal komplekleri, yani hamam ve havuzlarıdır. Bir kısmı Bizans zamanında Bazilikaya çevrilecek olan ve bugün de belli bir bölümü müze olarak kullanılan hamamlar çimento kullanılmaksızın büyük beyaz taşlardan yapılmıştı. Bunlar arasında; altında antik sütunların, taş ve duvarların yer aldığı bir su havuzu halen turistlerin zevk-i sefası için hizmet veriyor. Kütüphane ve gymnasium’u bile bulunan büyük banyo yapı topluluğunun, 1984’ten beri müze olarak kullanılan galerilerinde Pan, Asklepios, Isis ve Demeter, Hades, Leto, Artemis’in çok değerli statüleri sergilenmektedir. Biraz ileride görülen 15’e 20 metre ebatlarındaki dorik stilli Helenistik tapınağın ise ancak temelleri kalabilmiştir günümüze…

Zamanla Roma İmparatorluğu’nun sanat, felsefe ve ticarette en görkemli şehirlerinden birisi haline gelen Hierapolis’in her köşe bucağı değeri biçilemeyecek nitelikte heykel, rölyef ve frizlerle donatılır. Bunların önemli bir kısmı T.C. döneminde Londra, Berlin ve Roma’ya götürülmüş veya kaçırılmıştır. Osmanlı devleti ve tebaası mışıl mışıl uyurken, bugün Almanya’nın en çok ziyaret edilen müzesi Pergamon Museum’a götürülen devasa altarı da bulan adam olarak şöhrete kavuşan Alman arkeolog Karl Humann tarafından 1887 yazında ilk kez keşfedilip bilim dünyasının gündemine giren kent 1957’den beridir İtalyan arkeologların gözetimindeki kazı çalışmaları ile gün yüzüne çıkmaya devam ediyor. Yakın zamanda açığa çıkartılan bulgulardan hareketle kentte İ.S. 11. asırda bile yerleşimin devam ettiği saptandı.

ÖNCEKİ HABER

Cizre'de yurttaşlar DEDAŞ'ı bastı!

SONRAKİ HABER

Hava ve yol durumu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa