Futbol organizasyonlarının kâr eksenindeki dönüşümü
Daha fazla kâr elde etmek sadece bir arzu değil, kapitalizmin bir normudur. Bu yüzden kapitalizm daha fazla gelir üretmek adına, sektörü daha fazla kitleye ulaştırmak zorundadır.
Fotoğraf:Maxim Hopman/Unsplash
İbrahim KOÇ
YTÜ
Futbol sermayesinin bugün olduğu kadar palazlanmadığı yıllara hızlı bir geri dönüş yapalım. Şampiyon Kulüpler Kupası (1955-1992) dönemleri... Avrupa’daki 5 büyük lig dışında diğer ülke takımları da finallerde sıklıkla görülmekte ve hatta kupayı defalarca aldıkları görülebiliyor.Ayrıca, yanlız Avrupa’nın 5 büyük ligindeki sayılı takımlar değil, görece daha düşük bütçelere sahip takımların da finallere ve yarı finallere kadar giden hikayeleri oluyordu. Örneğin; kendi liginde şampiyon olan her Türkiye takımı, kupaya doğrudan elemesiz katılabiliyordu ve bugünolduğu gibi eleme turlarında ince hesaplar yapılmıyordu. Hatta, lig şampiyonları zaman zaman başarılar da elde edebiliyorlardı. Galatasaray’ın 88-89 döneminde bu kupada yarı final oynayabiliyor olması; Bükreş, Hamburg, Kızılyıldız, Ajax, CSKA vb. takımların, şimdilerdedüzenli olarak yarı finale yükselen devleri devirip kupaya uzanması, bu örneklerin sadece birer tesadüften ibaret olmadığını gösteriyor.
Futbolun görsel bir şov olarak seyirci beğenisinin de alınması gerektiğini inkâr etmek elbettemümkün değil. Ancak bu görsel şovun, dünyaya sunulun birkaç dev bütçeli kulübün muazzamgelirler elde etmesi aslında onların izleyici/müşterileri karşısında daha fazla kalması ve bu taraftar kitlelerini kulüplerin düzenli müşterileri olmasını sağlaması gibi basit bir denklem ile açıklayabiliriz. Dolayısıyla, bu kulüplerin en iyi oyunculara, en iyi teknik ekipmanlara, en gelişmiş teknolojiye sahip tesis ve yapılara sadece kendi aralarında rekabet oluşturacak bir biçimde olması kaydıyla sahip olmasını sağlaması bekleniyor. Futbol sektörünün çevresindeki başta yayıncı, sponsor ve yatırımcıları olmak üzere bütün parçaların daha fazla kazanabilmesini sağlamak, bu en çok izlenen ve taraftar/müşteri kitlesine sahip olan takımları kendi aralarında ya da en kötü ihtimal ile 2 rakipten en az biri olmak şartıyla daha fazla izlettirmek de bu kallavileşen sektörden daha fazla gelir elde etmenin en kolay yöntemi oluyor.
2004 yılında Şampiyonlar Ligi tarihinde bir ilk gerçekleşmişti. Portekiz temsilcisi Porto ve Fransız temsilcisi Monaco Şampiyonlar Ligi finalinde eşleştiler. Finale kalan bu iki kulüp görece daha düşük bütçelere sahip, daha az taraftar kitlesi olan ve kendi ülkeleri dışında taraftar kitleleri ve izleyicileri çok da bulunmayan kulüplerdi ve dolayısıyla geçmiş finallere göre daha az ilgi görmesi, beklenen bir gerçekti. Porto, 3-0’lık galibiyet ile kupaya uzanmıştı. Ancak bu makus talihte finali kazanacak olan Porto ve Jose Mourinho dışında organizasyonun ekonomik bileşenlerinden kimse mutlu değildi. Uefa Kupası finalinin Şampiyonlar Ligi finali ile izlenme rakamlarının tarihte ilk ve son kez yarışabilecek olması; sponsorları, yayıncıları ve yatırımcıları alt üst etmişti. Bu final, tarihe “En az izlenen final” olarak geçecek ve bir daha tekrarlanmaması adına en ufak bir risk dahi bırakılmadan Şampiyonlar Ligi kuraları ve elemeleri dizayn edilecek ve böylelikle her geçen gün gittikçe daha da büyüyen bu dev organizasyonun yayıncı, yatırımcıve sponsorlarının gelirleri garanti altına alınacaktı. Bu finalden sonra, turnuvanın matemetiğideğişti, önlemler alındı ve 2004 yılından bu yana böyle bir finalin olması bir tarafa, buna benzer bir yarı final bile gerçekleşmedi.
YENİ BİR KRİZ VE YENİ BİR ÇIKIŞ FORMÜLÜ; AVRUPA SÜPER LİGİ
Kapitalizmin herhangi bir doyum noktası yoktur. Onun için, ne kadar çok kar elde ediliyorsa biriken sermayeyi daha fazla kar elde etmek için yapacağı üretime sokması ve yeni kâr alanlarına ulaşması zorunluluktur. Bu zorunluluğun bir kaynağı, içerisinde bulunduğu acımasız rekabet ortamında olmasından ve bu vahşi rekabet ortamında yok olmamasından kaynaklanır.Dolayısıyla daha fazla kâr elde etmek sadece bir arzu değil, aslında kapitalizmin bir normudur.Daha fazla gelir üretmek adına sektörü ve üretilen değeri daha fazla kitleye ulaştırmak zorundadır. Sunulan ürün ne kadar çok tüketilirse o kadar çok gelir elde edersiniz.
Geçtiğimiz aylarda bir tartışma futbol camiasında alevlendi: Avrupa Süper Ligi. Her ne kadar devasa bir ekonomiden bahsettiğimiz bir sektör olsa da çeşitli sebeplerden dolayı zarar eden kulüpler arasında dev kazançlı kulüpler de bulunmakta. Bu sektörün yeniden çıkışı olarak da yeni bir organizasyon yapılması planı 12 dev Avrupa kulübü tarafından tartışmaya açıldı.
Bütün bunlar ekseninde, pastadan en büyük payı alan kulüpler, geçtiğimiz günlerde, gelir dağılımındaki paylarının arttırılması ve temelde daha güçlü ve popüler takımların birbiriyle hem daha sık hem de daha düzenli biçimde karşılaşması fikrine dayandırdıkları bir Avrupa Süper Ligi planı ortaya atmışlardı. Statista’dan Felix Richter’in Deloitte’ye dayandırdığı verilere göre, 12 kurucu takımdan AC Milan hariç 11’i, en çok geliri olan 15 takım arasında yer alıyordu.
Eğer bu lig gerçekleşirse son yıllarda başta transfer ve yayın gelirlerinin alabildiğine arttığı ortamda bu “en zengin” takımların gelirleri de katlanmış olacak.
TARAFTARLAR VE FUTBOLUN ORGANİZASYONU
Futbol, günümüzde statükonun korunmasına katkı sağlamakla birlikte yeni dönemin ekonomik değerlerinin geniş kitlelere ulaşmasını da sağlayarak, etkili bir ajan konumunda yer alıyor. Futbol üzerinden meşrulaştırılan değerlerle, sanayi ve ekonomi üzerinden meşrulaştırılan değerler paralellik göstermektedir. Taraftar kitlelerinin takımlarıyla kurdukları organik bağ, sadece ekonomik bir yapı yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda bu kulüp sahipleri ve çevreleri için de kendilerini sergiledikleri veya akladıkları bir yapı olarak da kullanılıyor. Dolayısıyla, sermaye sahiplerinin ve paranın saltanatını kuranların bu sporun en tepesine dadanmaları da iki taraflı olarak görülmek zorundadır. Bir yanı, elbette sektörün salt transfer gelirleri deği, organik müşterilere sahip olan bu oyunun, onun çevresindeki stad/tesis inşaaları, yatırımlar, sponsorluklar, yayınlar ve TV vb. daha dallanıp budaklanan bir kar ağına sahip olması, diğer yanı ise devasa kitlelere sahip olan bu kulüplerin onlara sağladığı saygınlık.
Örneğin; Ali Koç, Abramoviç, Agnelli, Arap sermayedarları, Rus oligarkları, ABD ve Avrupalı mafyalar ve milyarderler gibi kulüp sahipleri ve başkanları gibi ultra milyoner ve siyasi ağları da kuvvetli olan bu kulüp sahibi ve başkanlarının tek ilgilendikleri mesele salt para kazanmak da değil. Kendilerini dünyaya tanıtma ve sahip oldukları zenginliklerinin kaynağını gölgelemek gibi de dertleri olduğunu söyleyebiliriz.