Biri yine Abdülhamid'i mi savundu? | Abdülhamid’in gizlice yurt dışına gönderdiği paralar
Biliyorum, Abdülhamid çok yazıldı. Zaten derdimiz Abdülhamid’in ‘toprak kaybı’ değil. ‘Öldürüldü’ iddiası hiç değil. Konumuz kişisel serveti, o serveti nasıl elde etti? Nerede sakladı?
Kolaj: Evrensel
Hakan GÜNGÖR
Biliyorum, II. Abdülhamid çok yazıldı.
Zaten derdim “toprak kaybı” konusu değil. AKP Genel Başkanı Erdoğan “Toprak kaybetmedi” dedi ama doğru değildi. Zira devrinde hem bağımsızlık savaşları hem de işgallerle Osmanlı önemli bölgelerini kaybetti. Bu biliniyor.
Derdim “Öldürüldü” iddiası da değil. Erdoğan’ın açıklamalarının aksine Abülhamid tahttan indirildikten sonra 9 sene daha yaşadı, ki bu da yazıldı zaten.
Konumuz kişisel serveti, o serveti nasıl elde ettiği, tüm memlekette nasıl bir rüşvet, kayırma, yolsuzluk düzeni yaratıldığı. Sonra o serveti nerede sakladığı.
Öyleyse başlayalım çünkü bu hikaye size bir yerden tanıdık gelecek…
DEVLET KAYNAKLARI PEŞKEŞ ÇEKİLDİ
Abdülhamid’in 33 yıl süren saltanatı boyunca Osmanlı’nın borcu katlandı. Bunda dünyada değişen koşulların ve kendisinden önceki Osmanlı’nın da etkileri vardı. Ancak Abdülhamid politikaları ekonomik krizi derinleştirdi.
Tahta çıktıktan iki yıl sonra, 1878’de, Osmanlı Bankası ve Galata bankerlerinin borçlarını ödemek için bir komisyon oluşturuldu. Devlet gelirlerinin bazılarını bu komisyon yönetmeye ve geliri doğrudan almaya başladı. Osmanlı Bankası Genel Müdürü Forster ve Crédit Lyonais Müdürü Mercet üyeler arasındaydı. Ki bu isimler birazdan tekrar kaşımıza çıkacak.
“İç borç” sayılan borcu bu yolla ödemeye çalışmak akıl kârı değildi. Nitekim “dış borçlular” da aynı yöntemi istedi. 1881’de meşhur Düyun-u Umumiye (Genel Borçlar) İdaresi kuruldu. Bu, Osmanlı’nın yarı sömürge haline gelmesinin resmi karşılıklarından biriydi. Farklı devletlerden temsilcilerin oluşturduğu idare, devlet içinde devlet gibi çalıştı. Bazı kritik vergiler buraya kanalize edildi. Bulgaristan ve Kıbrıs’taki gelir fazlası buna dahildi. Şarki Rumeli vergisi, gümrük gelirleri de. Tütün ve tuzu tekel olarak yönetme yetkisi de.
Dışa bağımlılık son safhaya varmıştı.
RÜŞVET AĞI VE AĞIR VERGİLER, EL KOYMALAR
1883’te Düyun-u Umumiye tütün öşrünü Reji İdaresine devretti. Reji, tütünü üreticilerden ederinin üçte birine alıyor, daha doğrusu el koyuyordu. Bu büyük tepki yarattı. Köylüler isyan etti. 1883-1902 yılları arasında aralıklarla devam eden çatışmalarda en az 20 bin kişi öldü.
Göç edemeyen köylüler ise yüksek vergilerden ve rüşvet ağlarından bezmişti. Erzurum’da valinin aldığı bilinen rüşvetler, buna karşılık merkezden korunması, üstüne ağır ağnam vergisi nedeniyle 1906’da isyan başladı. Ayaklanma 1907 kasımına dek devam etti. Sadece Erzurum da değil; Van, Çorum, Bitlis ve Siirt de başkaldırdı. Başkaldırının sebebi aynıydı, iktisadi durum.
Tüm bunlar olurken borç alımı bitti mi? Hayır. Abdülhamid 1986-1905 yılları arasında 11 borç anlaşması daha yaptı.
ABDÜLHAMİD YANDAŞLARINI NASIL İHYA ETTİ?
Yaşananlara rağmen borcun giderek artmasında saray yandaşlarının devlet eliyle palazlandırılmasının büyük payı vardı.
Abdülhamid geniş bir bürokrat ağı kurmuştu. Bu ağır bir mali yük demekti. Jurnalcilik, yani ihbarcılık yapanlar büyük lütuflardan faydalanıyordu.
Abdülhamid’e yakın isimlerden Tahsin Paşa anılarında çekingen bir şekilde ihbar şebekesi vasıtasıyla bu şebekeye hizmet edenlerin “Birçok nimetlere gark edildiğini” yazıyordu.
Bu yolu keşfedenler kişisel ikbal uğruna saraya kapılandı, bürokratların sayısı ve maaşları şiştikçe şişti.
Ezcümle yandaşlar ihya ediliyordu!
LİYAKAT KRİZİ: ‘BİR KİŞİNİN MEZİYETİYLE İLERLEMESİNE İMKAN YOKTU’
Bu süreçte kadrolaşma öyle bir hale geldi ki artık kimse liyakatiyle devlet kademelerinde yer alabileceğine inanmıyordu.
Damat Mahmut Paşa yurt dışına kaçtıktan sonra bir mektubunda, hiçbir hükümette görülmedik rütbe ve nişanların verildiğini, “hırsız bakanlara” yüksek maaşlar bağlandığını söylüyordu.
Ahmet Emin Yalman’ın “Gördüklerim ve Geçirdiklerim” kitabında yazdıkları da pek tanıdıktı.
“Padişah, hanedan azası, sarayın adamları, takım takım muhafızlar, jurnalciliği meslek edinen kimseler imtiyazlı bir sınıfı teşkil ediyordu. Bir kişinin meziyeti, hizmeti sayesinde bir mevki kapmasına ve ilerlemesine imkan yoktu. Makbul olan şey, eski gidişin taraftarı olmak, padişaha körü körüne bağlılık göstermek, mensuplardan birinin yakını olmaktı.”
BORSA VE FAİZLERLE SERVETİNİ KATLADI
Memlekette tüm bunlar olurken Abdülhamid’in şahsi serveti ne oldu dersiniz?
Borçlar gibi, şahsi serveti de katlandı!
Vasfi Şensözen, “Osmanoğulları’nın varlıkları ve II. Abdülhamid” kitabında servetin oluşmasına dair detayları yazıyordu.
Kitaba göre, Abdülhamid tahta geçer geçmez ilk iş kişisel serveti olan “Hazine-i Hassa” için bir bakan bulmak istedi. Uygun birini sorduğu kişi Osmanlı Bankası Müdürü Forster oldu. (Hani şu borçlu olunan, sonra vergilerin bağlandığı…) Forster aracılığıyla Agop Kazas’la bir araya geldi. Şensözen’e göre, “Abdülhamid’in servetini öyle çoğaltmış̧, maksada o kadar uygun idare etmişti ki Yıldız Sarayı’nın yıl geçtikçe artan ve son yıllarda yedi milyon altına kadar yükselen masrafının mühim bir kısmını tesviye etmesine rağmen bu servetin esasına hiçbir eksiklik gelmemiş ve aksine emlaki hümayun daima çoğalmıştı.”
Abdülhamid’in servet konusunda akıl hocalarından bir diğeri, bir banker olan Yorgo Zarifi idi. Onu borsayla tanıştıran isimdi.
Yine Tahsin Paşa’ya göre, Zarifi, Abdülhamid’in gelirinin bir bölümünü onun adına işletiyor, faiz elde ediyordu. Zarifi, Abdülhamid’in diğer gelirleriyle beraber bütün servetini “kârlı işlerde” kullanıyordu.
YURT DIŞI BANKALARINDAKİ SERVETİ DEFTERİNDEN ANLAŞILDI
Gelelim kritik soruya…
Abdülhamid’in mal varlığı neredeydi?
Taşınmazların kimi biliniyordu; madenler, ormanlar, tarım arazileri… Peki diğerleri?
Tahttan indirildikten sonra serveti arandı. Bir süre sonra Abdülhamid’e yakın isimlerden Nadir Ağa, Yıldız Sarayı’nda Abdülhamid’in hazinelerinin bulunduğu bir mahzenden bahsetti. Nihayet mahzen tespit edildi. Doğan Avcıoğlu’nun “Türkiye’nin Düzeni”nde belirttiği üzere, mahzende 11 torba altın, değerli taşlar ve hisse senetleri bulundu. Ama servetinin bundan ibaret olmadığı biliniyordu. Gerisi neredeydi?
Bu sırada bir defter ele geçti. Bu defter Abdülhamid’e aitti, sarayı terk ederken defteri unutmuştu! Defter sayesinde anlaşıldı, servetinin büyük kısmını yabancı bankalarda saklıyordu!
Toplamını demek zor, bir kısmını diyelim, Sinan Meydan, Cemal Kutay’dan aktarıyor:
“II. Abdülhamid’in hem Osmanlı Bankasında hem de Deutsche Bank, Deutsche Orientbank, Swissbank, Crédit Lyonais gibi yabancı bankalarda yüklü bir kişisel serveti vardı. Osmanlı Bankasında 13 bin 700 Osmanlı altını, Deutche Bank’ta 16 bin 493 Anadolu Şimendifer tahvili ve 98 Bon Juisans ve 3 bin Selanik limanı hisse senedi, Kredi Lione’de ise 52 bin 430 Osmanlı altını vardı. Sadece Alman Deutsche Bank’ta 1 milyon seksen bin altınının olduğu iddia ediliyordu.”
Yani Abdülhamid, tahtta olduğu süre boyunca bir yandan da yurt dışına para göndermişti.
Acaba vehimli padişah günün birinde tahttan indirilme durumuyla gerçekten karşı karşıya kaldığında yurt dışına kaçmayı mı düşünüyordu?
Abdülhamid devletin içinde bulunduğu ekonomik krizden faydalanmış; borsa, faiz gibi yollarla servetine servet katmıştı.
Bir rol model olarak görülen Abdülhamid’e dair bunlar devlet televizyonundaki dizilerde gösterilmez. Saray’ın medyasında da yer almaz. Ama Türkiye’de de Abdülhamid tartışması bitmez.
Çünkü Abdülhamid tarihi bir kimlik olmasının yanı sıra bir siyasi hattın temsilcisidir. Bu hikaye, işte bu nedenle bu kadar tanıdık geliyor.
Bu siyasi hattın hangi baskı yöntemlerini, hangi sansür metotlarını, mücadeleler karşısında hangi stratejileri kullandığını tekrar tekrar görüyoruz. Biz de tekrar tekrar yazmaktan gocunmuyoruz.
Ama artık öldürülmemişe öldürülmüş deyip bunun üzerinden tartışmayalım.
Hazır yeri de gelmişken “Abdülhamid’in ekonomik faaliyetlerine nasıl bakıyorsunuz?” sorusunu tartışalım; “Örnek alınası mı?”
Bunu tarihi gerçeklerle yapalım ama, mümkünse “Çıkarıp gösterebileceğimiz belgelerle”…