Dr. Seda Altuğ: Suriye’deki durum geri dönüşe uygun değil
“Nüfusunun üçte biri mülteci… Uluslararası ve ulusal bir güvence verilmeden rejim tarafından terörist olarak görülen bu insanların geri dönmeleri beklenebilir mi?”
Fotoğraf: DHA
Şerif KARATAŞ
İstanbul
Siyasetin sıcak gündemlerinin başında Suriye iç savaşından kaçarak Türkiye’ye gelmek zorunda kalan Suriyelilerin geri gönderilip gönderilmeyeceği tartışması yer almaya devam ediyor. Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Seda Altuğ, içerisinde muhalefet ve iktidar çevrelerinin de yer aldığı birçok kesimin Suriyelilere karşı ırkçı bir yaklaşımla yaklaştığını belirtti. Suriye rejiminin antidemokratik yapısına dikkat çeken Altuğ, “Böyle bir siyasi ve ekonomik manzara altında nüfusunun yüzde 90’ı yoksulluk sınırı altında yaşayan bir ülkeye kim dönmek ister?” diye sordu. Altuğ Türkiye’nin de Suriye meselesinin siyaseten halen çözülmemiş olmasından yararlanarak de facto bir şekilde kuzeybatı Suriye’yi yönettiğini söyledi.
İç savaştan kaçarak Türkiye’ye gelen Suriyeliler, “Geri gönderilme” tartışması ile muhalefet ve iktidarın gündeminde. Bu tartışmaları iktidar ve muhalefet açısından nasıl yorumlarsınız?
Tartışmalar genelde Suriyelilerin sayıca fazlalığına ve kültürel fark ve uyumsuzluğuna işaret ediyor. Mültecilerin Türkiye’deki ekonomik ve siyasi sorunların müsebbibi olduklarına işaret ediyor maalesef. Aslında bu tartışmalar Suriyelilerle ilgili olmaktan ziyade Türkiyelilerin kendilerini nasıl gördükleri ve nasıl bir Türkiye tasavvurları olduğuyla ilgili. Muhalefetinden iktidarına birçok kesim zaman zaman şiddet ve ırkçılığa varan etnik/dini dışlayıcı söylemlerle Suriyelilere yaklaşıyor. Kendilerinin üstün ve meşru olduklarını, kendilerinden olmayanın ise hadlerini, sınırını bilmesi gerektiğini söylüyorlar. Bugüne kadar kendilerinden olmayan gruba Kürtler, Aleviler, kadınlar vb. dahilken, son 10 yıldır artık mülteciler de nefret nesnesi haline gelmiş durumda. Suriyelilerin legal statülerinin düzenlenmesi, geçici koruma statüsünden kurtulup uluslararası hukukta karşılığı olan bir mülteci statüsü verilmesi, vatandaşlık süreçlerinin şeffaflaşması ve standartlaşması, çalışma izni verilmesi gibi hem hükümeti hem de işverenleri muhatap alan tartışmalar kamuoyunda nadiren yapılıyor. Hak temelli göç ve göçmen politikası ana akım tartışmalara nüfuz bile edemiyor. Keza dayanışma ağları ya zayıf ya da dini vakıf ve gruplar tarafından mültecileri güçlendirici bir perspektiften uzak bir şekilde yapılıyor.
NÜFUSUN YÜZDE 90’I YOKSULLUK SINIRI ALTINDA
Suriye’deki mevcut siyasi durum nasıl? Ülkelerini terk etmek zoruna kalanlar için dönüşe uygun mu? Suriye rejiminin af yasası, geri dönüşler için yeterli mi?
Suriye’de Esad rejiminin gücünü yeniden konsolide etmeye başladığı 2016 yılından itibaren ülkede siyaseten daha baskıcı ve ceberut, ekonomik olarak ise zaten savaş ekonomisi içinde misliyle fakirleşen ülkenin kaynaklarını kendi yandaşlarına dağıtan bir iktidar var.
Ülkedeki imar ve kentsel dönüşüm yasaları keyfî ve çok partizanca uygulanmakta. Yeniden imara açılan bölgelerde yaşayan eski sakinlerden mülkiyet haklarını ispatlamak için hem güvenlik kontrolünden geçmeleri hem de tapularını ibraz etmeleri bekleniyor. Nüfusunun üçte birinin mülteci olduğu Suriye’de rejim tarafından terörist olarak görülen bu insanların uluslararası ve ulusal bir güvence verilmeden geri dönmeleri beklenebilir mi? Ayrıca Suriye’nin mülkiyet yapısına baktığınızda yüzde 70’e yakınının enformel yerleşimlerden oluştuğunu göreceksiniz. Yani mülkiyetlerini ispat için gösterebilecekleri resmi kat mülkiyeti tapularından yoksunlar. Bu durumda rejim tarafından mülk sahibi olarak tanınmayıp kentsel dönüşüm ve yeniden imar sürecinde tamamen denklem dışı bırakılıyorlar. Böyle bir siyasi ve ekonomik manzara altında nüfusunun yüzde 90’ı yoksulluk sınırı altında yaşayan bir ülkeye kim dönmek ister?
‘TÜRKİYE SURİYE’DEKİ KÜRT OLUŞUMUNU ENGELLEMEK İSTİYOR’
Erdoğan, TSK ve ağırlıklı cihatçılardan oluşan gruplarla birlikte operasyon yaptıkları bölgelerde geri dönüşler için alanlar belirleyerek buralara şehirler inşa edildiğini ve buna devam edeceğini söylüyor. Bu durumu hem Suriye iç siyaseti açısından hem de Türkiye’nin iç ve dış siyaseti açısından nasıl değerlendirirsiniz?
Türkiye Suriye meselesinin siyaseten halen çözülmemiş olmasından yararlanarak de facto bir şekilde kuzeybatı Suriye’yi yönetiyor. Yaklaşık 8 bin 800 kilometrekare olan bu bölge ne Esad ne de uluslararası kurumlar tarafından tanınmıyor. Kısacası bölgenin siyasi geleceği gayet belirsiz ve uluslararası ve bölgesel dengelere bağlı. Türkiye’nin askeri, siyasi ve ekonomik olarak neden Suriye’de olduğu da zaten gerek Suriyelilerin gerekse de uluslararası güçlerin malumu: Türkiye, Suriye’deki Kürt oluşumunu engellemek istiyor. Türkiye’nin fiili kontrolünde olan İdlib dışındaki üç bölge Türkiye’deki komşu şehirlerin (Antakya, Urfa ve Antep) valilikleri tarafından yönetiliyor. Ve Türkiye o bölgelerde eğitim, inşaat, tarım, ticaret, maliye, kent, kültür alanlarını ilgilendiren birçok kurum inşa ediyor. Hassas ve kırılgan askeri ve politik dengelerin üzerine oturan bu devletvari kurumsallaşmanın hem birçok arızası var hem toplumsal rıza üretme konusunda zaafları var hem de orta ve uzun vadede istikrarsız görünüyor.