Talimat, vesayet, nadanlık…
Oya Yağcı yazdı: Neoliberal piyasa arsızlığı ile semiren yeni zenginlerin ve AKP kitlesinin kültürel üretim adına bir şey yapmayacağı, yapma potansiyeli taşımadığı ortada.
Kolaj: Aynur Doğan- MA | Metin Kemal Kahraman - Kemal Batur | Amed Şehir Tiyatrosunun “Don Kixot” oyunu
Oya YAĞCI
Devlet ve siyasal iktidar geleneğinin Osmanlı’dan günümüze süreklilik gösteren karakteristiği “Despot babalık sendromu” kavramı ile özetlenebilir. Tarih dışına sürgüne zorlandığımız, hukukun ve siyasetin yasakçılık sınırına indirgendiği bu gelenekten doğan AKP de kendi iktidarı döneminde sendromu norm haline getirerek kalıcılık kazandırdı. Bu ruh halini, devletin kurumları aracılığı ile zihnimize kazıdığı ve siyasal parti geleneğinde de hüküm süren talimat dilinden tanıyoruz. Bir de burnumuzdan eksik edilmeyen işaret parmağından…
Patriarkal jestler, talimatçı dilden yansıyan ve hesap vermeyen mağrurluk, AKP’nin kötü bir taklit olarak Osmanlı’dan ve bir türlü hesaplaşamadığı cumhuriyetten devşirdiği iktidar tercihinin vücut bulmuş halidir. Mağdurun mağrurluğa terfiinde araç edindiği hıncın tüketilemeyen mevcudiyeti, (Kendisinin de bir türlü ikna olamadığı) kötü bir tasarımcıdan çıkma kitsch kostüm şovunun ötesine geçememekten kaynaklanıyor olabilir mi? Bir alternatifi üretmekten çok kısa yoldan toplumu yıkmak ve vesayetçi siyasetin sunduğu olanaklarla kadiri mutlak bir iktidar yanılsaması yaşamak: Nadanlığın kısa devresi!
Bürokrasinin köklü kötü alışkanlığından ilham alan siyasetin, devletçi geleneği içinde “Halk için halka rağmen” ya da “Emir demiri keser” deyimlerinin açığa vurduğu bir teknok(bürok)rat siyasetçi nobranlığından söz etmek mümkün. Bu nobranlık Türkiye’de “milli irade” sopasının siyasi çehresini oluşturur ve bu denklemde halk ya da topluma yer açılmadığını biliyoruz. Kerameti kendinden menkul bir milli irade sopası, hem millisi hem iradesi ile ülke insanına biçilen deli gömleğidir.
AKP iktidarının giderek dozunu arttırdığı ve açık bir saldırı halinde yürüttüğü yasak, iptal, uygun bulmadığını dışlama siyaseti de mağduriyetten devşirilen ama son tahlilde aynı geleneğin radikalleşmiş bir versiyonu… Kendisine benzetemediği tüm yaşam formlarını kriminalize etme ve marjinalleştirmenin yaygınlaştırılması girişimi olarak nitelenebilecek bu radikalleşme, politikasızlığın ya da iktidarın en zahmetsiz yolu olarak hak kısıtlamalarının ve yasakların sağladığı güç sarhoşluğunu açığa vurmaktadır. İktidarını sopa güvencesiyle sürdüren ve gün geçtikçe meşruiyetini yitiren söz konusu zihniyet, ne muhafazakarlığı ile ne de maneviyatçı siyaset dili ile arzuladığı karşılığı bulamadığının idrakine vardığı her gün, yasak ve imha listesine yenilerini eklemek konusunda kararlı görünüyor.
Uygunluk/uygunsuzluk kriterleri icat ederek toplumsal yaşamı keyfi ve sorumsuz kararların öngörülemez şiddetine maruz bırakan, muğlak bir zeminde, içeriği belirsiz ve sınırları genişletilerek bulanık hale getirilen kanunlar aracılığıyla hukuksuzluğu kalıcılaştırma çabasındaki iktidarın son dönem yasaklarını hatırlayalım:
12-15 Mayıs’ta yapılması planlanan Eskişehir Anadolu Fest güvenlik (kamu güvenliği!) gerekçesi ile 15 günlük etkinlik yasağı kapsamına sıkıştırılır; Muş Valiliği Metin&Kemal Kahraman kardeşlerin 17 Mayıs tarihli Muş Öğretmenevi Konferans Salonu’ndaki konserini “Öğretmen Evi konferans salonunda yapılmasını uygun bulmadığı” gerekçesiyle iptal eder. İptal kararı sözlü olarak mesai bitimine yakın bir saatte tebliğ edilir. Kararın bildirim şekli ve zamanlaması niyeti yeterince açığa vurmaktadır.
Devam edelim: Derince Belediyesi 20 Mayıs’ta Derince Açık Hava Sahnesinde yapılacak Aynur Doğan konserini “yapılan inceleme sonucu konserin ilçe sınırları dahilinde olmasının uygun bulunmadığı” gerekçesiyle iptaline karar verir. Herhangi bir politika üretemediği için işaret parmağını ve parti kürsüsünü ayrımcılık ve hedef gösterme dışında bir içerikle dolduramayan bir parti başkanının hedef gösterme rutini sonrası işareti alan Trabzonspor yönetimi, kupa töreninde sahneye çıkması planlanan Matthaios Tsahouridis’i son anda program dışı bırakır. Siyasal gündemini muhalefetle tanımlayan bu zatın işareti, konu Yunanistanlı sanatçı olunca iktidarın ortak zemininde hararetli bir kucaklaşmaya dönüşür.
Bitmedi: 19 Mayıs gecesi İstanbul Havaalanında gerekçe gösterilmeden gözaltına alınan Zelal Gökçe var. Ve bizler sıklıkla tekrarlanan bu gözaltıların gerekçesini tahmin edebiliyorsak yukarıda bahsi geçen hararetli kucaklaşmanın yaygınlığını da bildiğimiz içindir. Repertuvarında Kürtçe eserler olduğu için mekan bulamayan Soprano Pervin Chakar’a çıkarılan engelleri tanıdığımız gibi…
Yukarıda koyu renkle vurguladığım kalıplar AKP’nin teknok(bürok)rat üsttenci talimat dilinin artık fazlasıyla aşina olduğumuz emir kipini açığa vuruyor.
HEGEMONYA KURAMIYORSAN ÇÖLÜ BÜYÜT!
Sanatsal üretimi, dili, yaşam tercihlerini yasaklayan ve öngörülemezliği olağanlaştırarak hukuku askıya alan siyasetin, neoliberal saldırıya ve hak ihlallerine direnen tüm kesimleri suçlu çıkarmakla yetinmeyip aynı zamanda aşağılamanın formüllerini üretmek dışında bir becerisi ve niyetinin olmadığını gün geçtikçe artan hırçınlığından anlıyoruz.
İktidarının 19. yılında AKP, başladığı noktanın çok daha gerisine düşen bir kıtlık rejimi yarattı. Neoliberal piyasa arsızlığı ile semiren yeni zenginlerin ve AKP kitlesinin kültürel üretim adına bir şey yapmayacağı, yapma potansiyeli taşımadığı ortada. Görmeyi başaramamakla suçlandığımız “Büyük Resim” aslında politik ve kültürel ufuksuzluğun mumyalama ötesine geçemeyen hikayesini anlatıyor gibi.
Kültürel hegemonya kurmanın bina yapmak-beton dökmekle ilişkisinin olmadığını kavramaya direnen iktidar “Uygun bulmadığını” mekandan, dilden ve tarihten dışlayarak kendi ıssızlığını saldırgan bir güce dönüştürme telaşında. TV’lere sipariş edilen vasat kahramanlık ve kuruluş mitlerinin ötesine geçemeyen, alçıyla kotarılmış restorasyon mantığının varabileceği nihai hedef de bu kadar oluyor.
Tarihin dışına sürgün edilmeye direnecek güce, yaratıcılığa ve cesarete sahibiz. Geçmişin donmuş kalıplarına sığdırılmaya direnen bir toplumsal dinamizmin, her yer, her zaman ve herkes için mücadeleyi üstlenmesi mümkün.
Sahi muhafazakar sanat manifestosuna ne oldu bu arada?