Doç. Dr. Taner Akpınar: Çocuk işçiliği, sınıfın mücadelesiyle önlenebilir
Doç. Dr. Taner Akpınar Akpınar, “Çocuk işçiliğini önlemek için sınıf hareketimizi oluşturup, kendi mücadelemizi vermeliyiz” diyor.
Eren ERGİNE
İstanbul
Çocukların çalışmak zorunda bırakılması Türkiye’de ve dünyada ciddi bir sorun halinde. TÜİK 720 bin civarında çalışan çocuğun olduğunu açıklarken, emek örgütleri ve uzmanlar bu rakamın 2 milyonu aştığını söylüyor. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonunun (UNICEF) hazırladığı son rapora göre dünyada her 10 çocuktan 1’i çalışıyor. Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi ve Akdeniz Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Taner Akpınar ILO, UNICEF gibi uluslararası kuruluşların bugünkü dünya düzeninin sürmesine temelde hizmet eden kuruluşlar olduğunu ifade ediyor. Akpınar, “Çocuk işçiliğini önlemek için sınıf hareketimizi oluşturup, kendi mücadelemizi vermeliyiz” diyor.
Bir yandan da ILO, UNICEF gibi uluslararası kuruluşlar çeşitli çalışmalar yaptıklarını açıklıyor. Verdikleri son rakama göre dünyadaki her 10 çocuktan 1’i çalışıyor. Bu çalışmaların niteliği nedir, etkili mi, sağlıklı bir sonuca ulaşmak mümkün mü?
Uluslararası kuruluşların yaptığı çalışmaların hiç etkisi yoktur diyemeyiz. Ancak çocuk işçiliğini yeryüzünden tamamen silecek etkisi de yoktur. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) 1919’da başta Fransız işverenleri olmak üzere işveren çevrelerinin yürüttüğü lobi faaliyetleri sonucunda kurulmuş bir örgüttür. Peki işveren çevreleri neden çalışma hayatına belli standartlar getiren, bunu küresel ölçekte uygulamaya çalışan örgütün kurulmasını talep ettiler? ILO’nun kuruluşu tek başına bununla ilgili değil ama bizim konumuz açısından bu noktayı konuşmamız gerekiyor. Batılı ileri kapitalist ülkelerde ILO’nun kurulduğu yıllara geldiğimizde çalışma hayatına yönelik bazı düzenlemeler, sosyal politika önlemleri var. Orada iş yapan işverenler bir maliyete katlanıyorlar, çalışma hayatının bu standartlarda olmadığı ülkelerde iş yapan işverenler, sermaye çevreleri bu maliyete katlanmıyorlar. Dolayısıyla sermaye çevreleri açısından bir rekabet eşitsizliği sorunu ortaya çıkıyordu. Küresel ölçekte iş yapan sermaye çevreleri arasında rekabet eşitliğini sağlamak için kuruluyor. ILO bugün de bu doğrultuda faaliyette bulunur, dolasıyla ILO’nun çocuk işçiliği meselesine ilişkin ilgisi bu konuya yönelik düzenlemeleri de bu bağlamdadır. Kurulduğu 1919 yılında kabul ettiği sözleşmelerden biri 5 No’lu Asgari Yaş Sözleşmesi’dir. O dönemin koşullarında 14 yaş sınırını koymuştur, 14 yaşın altında olan çocukların çalıştırılamayacağına yönelik bir sözleşmedir. Bunu Japonya da 12 yaş olarak düzenliyor, Hindistan’ın ise bundan istisna tutulabileceğini söylüyor. Mesele çocuksa çocuk işçiliğinin yasaklanmasıysa, çalışmalarının önüne geçmekse bir standart belirlenir ve her yerde uygulanır. Japonya, Fransa’da başka Hindistan’da başka olur mu, olmaz. Niye böyle diye soracak olursak kapitalist sisteminin işleyişiyle ilgili nasıl bir düzenleme gerekiyorsa ona göre bir sözleşme uygulayıp yürürlüğe koyuyorlar. O nedenle bu kuruluşların yürüttüğü çalışmalar derde derman olamaz.
‘DEVLERİN İMAJINI ZEDELEMEMEK İÇİN...’
Daha önce verdiğiniz bir demeçte “Geçmişte insanlar ILO’dan fon alarak tütündeki çocuk işçilere yönelik çalışmalar yaptılar ama ILO bu raporu bastırmadı, izin vermedi” şeklinde bir açıklamanız oldu. Bunun nedeni ne olabilir?
Türkiye’de tütün üretiminde çocuk işçiliği olduğuna dair çok fazla yazılı bir kaynak var mı? Ya da domates üretiminde çocuk işçiliğine dair çok fazla bir şey var mı? Sivil toplum örgütlerinin buna dair raporu var mı, yok. Ama Türkiye’de fındık üretimine dair çok fazla çalışma vardır. Burada kritik nokta şudur; çocuk işçilerin üretiminde çalıştığı bir ürün uluslararası ticarete konu oluyorsa ILO bunun üzerine gidiyor, uluslararası ticarete konu olmuyorsa eğer ILO bunun üzerine çok gitmiyor. Bazı alanlarda çocuk işçiliğinin varlığını gösteren raporların yayımlanmasına bile engel oluyor. Şöyle; Türkiye’de bağımsız araştırmacılar gidip bunu araştırıp yayımlarsa ya da bir sivil toplum kuruluşu kendi kaynaklarını kullanarak böyle bir araştırma yaparsa ILO bunun önüne geçemez ama ILO’nun zaman zaman kendisinin kaynak verip araştırdığı ancak araştırma bittikten sonra raporunun yayımlanmasına izin vermediği durumlar var. Tütün örneği bunlardan biridir. Nedeni çok açıktır ki tütün alanında faaliyet yürüten küresel devlerin “İmajını zedelememek” içindir. Bütün mesele tam da ILO’nun kuruluş amacına uygun.
DÜZENİN SÜRMESİNE HİZMET EDEN KURULUŞLAR
Normalde ILO sendikalar ve emek örgütlerinin çeşitli konular vesilesiyle sıkça başvurduğu, kaynak gösterdiği bir kuruluş. Böyle bir kuruluşla, tekeller/şirketler/patronlar arasında nasıl bir bağ ya da etkileşim var?
ILO ve benzeri kuruluşlar teknik bir kuruluş olarak gözüküyor bizlere... Sanki ortada bir teknik sorun var, bu kuruluşlar da bu sorunun uzmanı, dolasıyla bunlar bir uzmanlık bilgisine dair icrada bulunuyorlar. Sorun çözüyorlar. UNICEF, ILO, Dünya Bankası gibi kuruluşlar da faaliyetleri açısından teknik, uzmanlık bilgilerini icra eden kurumlar gibi duruyor. Bu kuruluşlar bugünkü dünya düzeninin sürmesine temelde hizmet eden kuruluşlar. Bu kuruluşların bir kaynağı var, bu kaynak kendi öz kaynakları değil. Dünyanın büyük emperyal ülkeleri ve o ülkedeki kapitalist çevreler buralara katkıda bulunuyor. Kabaca söylüyorum, parayı çok veren bu örgütleri biçimlendiriyor. Dolasıyla bu kurumlar da onların sözcülüğünü yapıyor. Bu kuruluşlar bize göründüğü gibi teknik kuruluşlar değil, buraları fonlayan çevrelerin çıkarlarına hizmet eden kuruluşlardır.
SERMAYE İÇİN REKABET AVANTAJI...
Gerçekten çocuk işçiliğini önlemek için uluslararası örgütler nasıl bir çalışma yürütmeli?
Önce şu anda nasıl bir çalışma yürüttüklerine bakmak gerekir. ILO ve benzeri kurumların çocuk işçiliğini gündeme alıp bunlarla uğraşmaları ne zaman başladı, 1980’lerin sonları 1990’ların başları. Daha öncesinde gündem ettiklerini görmüyoruz. Çünkü 1980 yılından sonra neoliberal düzene geçilmeye başlandı ve sermaye göçü yaşandı. Küresel devler, büyük firmalar üretimlerini dünyanın en ücra köşelerine götürdüler. Afriya’ya, Asya’ya, Uzakdoğu’ya... Çünkü oralar ucuz iş gücü kaynağı, çocuk işçilik de bunlara örnek. Şimdi yeniden aynı mesele gündeme geldi. Üretimlerini buralara kaydıran firmalar bir rekabet avantajı elde etmeye başladılar. ILO da hemen harekete geçti, 1990’ların başlarında çocuk işçiliğiyle mücadele adı altında projeler geliştirdi. Ama 1919 yılında hangi amaçla kurulduysa hâlâ aynı amaçla hareket ediyor. Bu kuruluşlar böyle yapmamalı diye bir öneri getirirsek romantik bir pozisyona düşeriz. Öneriye, eleştiriye açık kuruluşlar değiller. Onlara öneri getirmek yerine kendi sınıf hareketimizi oluşturup, kendi mücadelemizi vermeliyiz.
KAĞIT ÜZERİNDE ÖĞRENCİ AMA FİİLİYATTA İŞÇİ
Türkiye’deki çalışan çocuklara ilişkin devletten emek örgütlerine kadar birçok kaynaktan, 700 bin ila 2 milyonu aşkın şeklinde çeşitli sayılar telaffuz ediliyor. Son yıllarda mülteci çocukları da düşündüğümüzde gerçeğe en yakın tahmini bir rakam verilebilir mi?
TUİK’in yayınladığı son veriler 720 bin çocuk işçi olduğu yönünde. Ancak çocuk işçiliğine atfedeceğimiz önem sayı üzerinden olmaz. 720 bin çocuk çalışıyorsa bu ciddi bir sorundur, 100 bin çocuk çalışıyorsa bu da ciddi bir sorundur. Sayı kaç olursa olsun soruna aynı ciddiyette yaklaşılmalı. Ancak 720 bin sayısı gerçek mi? Kesinlikle değil. 720 bin sayısına şartlı mülteci ya da göçmen çocuklar dahil değiller. İkincisi Türkiye’de çıraklık sistemini hiçbir şekilde bir mesleki eğitim süreci olarak göremeyiz. Kağıt üzerindeki duruma mı bakacağız fiiliyata mı? Kağıt üzerinde çıraklık bir eğitim süreci, doğru ama çırakların koşullarına bakalım, normal işçi. Günde 10 saatten az çalışan çırak yok, eğitim almıyorlar. İşyerinde işçi ne yapıyorsa çıraklar da onu yapıyor. Resmi verilere çıraklık eğitimi alan çocuklar dahil değil. Sadece sayıları 400 bini bulan çırakları dahil ettiğimizde 1 milyonu geçiyor. Göçmen çocuklar ve şartlı mülteci çocukları da buna eklediğimizde sayının 2 milyonu bulacağı çok açık.
‘ÇOCUK İŞÇİLİĞİNİ BİÇİMLERE GÖRE AYIRAMAYIZ’
Çocuklar en çok hangi iş kollarında çalışıyor?
Çocuklar her yerde çalışıyorlar. Ama bu konuda var olan literatür özellikle belirli alanlara odaklanıyor. Tarım, hizmet, sanayi... Her yerde çocuk işçiler çalışıyor. Mesela tütün işinde de çocuklar var ama bu meseleye dair yazılıp çizilen bir veri yok. Pirinç üretiminde çalışan çocuklar var, tuğla kiremit fabrikalarında çalışan çocuk işçiler var, ama bunlar gün yüzüne çıkarılmış değil. Araştırmalar çocuk işçiliğinin belli biçimlerine odaklanıyor. Yine bu da uluslararası kuruluşların yönlendirmesiyle alakalı. Çünkü ILO’nun çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerini önlemek diye meşhur bir yaklaşımı var. Biz ya çocuk işçiliğine karşı olmalıyız ya da bunu meşru görmeliyiz. Şu biçimleri kabul edilebilir ama bu biçimleri kabul edilemez gibi bir yaklaşım doğru değildir.
BÖYLE BİR ORTAMDA ÖLÜMLER KAÇINILMAZ
AKP iktidarında en az 801 çocuk işçinin iş cinayetlerinde öldüğü de başka bir veri. Bu çocukları ölüme götüren koşullar neler?
Bunu çocuklar özelinde değil de çalışma hayatının bütününde konuşmak lazım. Resmi verilere göre biz Avrupa’da birinci, dünyada ise üçüncü sıradayız. Ben iddia ediyorum ki dünyada birinci sıradayız. Türkiye’deki mevcut iş kazaları istatistikleri kayıtlı istihdam üzerinden tutuluyor. Türkiye’de toplam istihdamın yüzde 30’a yakın bir kısmı da kayıt dışı. Dolasıyla kayıt dışı alanda meydana gelen iş kazaları veya ölümler hiçbir biçimde resmi istatistiklere yansımıyor. Dahası var, Türkiye’de kayıtlı işçilerin uğradığı iş kazalarının da bir kısmı resmi istatistiklere yansımıyor. İşverenin teşvikiyle ya da tehdidiyle hastanelerde iş kazaları kayda iş kazası olarak geçmiyor. Çalışırken kolu kırılmış mesela, evde çekyat taşırken dolap düştü diyor. Bu durum çocuklara da yansıyor, öldürüyor. 2013 yılından beri yürürlükte olan 6331 sayılı İş Sağlığı Güvenliği Yasası var. Ama yasa yine kağıt üzerinde kalıyor. Bu yasa, Türkiye’de iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin işverene yüklediği yükümlülükleri savuşturmaya yönelik bir şekilde icra ediliyor. Yasaya göre eğitim verilmesi gerekiyor, birçok işyerinde, biz biliyoruz ki, bu eğitimler kağıt üzerinde verilip böylece yasal yükümlülük yerine getirilmiş oluyor. Bundan daha önemli bir sorun da Türkiye’deki iş kazalarının işçinin kabahati olarak görülmesi. Bu yaklaşım sürüyor. İşçiye eğitim verirsek bunu çözeriz diyorlar. Bu böyle olur mu? Sakarya Hendek’te Büyük Coşkunlar havai fişek fabrikasının havaya uçmasını herkes hatırlar, orada patlama olacağı günler öncesinden belliymiş. İşçiler bunu fark etmişler, defalarca uyarmışlar. Ama bunu kimse dikkate almadı. Demek ki böyle bir ortamda ölümler kaçınılmaz. Çocuklar da yetişkin işçilerle birlikte böyle ortamlarda çalışıyor.
‘YOKSUL ÇOCUKLAR ÇIRAKLIK EĞİTİMİNE GÖNDERİLİYOR’
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2017-2023 yılları arasında çocuk işçiliği ile mücadele ulusal programı açıklamıştı. Programın bir etkisi oldu mu?
Çok net söyleyelim, programın hiçbir etkisi yok. 2018 yılı da çocuk işçiliğiyle mücadele yılı ilan edildi. Uluslararası kuruluşların yaygınlaştırdığı bir yaklaşımdır bu. Mücadele günü, mücadele yılı, mücadele ayı ilan ediyorlar. Bunların sorunun çözümüne hiçbir katkısı yok. Onlara sorarsak ciddi katkısı var, farkındalık oluşuyor. Toplum olarak hepimiz farkındayız zaten ama bu, sorunu çözmüyor. Türkiye Uluslararası Çalışma Örgütü ve benzeri kuruluşların üyesi. Bu kuruluşlara üye olduğu için zaman zaman yapması gereken ev ödevleri var, Türkiye de bunları kağıt üzerinde yapıyor. 1970’li yıllarda dönemin iktidarında ‘Yoksul çocukları sanayi sitelerine gönderelim, hem sanayi sitelerinin iş gücü ihtiyacı karşılansın hem de bunlar devletin sırtında yük, bu yükü atalım’ anlayışı vardı. O dönemden bu döneme kaç tane iktidar değişti ama bu yaklaşım değişmedi. Bugünkü ulusal programda da iktidarın yaklaşımı aynıdır. Yoksul çocuklar için en ideal olan çıraklık eğitimine gitmeleridir. Devlet de kapitalist düzenin işleyişine uygun biçimde, onun taleplerine göre soruna müdahale ediyor. Sorunu önlemeye yönelik değil, düzenin ihtiyacına göre adım atıyor. Türkiye’de küçük işletme gerçeği var. Bütün işletmelerin yüzde 95’ini oluşturuyorlar. 1 ila 9 kişi arasında işçi çalıştıran işletmeler toplam istihdamın yüzde 78’ini oluşturuyor. Dolasıyla bu küçük işletmelerin talepleri siyasal iktidar için çok önemlidir. Çünkü seçimlerde tercihleri belirleyicidir. O nedenle devlet küçük işletmelerin taleplerine uygun biçimde sorunu düzenliyor, bununla mücadele etmiyor.
‘YASAK KOYMAK ÇÖZÜM DEĞİL’
Çocuk işçiliğiyle mücadele nasıl yürütülmeli, devletin/iktidarın rolü ne olmalı?
Şöyle bir anlayış var; devlet yasa koysun ve bunu takip etsin. Hayır, devlet katı yasalar koyup çocukların çalışmasına izin vermezse açlığa yol açar. Böyle bir şey olmaz, kabul edilemez. 1990 yılında bir kampanya vardı, çocuk işçilerin ürettiği ürünlerin satın alınmaması yönündeydi. Unutuldu ama bir tanesi devam ediyor. Şu an tükettiğimiz birçok ürüne basıyorlar o damgayı: ‘Fair Trade’... ‘Fair Trade’, “Biz işçi haklarına riayet ettik, çocuk işçi de çalıştırmadık” demektir. Çözüm bu mudur? Devletin yasa koyup sıkı biçimde denetlemesi ya da ürün alırken çocuk işçilerin ürettiği ürünleri almamamız mı? Hayır ikisi de çocukları açlığa mahkum eder. Bu işler ciddi reformlarla olur. Devlet gerçekten bunu çözmek istiyorsa önce üretim ve dönüşüm sistemine dokunacak. Yasak koyarak mücadele edemez.