25 Mayıs 2022 05:25
/
Güncelleme: 23 Aralık 2022 16:43

Vakıf üniversitelerinde bilim yok kâr var!

Vakıf üniversitelerinin kâr odaklı çalıştırıldığını ifade eden akademisyenler, bunun sonuçlarının ağır olduğunu söylüyor.

Vakıf üniversitelerinde bilim yok kâr var!

Fotoğraf: Google Street View

Murat UYSAL
İstanbul

Vakıf üniversiteleri son yıllarda araştırma görevlilerinin üzerindeki angarya, akademisyenlerin işten atılması, akademik özgürlüklerin engellenmesi gibi konularla gündeme geliyor. Vakıf üniversitelerinin kurulurken iktisadi çıkar elde etmeyeceği yönünde pazarlandığını belirten Prof. Dr. Serdar Değirmencioğlu ve Prof. Dr. Adnan Gümüş, ancak arkasında sermaye grubunun olmadığı bir vakıf üniversitesinin olmadığını söylüyor. Bu üniversitelerin kâr odaklı çalıştırıldığını ifade eden akademisyenler, bunun sonuçlarının ağır olduğunu söylüyor.

Uzun yıllardır vakıf üniversitelerinde öğretim elemanları, çalışma koşullarındaki sorunlar yumağı, uygulanan mobbing ve hukuksuz dayatmalardan yaka silkiyor. Türkiye’de ’90’larda kurulmaya başlanan, kurulurken iktisadi çıkar elde etmeyeceği yönünde pazarlanan ve sayısı bugün 120’yi aşan vakıf üniversitelerinin arkasındaki şirket grupları kâr oranlarını her yıl daha da katlıyor. Bu vakıf üniversitelerinin bugünkü durumunu, işleyişini, akademinin nasıl içini boşalttığını Akademisyen Adnan Gümüş ve Serdar Değirmencioğlu anlatıyor…

Vakıf üniversitelerinin geçmişine bakıldığında 12 Eylül rejimiyle karşılaşılacağını söyleyen Prof. Dr. Serdar Değirmencioğlu bu üniversitelerin demokratik bir süreçte değil aksine, insanların susturulduğu sosyalistlerin hedef haline getirildiği bir dönemde kurulduğunu aktarıyor. Değirmencioğlu 12 Eylül rejiminin ilk kurduğu kurumun Yükseköğretim Kurulu (YÖK) olmasının da rastlantısal olmadığını ekliyor: “O dönem YÖK’ün başına getirilen kişi İhsan Doğramacı, Türkiye’deki ilk özel üniversiteyi kuran kişi. YÖK üniversiteleri hizaya çekme ve denetleme mekanizması olarak kuruluyor, hem de daha ileriye dönük olarak Özal’ın getirmiş olduğu neoliberal düzene uygun üniversiteler üretmeyi amaçlıyor. Özel üniversiteler meselesine bu biçimiyle baktığımız zaman özel üniversitelerin işlevini daha kolay anlayabiliyoruz.”

AKADEMİK ÖZGÜRLÜK DE ÖZELLEŞTİRMEYE TESLİM

Peki Değirmencioğlu’nun “özel” diye altını çizdiği vakıf üniversitelerinin işlevi ne? ’90’lardan itibaren kurulan vakıf üniversitelerindeki çalışma koşullarıyla devam ediyor Değirmencioğlu: “Özel üniversite demek herhangi bir işletme gibi çalışan üniversite demek, yani iş güvencesinin olmadığı yer. En baştan bakıldığı zaman kurulan en iddialı üniversiteler bile kimseye kadro vermedi. En başarılı olduğunu söyleyen özel üniversitelerde bile kimsenin kadrosu yoktur. Bunun anlamı üniversitede çalışan akademisyenin her an işten çıkarılabilir durumda olması.”

Bir akademisyenin “Her an işten atılabilirim” korkusuyla çalışmasının sonuçlarına da değiniyor Değirmencioğlu: “Örneğin Koç Üniversitesinde çalışan bir akademisyenin Koç Grubu hakkında yazdığını göremezsiniz, çünkü bu alana girdikleri an işlerinden olacaklarını bilirler. Yani burada özel üniversitelerin asıl işlevi akademik özgürlüğü engellemek, toplumsal mücadelenin önünü keserek bir model yaratmak oluyor” diye anlatıyor.

SERMAYE İÇİN ÇEŞİT ÇEŞİT YÖNTEM…

Vakıf üniversitelerinin genel amaçlarıyla ortaklaştığı, ancak baştaki kuruluş amaçlarına bakıldığı zaman ortaya üç farklı üniversite tipinin çıktığını vurguluyor. Değirmencioğlu’na göre birincisi “Dünya üniversitesi olacak” sloganıyla kurulan Türkiye’deki Koç, Sabancı gibi tekellerin üniversiteleri. Değirmencioğlu, “Büyük aile hanedanlarının birer üniversitesinin olması hem ‘Önemli iş yapıyorlar’ imajı kazandırıyor hem de aslında yapmış oldukları sermaye birikimi, emek hırsızlığı ne derseniz deyin, tüm bunların üzerine yaldızlı bir jelatin çekiyorlar” diyor.

İkinci vakıf üniversitesi tipini ise kurulduğu günden itibaren en kârlı biçimde satılabileceği ana doğru ilerleyen “start-up” tipi üniversiteler olarak ifade ediyor. Örneğin Bilgi Üniversitesi... Burada da şu soru ortaya çıkıyor: Vakıf üniversiteleri satılabilir mi? Değirmencioğlu, “Bilgi Üniversitesi uluslararası bir şirkete satıldı ancak yasal olarak satılmadı. Çünkü özel üniversiteler güya kamu kuruluşlarıdır, satılamazlar ama takır takır satılıyor. Aynı şekilde Doğuş Üniversitesi de satıldı ve satın alan kişiler Doğuş Üniversitesinin yeterince kârlı olmaması sebebiyle üniversiteye yepyeni bir korku rejimi getirdiler” diyor.

Üçüncü tip vakıf üniversiteleri ise diğerlerine kıyasla arkasında daha küçük sermaye grupları bulunduran kolejden ya da dershaneden bozma, apartman tipli üniversiteler... Değirmencioğlu şunları söylüyor: “Özal döneminde daha fazla üniversitenin kaliteyi artıracağı söylenirdi. Bu aslında özel üniversite fikrini satmanın bir yoluydu. Türkiye’deki deneyim şunu gösteriyor. Öğrenci kapmak için çabalayan özel üniversiteler ancak kaliteyi ve ölçütleri düşürerek öğrenci çekmeye çalışıyorlar”

KONTENJAN KISITLAMASIYLA YÖNETİLİYOR

Vakıf üniversiteleri de YÖK tarafından denetleniyor. Değirmencioğlu’na göre iktidar nasıl rektör atayarak devlet üniversitelerini idare etmeye çalışıyorsa vakıf üniversiteleri de kontenjan kısıtlamasıyla kontrol ediliyor: “Vakıf üniversitelerinin kaç öğrenci alabileceğini, kaç yüksek lisans programı açabileceğine YÖK karar veriyor. Üniversite cezalandırılacaksa üniversitenin alabileceği öğrenci kontenjanı düşürülüyor. Eğer üniversite iktidar ile uyumunu sağlarsa kontenjan sınırı kaldırılıyor. Nasıl Cumhurbaşkanlığı tarafından rektörleri atayarak kamu üniversitelerini yönetiyorlarsa özel üniversiteleri de kontenjan cezalandırmasıyla yönetiyorlar.”

"ÖĞRENCİNİN MÜŞTERİ GİBİ GÖRÜLDÜĞÜ TİCARİ BİR SİSTEM"

Kâr ve kazanç ile bu kadar iç içe olan vakıf üniversiteler “üniversite” işlevini ne kadar yerine getiriyor? Sorumuz Çukurova Üniversitesinde Prof. Dr. Adnan Gümüş’e. “Vakıf üniversiteleri en azından kâr amacı gözetmeyen kuruluşlar olarak tasarlanmıştı, bu bekleniyordu, doğrusu da buydu. 1965’ten itibaren kurulan mühendislik okulları üniversitelerin iktisadi kazanç dışında doğrudan bilgi üretmesi gerekliliği nedeniyle kapatıldı, 12 Eylül sonrası özel üniversitelere yine izin verilmedi ancak ‘vakıf’ sıfatıyla üniversiteler kuruldu. İlk kurulan vakıf üniversitesi İhsan Doğramacı’nın üniversitesiydi. O bile bir şirket grubuna aitti, o dönemden bugüne arkasında şirket grubu olmayan vakıf üniversitesine rastlamadık.” diyor.

ABD’de bu tip üniversitelerin kurulduğunu, arkasında sermaye bulunan üniversitelerin teknoloji üretmek maksadıyla çalıştıklarını anlatan Gümüş, “ABD’de İngiltere’de büyük sermayeler, devletin kendisinden daha güçlü konumdalar. Teknoloji ve patentlerine ihtiyaçları var devletin. Teknoloji yaratmada taşıyıcı olabiliyorlar. Türkiye’de böyle bir şey de yok. Sermaye sahipleri kendilerine ileri teknoloji yaratması için üniversite kurmuyorlar. Aksine bir ticari kuruluş olarak açılıyor üniversiteler. Üniversitenin büyük yatırımlar bağlayarak teknoloji üretmesini beklemek yerine daha kolay ve daha hızlı kazanç sağlayan yöntemine odaklanılıyor. Direkt öğrencilerin müşteri gibi görüldüğü bir ticari sistem. Doğrudan öğrenimin, üniversite eğitiminin ticareti” diyor.

BİLİM, ARAŞTIRMA, HİZMET VE DANIŞMANLIK GÖREVİ YOK!

Üniversitenin dört işlevinden bahseden Gümüş vakıf üniversitelerinin bu dört işlevi ne kadar yerine getirip getiremediğini şöyle anlatıyor: “Üniversitenin ilk ve en önemli işlevi bilim ve araştırmadır, bilim ve araştırma konusunda da gerçekliğe bağlıdır. Üniversitenin bir şirkete, ticari kuruluşa bağlı olmaması gerekir. İkinci işlevi ise bilim ve araştırmanın sürdürülmesine yönelik öğretimdir. Üniversitenin bu alanda bilim kişileri yetiştirebiliyor olması gerekir. Üçüncü işlev yüksek düzeyde hizmet üretmek, hizmeti sürdürmektir. Mesela pandemide devletin diğer kuruluşlarının yapamayacağı önemli araştırmaları yapıp kamuya yararlı işler ortaya koyması gerekirdi. Bilim ve araştırma üretmeyen bir kuruluş yüksek hizmet de üretemez. Üniversitenin dördüncü işlevi ise danışmanlıktır, yine bu da bilim ve araştırmaya bağlıdır. Bilim üretmezken danışmanlık da yapamaz.”

"EMEKLİ HOCALARIN GEÇMİŞ ÇALIŞMALARINI KULLANIYORLAR"

Adnan Gümüş’e göre bilim üretmeyen, bilim insanı yetiştiremeyen vakıf üniversitelerinin araştırma yapacak kişi aramak gibi bir kaygıları da yok. Gümüş, “Bu üniversiteler köşedeki küçük bir esnaf gibi çalışanlar üzerinden olabildiğince kâr etmeyi amaçlıyor. Öbür taraftan üniversiteler bir değerlendirmeye sokuluyor, araştırma kapasitesi düşükse ‘Siz üniversite olamadınız’ deniyor. Araştırma kapasitesini emekli hocaların mevcut ve geçmişteki çalışmalarını kendi çalışmalarıymış, kendi atıflarıymış gibi kullanıyorlar. Araştırma görevlileri bu şartlarda çalışırken onlar üzerinden atıf alma şansları da yok zaten. Emekli hocalarla bu açığı kapatıyorlar, ‘O zaman hiç araştırma görevlisi olmasın’ diyorlar. Ticari yüksek lisans ve ticari doktora dağıtmak dışında bir kaygıları yok. Şu anda vakıflar yıllarca devletin yetiştirmiş olduğu hocaları kullanıyor, bu hocalarımızın çoğu da vakıflarda çalışmaktan memnun değiller. Ne mesaileri sağlıklı bir mesai ne de kendilerini özgür hissediyorlar. Şu anda bir dershane durumunda vakıf üniversiteleri ‘Ne kadar öğrenci bulursam o kadar kârdır’ mantığıyla işletiliyor” diyor.

Evrensel'i Takip Et