Öğretmenlik Meslek Kanunu yönetmeliği tartışması: "Sınava girmiyoruz" diyecek miyiz?
Eğitim Sen Ankara 4 No’lu Şube Denetleme Kurulu Başkanı Gülhan Şimşek öğretmenler arasında tartışılan Öğretmenlik Meslek Kanunu yönetmeliği üzerine yazdı.
İzmir | Fotoğraf: Evrensel
Gülhan ŞİMŞEK
Eğitim Sen Ankara 4 No’lu Şube Denetleme Kurulu Başkanı
Öğretmenlik mesleğini kariyer basamaklarına ayıran 7254 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanununa ilişkin “Aday Öğretmenlik ve Öğretmenlik Kariyer Basamakları Yönetmeliği” 12 Mayıs’ta yayınlandı. Yönetmelikle birlikte sınav takvimi, eğitim programları belli oldu.
Gittikçe eriyen öğretmen maaşları karşısında yönetmeliğin yayınlanması ile başka bir tartışma başladı. Gireceği sınavda uzman olan öğretmenin 1000 lira, başöğretmenin ise 2000 lira fark alacak olması, ilk başta geçim sıkıntısı içindeki öğretmenin diğer konuları göz ardı etmesine yol açtı. Bu baskı ortamında bir hakkın alınamayacağı kanıksanan ülkede, ‘bari paramı kurtarayım’ bireyselliği ortaya çıksa da, içinde bulunduğumuz ekonomik ve politik sorunların öğretmenler tarafından tartışılmasını engellemedi.
ÖĞRETMENLER SOMUT ADIMLAR BEKLİYOR
Öğretmenler çoğunlukla kariyer basamaklarına karşı ya da böyle bir derecelendirmeye ihtiyaç duymuyor. Bugün hangi öğretmenle konuşsak ilk olarak öğretmenin itibar görmemesinden, maaşının insanca yaşamasına yetecek düzeyde olmamasından şikâyetçi. Bu yeni düzenlemelerin öğretmenleri birbirleriyle bir yarış içine sokacağının her öğretmen farkında ve bunu istemiyor.
Sınav sonucunda alınacak 1000 lira için kendilerine dayatılan bölünmeye sessiz kalmak birçok öğretmeni rahatsız ediyor. “Biz bunca yıl mücadele ettik. Şimdi 1000 lira için bu ucube yasaya sessiz mi kalacağız” sorusu aslında bir karşılık bekliyor! Yönetmeliğin yayınlandığı ilk gün “Evet, sınava girelim’’ diyen bir öğretmen ileri günlerde ekonomik ve mesleki sorunlarını düşündüğünde isyanla ‘’bir şey yapmamız lazım’’ diyorsa, bu durum öğretmenin sınavla sorunlarının bitmeyeceğinin farkında olduğunu göstermektedir. Öte yandan sınav yerine yüksek lisansın geçerli olacağı açıklaması özel üniversitelere de büyük bir pazar oluşturdu.
KANUNDAKİ ESNEKLİK, YILLIK İZNİ YEDİ
Öğretmenlik Meslek Kanununda bulunan “Öğretmenlerin çalışma şartları, eğitimde kalitenin yükseltilmesi için belirlenen amaçları gerçekleştirmek üzere düzenlenir” yazılı madde ise çalışma şartlarını her yönden belirsizleştiriyor. Zaten bunun ilk uygulaması da yayınlanan yönetmelikle yapıldı. Uzman öğretmenlik için getirilen 180 saatlik eğitim şartı, baş öğretmenlik için getirilen 240 saatlik mesleki eğitim şartı öğretmenlerin yıllık izin haklarını kullandıkları Temmuz-Eylül arasında gerçekleştirilecek. Sırf bu madde yönetmeliği çıkaran bakanlığın niyetini ortaya koymakta ve öğretmeninde sürece ücretli yıllık izin hakkını kaybederek başladığını göstermektedir.
‘20 YILLIK EMEĞİM BİR SINAVLA MI ÖLÇÜLECEK?’
10 yıllık bir öğretmenle konuştuğumuzda, “Ben öğretmen olabilmek için üniversite sınavlarına girdim, diploma aldım, KPSS engelini aştım daha bir de sınav mı?” derken, bir başka öğretmen “Yönetmeliğe baktığımda 20 yılım, öğrencilerime verdiğim emek hiç görülmemiş” diyor. Yılda 5-6 proje hazırladığını söyleyen bir öğretmen ise “O kadar emeğim bir sınavla mı belirlenecek? emeğimin hakkı verilmiş mi olacak?” diye sorarken, bir başkası “Yıllık iznimize neden seminer konuyor?” diyor. Daha ilk elden sorular, sorular…
2005’TEN DERS ÇIKARMAK GEREKİYOR
Tartışmalarda gündeme gelen bir konu da 2005’teki sınavla uzman olup, 300 lira fazla alan 83 bin öğretmenin bulunması. Bugüne kadar meslekte kariyer basamakları üzerinden bir bölünmenin geriye püskürtülememiş olması, sendikaların o dönemde de ikircikli bir tutum benimsemiş olması, bu haksız uygulamaya o dönem tepki gösterip sınava girmeyen birçok öğretmende öfke yaratmıştır. “O zaman sınava girmedik de ne oldu, falanca girdi kaç yıldır parasını alıyor, biz girmediğimizle kaldık’’ yakınması, bugün etkili bir mücadelenin önünü kesen bir handikap olarak duruyor.
KANUN ÖNCE SORMADILAR, ŞİMDİ ANKET YAPILIYOR
Yasa çıkmadan önce öğretmenlere sorulsaydı; hiçbir öğretmen kariyer basamakları ve bu basamakları geçmek için sınav önermeyecekti. Ancak bunu öğretmene sormadan tepeden yasa ve yönetmelik düzenleyen bakanlık, şimdi “Ne gibi eksiklikler var, sınavın içeriğinde ya da yönetmelikte ne gibi değişiklikler yapabiliriz?” gibi anketler düzenliyor. Öğretmenler MEB’in bu uygulamasını “Bizim düşüncelerimiz yukarıya iletilir mi?’’, “Düşüncelerimiz değerlendirmeye alınır mı?” sorularıyla karşılayarak aslında MEB’e güvensizliğini ve çözüm mercii olarak görmediğini ifade etmiştir. Bu anketlere karşı Sincan ve Etimesgut ilçelerindeki iş yerlerinde “Buraya ortak görüşlerimizi yazalım” düşüncesinin sıklıkla ifade edilmesi ve bu yönlü kendiliğinden örgütlenmelere girişilmesi üzerinde durulması gereken bir tutumdur. Çünkü en küçük bir fırsatta birleşme çabasını ilk önce sendikalar görmelidir!
Yasaya karşı tutum emekçileri birleştiriyor: Milli Eğitim müdürlüklerinin yaptığı ankete üç iş yerinden emekçilerle tartışarak verdiğimiz yanıt şöyle oldu: “Mesleği bölen kariyer basamakları sınavı kaldırılmalıdır. Öğretmenliğin sosyal ve ekonomik statüsü geliştirilmeli, her yönden kendini geliştirebileceği, gelecek kaygısı yaşamadan insanca yaşayabileceği koşullar oluşturulmalıdır. Yasa öğretmenlerin statüsü ve çalışma düzenine ilişkin düzenlemeleri yönetmeliklere ve yönergelere bırakıyor ki bu zaten kabul edilemez; zira öğretmenlik bir uzmanlık mesleğidir. Sınavlar ve sınavlara dayalı sözde kariyer ve maaş artışı, öğretmenlerin statüsünün birliğini bozacaktır. Bizler üniversitede gerekli eğitimleri alarak bu mesleğe atandık. Öğretmenlik mesleği yasa da halihazırda bir ihtisas (uzmanlık) mesleği olarak tanımlanmaktadır. Atanırken uzman olarak atanan öğretmenlerin ellerinden bu nitelikleri alınarak, sonra da bu niteliği kazanmak sınav şartına bağlanması, bu asla kabul edilmemelidir. Böylesi bir düzenleme bu mesleğin sorunlarını artıracak ve derinleştirecektir. Bir meslek kanunumuz olacaksa bu öğretmelerin itibarı başta olmak üzere, ekonomik, özlük ve demokratik sorunlarını çözecek bir kanun olmalıdır. Bunun da en geniş mesleki çevrelerin (dernekler, sendikalar, üniversiteler, öğretmenler, iş yerlerinde öğretmenlerden kurulacak komisyonlar vb.) katılımı ile oluşturulması gerekir. (Bu konuda Türkiye’nin de imzacısı olduğu 1966 tarihli ÖĞRETMENLERİN STATÜSÜ TAVSİYESİ (1966 ILO / UNESCO Ortak Belgesi) önemli bir hareket noktası olacaktır)” cümleleri bir okuldaki farklı sendikadan ve sendikasız birçok öğretmeninin onayını alıyorsa, benzer tutumlar işyerlerinde de karşılık buluyorsa sorun öğretmende değil, bir sendika olarak üzerine düşeni yapmayan emek örgütlerindedir!
SENDİKALAR NEREDE?
Öğretmenin kafası sorunları ve çözümleri konusunda karışık değil! Ancak bu çözümleri nasıl gerçek hale getireceği konusunda üzerine düşeni yapmayan, alması gereken tutumu almayan, birleşmeyi sağlamayan, mücadeleyi büyütmeyen sendikalarına karşı güvensizdir! Öğretmenler “iş işten geçmeden” diyerek bir yol ararken, “isteyen girsin istemeyen girmesin” önerisi sendikalar açısından kendi utangaç köşesine çekilmektedir!
Öğretmenler sendikalarından da doyurucu bilgi, ön açıcı tutum görememekten şikayetçiler. Geçen onca zamana rağmen halen bu yasa öğretmenin lehine midir, aleyhine midir? Aleyhine ise ne yapmak gerek? Bu sorular sendikalarca yanıtlanmamış, karşılığı olmayan sorular olarak durmaktadır.
Tüm bu süreç göstermektedir ki bugün eğitim iş kolunda örgütlü bir sendika politik iddiasını kaybetmek istemiyorsa, eğitim emekçilerinin birleşik mücadelesinin merkezi olmak istiyorsa bu yasaya karşı “Sınava girmemeliyiz” tutumunu ortaya koymalı, emekçileri birleştirerek bu yasaya karşı gittikçe güçlenen bir mücadeleyi örgütlemeli, umudun ve kazanımın merkezi olmalıdır. Ancak böylelikle krizin yükünün de emekçilere yüklenmemesi için ihtiyaç duyulan mücadeleyi ilerletebiliriz.