28 Mayıs 2022 04:35

Bilge Seçkin Çetinkaya: Üçüncü ittifak ezilenlerin sigortasıdır

Tekrar bir tek adam rejimini engelleyecek ne var? Aday tartışmanın böyle bir dezavantajı olduğunu düşünüyorum. 7’li yapıyı sigorta olmaya doğru en azından hamle ettiğimiz bir araç olarak görüyorum.

Fotoğraf, Bilge Seçkin Çetinkaya'nın kişisel arşivi / Kolaj: Evrensel

Paylaş

Serpil İLGÜN

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, SADAT’ın ardından geçtiğimiz hafta da “Bir kaçış planının anatomisini ifşa edeceğim” çağrısı sonrası yaptığı açıklamalarla Türkiye siyaset gündeminin yönünü bu kez TÜRGEV, Ensar ve ABD’de kurulan TÜRKEN vakıflarına çevirmiş oldu. AKP cephesini ayağa kaldıran açıklamalar, savunma ve saldırıyı birlikte içerdi. AKP’li basına arka arkaya bağlanan AKP’li siyasetçiler, TÜRKEN’e aktarılan milyonlarca dolarlar ve Erdoğan ve ailesinin ABD’ye kaçacağı iddiasını “uluslararası operasyonun içimizdeki piyonu”, “FETÖ’nün sözcüsü” gibi alışıldık ithamlarla karşıladılar.

Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliğinin handikapları, iktidarın sandıkları kontrol altına alma planlarına ilişkin yeni kulisler, devam eden yasaklar, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerini veto etme eğilimindeki yeni gelişmeler ve Suriye’nin kuzeyine, Rojova’ya yeni operasyon hazırlığı siyasetin diğer tartışma başlıklarını oluşturdu.

Rojova’ya operasyonla ne planlanıyor? Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları AKP’de neden panik yarattı? Alevi kimliği seçilmenin önünde bir risk mi? Yedili yapı, Cumhur ve Millet ittifakları karşısında nasıl bir rol üstleniyor?..

Siyaset Bilimci, Türkiye İşçi Partisi (TİP) Parti Meclisi Üyesi Bilge Seçkin Çetinkaya’yla konuştuk.

Kılıçdaroğlu’nun, Erdoğan ailesinin ABD’de kurulan TÜRKEN Vakfına TÜRGEV ve Ensar aracılığı ile milyonlarca dolar aktardığı, ABD’ye kaçış hazırlığında oldukları yönündeki açıklamalarıyla başlayalım. Kılıçdaroğlu iddialarına ve AKP cephesinden verilen sert reaksiyona sizin yorumunuz ne?

Aslında bunlar bilinmeyen şeyler değildi. Ancak bu belgeler mekanizmayı ve kimi soruları açığa çıkarıyor. TÜRGEV ve Ensar gibi vakıflara kimler bağış yapmaktadır mesela? Bu bağışların beşli çetenin ihaleleri ile ilgisi var mıdır? İhale sonucu inmeyen uçakların, geçmeyen arabaların, olmayan elektriğin bedeli ile bizden çalınanlarla ilgisi nedir? Bu vakıflar o paraları ABD de ortak kurdukları bir vakfa -ki onun da başında en güvenilir aile bireyleri ve yakınlar var- aktarıyorlar. TÜRKEN kuruluşundan bugüne ABD’de eğitim görmekte olan 140 bin Türkiyeli öğrenciden yalnız 50’sine burs vermiş. Gönderilen paraların miktarı düşünüldüğünde ne kadar eğitim(!) odaklı oldukları anlaşılıyor. Özetle olağanüstü hal ve sopalı seçimden başka bir de ‘c’ planı olarak kaçış planı olduğu düşünülebilir.

Bunun ortaya çıkmasından kaynaklı bir panik havası seziliyor. Bu bilgilerin Kılıçdaroğlu tarafından dillendirilmesi AKP’yi paniğe sevk etti. Bütün bunların bir dönem sonra sorumlularının yargı önüne çıkarılmasını da içeren bu hamle bir panik yaratmış olabilir. Bir de tabii, karşısındakileri sürekli dış mihraklarla iş birliği yapmakla suçlarken, bir taraftan da böyle bir pozisyonda yakalanmak ellerini politik olarak bir hayli zayıflatıyor diye düşünüyorum.

Diğer yandan kaçacaklar ya da kaçmayacaklar, bunlar ihtimaller, ama bu muhalefetin şu sorununu çözmüyor. “Her şeyi seçime erteleyelim, iktidarı bırakmaz yargısına kapılmayalım, çünkü bırakıp kaçacaklar!” Bu olabilir, dünyanın pek çok yerinde pek çok diktatör halkları ayaklandığı zaman ya da iktidardan indirildikleri vakit kaçmıştır çünkü geçmişte işlediği suçlardan dolayı cezalandırılmak istemez ve güvenli bulduğu bir ülkeye sığınır. Bu bilmediğimiz bir şey değil. Böyle bir ihtimal olsa bile muhalefetin yaptığı hamlenin biraz yine “Seçime kadar her şeyi erteleyelim, seçimle gönderelim, bu iş bitsin”e sıkışmak olduğunu düşünüyorum.

Dolayısıyla SADAT önüne gitme, mitingler düzenleme gibi son dönemde yoğunlaşan burjuva muhalefet hamlelerinin, seçimi beklemekten çıkma yönünde bir strateji değişikliğini gösterdiği yorumlarına katılmıyorsunuz?

Şöyle düşünüyorum, bu çok tasarlanmış bir toplumsal muhalefet. Hatırlarsanız bir Adalet Yürüyüşü olmuştu, bütün mesele toplumsal muhalefetin CHP arkasına dizilmesiydi. Ondan öncesini hatırlayalım, ondan önce HDP’nin yüzde 10 barajını geçmesiyle başlayan, farklı, kadın hareketi, çevre hareketi, LGBTİ+ hareketi gibi bütün ezilenlerin, işçilerin de umut olarak görmeye başladığı bir başka toplumsal hareket vardı. Müesses nizam buradaki tehlikeyi gördü, bu çok tehlikeli bir muhalefetti ve bu muhalefetin dağıtılması için gereken her şeyi yaptı. Gerek provokasyonlar yoluyla, gerek HDP’nin Türkiyelileşme projesini hayata geçirmeye yaklaşan Selahattin Demirtaş’ın ve bütün o kadronun hapsedilmesi yoluyla o muhalefet bir biçimde sindirildi ve dağıtıldı. Önümüze adalet yürüyüşleriyle çerçevesi çizilmiş bir muhalefet konuldu. Bugün altılı masaya baktığınızda devletin parçalı yapısı tarafından sınırlanacak hiçbir konu göremiyorsunuz. Ne Kürt meselesi konusunda farklı önerileri var, ne işçilere yeni sendika yasası öneriyorlar. Kadınlara birtakım vaatleri var ama bunun gerçekleşeceğine dair garantiyi sağlayacak bir toplumsal muhalefeti içermek konusunda muhafazakar kanattan dolayı son derece tedirginler, içeremiyorlar. CHP bu konuda bir atılım yapıyor ama bu atılımın sınırları çok belli. Mesela SADAT önüne gitmek genel olarak da iyi bir hamle olabilir ama bunun arkasına baktığınızda çok da bir şey yok, oraya gidiliyor ve bitiyor. Ya da Maltepe’deki mitingde miting yapılmasının vesilesi olan Kaftancıoğlu konuşamadı. Dolayısıyla sınırları belli bir muhalefet olduğunu düşünüyorum. Ve ülke olarak bahsettiğim gibi bu muhalefetin arkasına dizilmiş durumdayız. İstiyoruz ki gerçekten iyi bir aday çıksın ve kazansın, ki bu baskı yönetiminden kurtulalım. Ama bunu yaparken bir programımız, ondan sonrası için bir sigortamız yoksa bugün olup bitenler bize geri dönecek. Mesela tekrar bir tek adam rejimini engelleyecek ne var? Aday tartışmanın böyle bir dezavantajı olduğunu düşünüyorum.

Sigorta olmalı dediniz, nasıl bir sigorta?

Şöyle, adayın kim olacağı önemli bunu kabul ediyorum ama bunu denetleyebilecek mekanizmanın, bunu denetleyebilecek bir muhalefetin olması da önemli. Anakronik bir şey yapacağım, “Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” sloganı gündemde biliyorsunuz. 1908 benim de akademik olarak çalıştığım bir dönem olduğu için çok da sık karşılaştığım bir slogan. O dönemde İttihat ve Terakki’nin yanında işçiler, kadınlar, Ermeni devrimciler, tiyatrocular, aydınlar bütün toplumsal muhalefet Abdülhamid’i tahtan indirmek için birleşmişti. Onun gitmesinden daha önemli bir gündemleri yoktu. Evet Abdülhamid gitti ve 8 ay bir devrimi yaşadılar. Ama İttihat Terakki iktidara yerleştikçe ve yeni müttefikler edindikçe eski müttefiklerini tasfiye etti.

Nasıl tasfiye etti?

Mesela Tatil-i Eşgal Kanunu’yla 1908 boyunca grevlerle bütün imparatorluğu sarsan işçilerin canına okundu. Grevler bastırıldı. Gazeteciler öldürüldü, oyunlar yasaklandı ve Ermeniler bir soykırıma uğradı. Dolayısıyla “Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” diye bağırırken akılda tutmamız gereken, kendi gündemlerimizi gündem edecek örgütlülüklerimizi güçlendirmek. Ben biraz yedili masayı, HDP, TİP, EMEP, EHP, TÖP, Halkevleri ve Sosyalist Meclisler Federasyonu olarak bir araya geldiğimiz yapıyı bu sigorta olmaya doğru en azından hamle ettiğimiz bir araç olarak görüyorum. Üçüncü ittifakın ezilenlerin sigortası olduğunu düşünüyorum.

KİMSENİN KÖKENİ TARTIŞILAMAZ

Maltep mitingi sonrası daha yoğun tartışılan Kılıçdaroğlu’nun adaylığı yorumlanırken, Partiniz Milletvekili Ahmet Şık’ın Kılıçdaroğlu’nun adaylığının önündeki en büyük handikabın Alevi kimliği olduğunu söylemesi konuyu boyutlandırdı. Şık, meramını iyi ifade edemediğini belirtip özür dilese de tartışma sürdü. Siz nasıl bakıyorsunuz, “Alevi kimliği seçilmesinin önünde risk teşkil ediyor” fikriyle mücadele etmek mi, buna teslim olmak mı?

Şöyle olduğunu düşünüyorum, bu memlekette Kürt kökenli ya da Alevi kökenli olup devletin içerisinde belirli noktalara gelebilen insanlar var, aslında mesele bu kimlikleri ifade ederek, bundan kaçınmayarak var olabilmek. Ahmet’in söylediği şeyin yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. Şu söylenmeye çalışılıyor, Türkiye’deki iktidarların ve devletin provokasyon bagajı var. Provokasyon yapmak istediğinde birkaç yerden yapabiliyor, bunlardan bir tanesi Kürt diğeri Alevi meselesi. Ahmet’in ifade etmeye çalıştığı şey muhtemelen budur. Bu devlet, bu iktidar bir provokasyon yapacaksa bunlar üzerinden yürür. Kılıçdaroğlu üzerinden de bunu yapabilir demeye çalıştı. İlke olarak kimsenin kökeni sorgulanarak aday olması ya da olmamasını tartışamayız. Birisi Kürt diye, Alevi diye, Ermeni diye ya da LGBTİ diye aday olamaz diye bir kriterimiz yok zaten. Mesele bu değil.

BİR SÜRÜ YÖNTEMİ DENEYECEKLER

Hak savunucularına, siyasilere verilen ağır cezalar, yasaklar, cumhurbaşkanlığına hakaret diyerek lise öğrencilerinin sınıflarından alınmasına kadar inen baskılar “Kazanmak için her şeyi yapacaklar, iç savaş çıkaracaklar” karamsarlığını büyütüyor. Siz de sopalı seçim sürecine işaret ettiniz. Ne dersiniz, mitingler, SADAT’ı işaret etmek gibi hamleler kaygıları gidermek için yeterli mi? Neler yapılmalı?

Öncelikle karamsar tablo çiziyoruz çünkü gerçekçi olmak gerekiyor. Bir sürü yöntemi deneyecekler ve ellerinde SADAT gibi, tarikatlar gibi daha bilmediğimiz bir sürü aygıt ve örgüt var. Bir taraftan da biz açlık, işsizlik, barınamama, geçinememe gibi bir yığın sorunla hayatta kalmaya çabalıyoruz bütün bir ülke olarak. Mesela adalet tümüyle çökmüş durumda. Adalet politik insanlar için zaten sağlanamazdı, pek çok konuda adalet sorunları hep vardı ama artık sıradan adaleti, kanun önünde eşitliği talep eder durumdayız. Ama tarihten şunu da biliyoruz, böyle dönemleri aştık. Nasıl aştık, daima birbirimize tutunarak ve örgütlenerek aştık. Bunu göz önünde bulundurmamız, kendi gücümüze güvenmemiz ve örgütlenmemiz gerekiyor. Bu karanlıktan çıkışın başka bir çözümü olduğunu düşünmüyorum.

BİRLİKTE MÜCADELE ETMEKTEN BAŞKA ŞANSIMIZ YOK

Son dönemin sabit sorularından biri haline gelen şu soruyu size de yöneltelim; AKP’nin kitle desteğinde bir gerileme söz konusu ama bu mücadelede bir yükselmeye denk düşmüyor. Pahalılığa, geçinememeye karşı hoşnutsuzluk büyüyor, ama verilen tepkiler neden yeterince güçlü ve caydırıcı olamıyor, neden örgütlenemiyor?

Bu Gezi’de sert bir şekilde sol olarak yüzümüze çarpan bir meseleydi. Bu kadar öfke, bu kadar isyan, bu kadar cesaret var ama biz bu kadar örgütlü yapı niye bu öfkeyi, cesareti, isyanı örgütleyememiştik o güne kadar? Bunu sorgulamaya çalıştık. Bence bizim mevcut yapılarımız, siyasi partilerimiz, sendikalarımız, her türlü örgütümüz bütün bu öfkeyi kavrayabilecek ve örgütleyebilecek bir yapıya sahip değildi. Gezi’den sonra bunu hem teorik ama hem de pratikte daha ciddi değerlendirmeye çalışıyoruz. Diğer yandan bizim dışımızda ortaya çıkan başka seçenekler var. Mesela bu yoksulluk içinde göçmenlere yönelen öfke. En kolay biçimde daha altta olana yöneliyor. Öfkeyi aşağıya yöneltmeyi örgütleyen siyasi birtakım odaklar ortaya çıkıyor, bu odaklar pompalanıyor, operasyonel bir biçimde kullanılıyor ama siz mesela göçmen politikanızı anlatmaya çalıştığınızda bunun çok ütopik olduğu söyleniyor. Aslında ütopik olan buraya gelen bu kadar insanın geri gidebileceğini düşünmek. Ama sizin ulaşma kapasiteniz sınırlı, çok sınırlı bir alanda politika yapmak zorunda kalıyorsunuz.

Yine de ben buradan kendimizi temize çıkarmayacağım. Örneğin işçilerin, emekçilerin asgari ücret nedeniyle, çalışma biçimlerinden dolayı ortaya çıkan tepkilerinin en hızlı örgütlenebileceği yerler sendikalar. Ama kurumsal sendikalarımızın yapısı işçileri, emekçileri örgütlemeye uygun mu mesela? Bunları değiştirmemiz, bugünün koşullarına uygun hale getirmemiz gerekmiyor mu? Toplumun kılcal damarlarına nüfuz edecek örgütlenmelerimiz olmadan nasıl örgütleneceğiz? Nasıl bir arada durabileceğiz diye düşünüyorum. Şu da var, Don’t look up (Yukarı bakma) filminde çok güzel tarif ediliyordu, siz ne kadar doğru, gerçek bir tehlikeye işaret ediyor olursanız olun, o hakikat o gürültü içinde, gürültülerden bir tanesi olabiliyor ancak. Dolayısıyla karşı karşıya olduğumuz ekonomik, ekolojik, cins temelli, sınıf temelli ayırımcılığa dayalı bütün bu ayırımcılıkların karşısında ne söylüyor olursak olalım, bu o gürültülerden biri olabiliyor. Bu alanlarda bir direniş örgütlemediğimiz sürece.

Bu bağlamda beş ay önce en geniş demokrasi cephesini oluşturmak, halka üçüncü seçenek sunmak hedefiyle bir araya gelen 7 parti ve kurumun çalışmalarını da soralım. Görüşmeler nasıl ilerliyor? Kısa vadede ortak bir deklarasyon kamuoyuna sunulabilecek mi?

O çalışmanın içinde değilim, o nedenle nasıl gittiğine dair bir şey söyleyemeyeceğim ama biliyorsunuz asgari ücretin güncellenmesi tüm ücretlerin yükseltilmesi talebiyle bir kampanya düzenleniyor. Bu çalışmayı aynı zamanda bizi ortak hareket etmeye yaklaştıracak bir alan diye düşünüyorum.

Sol kendini birbiriyle rekabet halinde de tanımlıyor. Ama bütün bu alanlarda mücadele eden insanların hepsinin bizim insanlarımız olduğunu biraz idrak etmemiz gerekiyor. Yani biz istemesek de aslında, bütün bir toplum bizi bir torbanın içine koyup sallıyor, biz o çerçevenin içindeyiz. Biraz daha fazla ortak mücadele alanları açıp, birlikte başardıkça daha iyi bir biçimde iş birliği yapacağımızı, daha iyi bir şekilde örgütleneceğimizi pek çok politik meselenin beraber mücadele edilirken de tartışılmaya devam edebileceğini düşünüyorum. 7’li yapının en önemli ilkelerinden birinin de bu olduğunu düşünüyorum. Öyle bir durumdayız ki birlikte mücadele etmekten başka bir şansımız yok var olabilmek için. Çünkü ne iktidarın, ne de muhalefetin millet ve cumhur tanımı içinde biz yokuz. Ne işçiler, ne yoksullar, ne onların dertlerine programatik bir çare, ne Kürtler, ne Aleviler, ne solcular, ne kadınlar, ne LGBTİ’ler ne ekolojik radikal bir hamle, iktidarın da muhalefetin de programında yok. Bütün bunlar yaşamsal ve yapmak bizim görevimiz ve bunun için de örgütlü olmak, bir arada durmaya gayret etmek durumundayız.

MUHALEFET YİNE İKTİDARIN ARKASINA DİZİLECEK

Sınır ötesine harekat düzenlemek, “Seçime giderken bu iktidar ne yapabilir” sorusuna verilen yanıt listesinin ilk üç maddesinden biriydi. Irak’ın kuzeyine pençe harekatı zaten başlatılmıştı, şimdi de Rojova’ya girmek için hazırlıklar yapıldığı söyleniyor. Bu harekatla Erdoğan rejimi esas olarak neyi amaçlıyor?

Bu harekatları yaparak kendi iktidarlarını korumak, iç politikayı biçimlendirmek ve ellerindeki sopayı daha güçlü bir biçimde tutarak daha olağanüstü koşullarda ülkeyi yönetmek gibi bir taktikleri var. Böylece halihazırda patlamaya hazır hale gelmiş sosyal reaksiyonları bastırmak gibi bir dertleri var ama bu kez çok başarılı olabileceklerini mevcut ekonomik krizden dolayı düşünmüyorum. Bu iktisadi krizin politik bir manevra ile atlatılması mümkün olacak mı göreceğiz.

Ukrayna savaşı nedeniyle ortaya çıkan aralıktan Suriye’ye harekat düzenleyerek aynı zamanda oradaki Kürt nüfusun yerine Sünni ve Arap nüfus yerleştirerek bir nüfuz mühendisliği de yapmak istiyorlar. Bu tip emellerine dair kendi açıklamaları da var. 
Genelde bu tür sınır ötesi operasyonlar, ya da Rojova’ya operasyon meselesi milliyetçi hezeyanları ortaya çıkarma ve muhalefetin de milliyetçi kanadını bu cephenin arkasına dizme manevrası olarak ortaya çıkıyor. Bunu daha önce de gördük. Altılı masa içindeki partiler genelde bu konuda iyi bir sınav vermediler. Şehitler, operasyon, milliyetçi hezeyan mevzubahis olduğunda şehitlerin olmaması yönünde bir hamle yapacaklarına iktidarın arkasına dizilerek bu sorunların sürmesine yol açacak bir yol seçtiler. Burada belirleyici olan muhalefetin aynı hataya düşüp düşmeyeceği. Büyük oranda düşeceğini, milliyetçi-muhafazakar oylara da talip oldukları için arkasına dizileceklerini düşünüyorum.

Sınır ötesi operasyon silahının kullanılıyor olması erken seçimin de işareti olabilir mi?

Zorla sürdürülmesi ihtimali de, erken seçim ihtimali de var. Olağanüstü hal koşulları daha da arttırılarak bu döneme girilebilir diye düşünüyorum. Çünkü yasaklamalar, her türlü demokratik protesto hakkının gaspı, kişisel alana varan müdahaleler, tutuklama ve yargılama yoluyla siyasi cezalandırmalar belli ki devam edecek. Baskıları arttırarak, sınır ötesi harekatlarla daha olağanüstü bir durum ve milliyetçi hezeyanlar yaratarak iktidarlarını sürdürmek ya da böylesi koşullarla seçime gitmeyi de tercih edebilirler.

ÖNCEKİ HABER

CHP'li Erbay Çevre Ajansı’na yeni yetkiler verilmesini amaçlayan kanun teklifine tepki gösterdi

SONRAKİ HABER

Muğla’da yapılması planlanan çimento fabrikasına verilen ruhsatın iptali istendi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa