Sorun göçmenler değil göçmenlik, çözüm düşmanlık değil birlikte mücadele!
Türkiye’de sessiz bir göçmen istilası değil, hiç de sessiz olmayan, gürültülü ve dizginsiz bir sermaye istilası vardır.
Evrensel
Bir süredir gündemde olan göçmen sorunu ülkenin yaşadığı sorunlara gerçekçi çözümler bulamayan kimi düzen siyasetçileri tarafından yanlış biçimde kışkırtılınca uzun süredir toplumda hissedilen rahatsızlık, nefret ve ayrımcılık diliyle beslenen bir kanal bulmuş oldu. Özellikle sosyal medyadan yayılan ve göçmenleri düşman ilan eden ayrımcı/ırkçı söylemler giderek yaygın bir şekilde dolaşıma sokuldu.
Göç ve göçmen sorununu, yani ülkenin en önemli sorunlarından birini tartışmak elbette önemlidir. Göçmen nüfusu çok hızlı büyüyen bir ülkede kaygıların, rahatsızlıkların olması da doğaldır, olmalıdır. Ancak bugünlerde sorunun gündeme dahil oluş biçimi, her kesimden Türkiye gençliği için endişe vericidir. Çünkü ekonomik kriz, savaş, işsizlik, yoksulluk, faşist bir rejimin inşa süreci vb. birçok sorunla iç içe geçen bir toplumsal yıkım manzarasında kaygılarımızı ve rahatsızlıklarımızı yeterince gerekçelendiremezsek nefret dilinin ve ayrışmanın propaganda edildiği bir siyasete alet olmak olağan dışı değildir. Ülkenin somut durumu ve şekillenişi açısından kendi fikrinin ve sözünün önemsenmesini isteyen her gencin göçmen sorununda alacağı tutum, geleceği açısından belirleyici olacaktır. Çünkü pek çok sorun gibi göçmen sorunu da ancak geleceğinden kaygı duyan milyonlarca gencin, kadının, emekçinin sorunları ve kaygıları etrafında tutarlı bir çözüm yolu bulabilir.
SORUN GÖÇMENLİKTİR
Göçmen sorunu uluslararası bir sorun haline gelmiştir. Çünkü sorun göçmenler değil göçmenlik sorunudur. Ortada emperyalist barbarlığın silahlanma yarışı ve pazar alanı arayışlarının sonucunda çıkan savaşlarda yerini, yurdunu, geleceğini kaybeden milyonlarca göçmen vardır ve bu sayı hızla artmaktadır. Yani, bütün dünyanın sorunu haline gelen bir konudan, kendi iradeleri ve tercihlerinden bağımsız olarak yersiz yurtsuzlaştırılan milyonlarca insandan bahsediyoruz. Örneğin, Arnavutluk’tan gelen ve Yunanistan nüfusunun %7’sini oluşturan göçmenlerden bahsediyoruz. Dünya iş gücünün %5’inin göçmen işçilerle karşılanmasından... Dolayısıyla sorunumuz; sebepleri, kaynakları ve sonuçlarıyla göçmenlik sorunudur ve bu soruna neden olan göçmenler değil, ayak bastığı her ülkeye savaş ve yıkım götüren emperyalist tekellerdir. Türkiye gençliği içinde yaygınca dillendirilen “yurt dışı” arayışı, yani daha nitelikli yaşam standartlarına ulaşmak için yurt dışına gitmek ne kadar “doğal” ise hayatta kalmak için, ülkesindeki savaştan kaçmak için ülkemize sığınan göçmenler de o kadar “doğal”dır.
Dolayısıyla göçmenlik sorununu ortaya çıkaran başta savaş olmak üzere hiçbir sebep göçmenlerin suçu değildir. Suriye İç Savaşı’nın, Afganistan’da belki bu satırları okuyan her birimizin doğumunun öncesinden beri süren savaşın, yanı başımızda kan gölüne dönen Ortadoğu’nun sebebi göçmenler olabilir mi? Örneğin Suriye’deki savaşın başından beri sınıra yakın bölgelerdeki sanayi patronları, savaş ve yağmadan ne kadar pay almışlardır? Suriye’yi birbirine katan ÖSO askerlerini ayaklarındaki botlardan giydikleri zırhlara kadar donatanlar kimlerdir? AKP’nin sınır ötesi operasyonlarının ardından hastane ve konut ihalelerini alan Kolin, prefabrik kampların ihalesini alan Dorçe Prefabrik, Batman’daki rafinerisini Deyrizor’dan götürülen IŞİD petrolüyle dolduran Koç’un göçmenlik sorunundaki rolü nedir?
Öyleyse Türkiye’nin başlıca sorunlarının kaynağı göçmenler midir? Elbette değildir. İşsizlik, kriz, barınma, ulaşım, kadına yönelik şiddet, dinci gericilik vb. başlıklardaki sorunların kaynağı ülkeyi aşırı sömürü ve derin yoksulluk ülkesi haline getiren Türkiye kapitalistleri ve iktidar temsilcileri AKP’dir. Dolayısıyla “göçmenlerden sonra” her birimizin yaşamındaki karanlık, olumsuz gelişmeler göçmenlerle değil, bizi yöneten bir avuç kapitalist ve iktidardaki temsilcileriyle ilgilidir. Bugün elektrikten temel tüketim kalemlerine sürekli gelen zamlar bizi yoksullaştırıyorsa bunun sebebi göçmenler değil AKP’nin özelleştirme politikalarıdır. Özelleştirilen enerji ihaleleri, bu sektörden zenginliklerini büyüten Sabancı gibi büyük sermaye gruplarıdır. Barınma sorununun kronik bir sorun haline gelmesinin, kiraların sürekli artmasının sebebi göçmenler değil bir temel hak olarak barınma ve konut hakkını ticarileştiren ve toplumun çoğunluğunun sağlıklı barınmasını imkansızlaştıran konut politikalarıdır. İşsizliğin tırmanmasının, genç işsizliğin büyümesinin sebebi göçmenler değil kapitalist üretimin yedek iş gücü ordusuna gereksinim duyan yasaları, istihdam yaratmayan alanlarda zenginlik katlayan büyük sermaye sahipleridir. Ülkenin kaynaklarının bizim çıkarımıza kullanılmamasının sebebi göçmenler değil; patronlara teşvik, vergi indirimi, kur korumalı mevduat vb. yollarla toplumsal zenginliği bir avuç servet sahibine aktaran tek adam yönetimi politikalarıdır.
DÜŞMANLIĞIN DEĞİL DAYANIŞMANIN TARAFINA
Yaşadığımız hiçbir soruna gerçekçi ve tutarlı çözüm bulamayan başta iktidar ardından düzen muhalefeti partileri, çareyi göçmenleri “geri göndermekte”, Batı Avrupa’da hortlayan neo-faşist politikaları tekrar eden ırkçı-milliyetçi rüzgarda bulmaktadır. Öyleyse tarafımızı netleştirmek bugün çok daha elzemdir. Türkiye’de sessiz bir göçmen istilası değil, hiç de sessiz olmayan, gürültülü ve dizginsiz bir sermaye istilası vardır. Yaşamımızın her alanı, geleceğimiz ve hayallerimiz bir avuç istilacı tarafından kuşatılmıştır. Türkiye gençliği, artan yoksullaşma, hızla büyüyen kriz, işsizlik, yoksulluk, savaş ve göç gibi sorunların nedenlerini dünyayı kendi aralarında bölüşen bu sermaye sürüsünün istilasında aramalıdır.
Elbette göçmen sorunu derken 400 bin dolara konut aldığında vatandaşlık hakkı kazanan yabancıları değil; barınacak evi, kayıtlı bir işi bile bulunmayan, hayatta kalma savaşı veren çoğunluğu tartışıyoruz. Bu ülkenin yeni yabancı zenginlerle değil, yaşadıkları rezil ve katlanılmaz yaşama hiç de yabancı olmadığımız göçmen emekçilerle dayanışmaya ihtiyacı vardır. Evine ekmek götürmekte zorlananlar, ekonomik yıkımın ortasında açlık çekenler, çatısı akan evlere kalabalıklar halinde mahkûm olanlar, kayıt dışı çalışma piyasasının kuralsız dünyasına itilenler… Türkiye’nin önemli bir bölümü zaten her gün göçmenlerle birlikte “kıyamet”i yaşıyor. Bu ortamı ne biz ne de göçmenler, savaştan savaşa koşan emperyalistlerin işbirlikçisi yerli tekeller ve tek adam yönetimi yarattı. Öyleyse hesaplaşacağımız, kaygı ve rahatsızlıklarımızı örgütleyeceğimiz adres de orasıdır. Türkiye gençliğini tarafı; emperyalist barbarlığın, bir avuç patronun hayalini kurduğu sınırsız sömürü dünyasının değil, kardeşliğin ve dayanışmanın safları olmalıdır.