29 Mayıs 2022 03:40

Erdoğan Aydın: Fethedenler dahi İstanbul’un fethini kutlamadı

Araştırmacı Yazar Erdoğan Aydın ile iktidar tarafından örgütlenen "İstanbul'un fethi kutlamaları"nı konuştuk.

Erdoğan Aydın | Fotoğraf: MA

Paylaş

İsmail AFACAN
İstanbul

İstanbul’un fethi kutlamaları sağcı hegemonyanın bir propaganda malzemesi olarak hayata geçirilirken bir yandan da çatışma halindeki burjuva kliklerinin bir uzlaşı noktası olabiliyor. Toplumsal sorunların çözülmek yerine üstünün geçmişten gelen “kahramanlık hikayeleriyle” örtülmesi yeni bir yaklaşım değil. Dahası toplumsal sorunlar derinleştikçe, kutlamaların “parıltısı” da artırılıyor. Peki İstanbul’un Fethi ne zaman kutlanmaya başladı? İktidar bu kutlamaların “coşku derecesini” artırarak aslında neyi planlıyor? Nasıl oluyor da burjuvazinin farklı kesimleri bu kutlama seslerinde ortaklaşıyor? Tüm bunları Tarihçi-Yazar Erdoğan Aydın’la konuştuk. 

İstanbul’un fethi kutlamaları nasıl başladı?

İstanbul’u fethedenler “İstanbul’un fethi” diye bir kutlama yapmadı. Aslında bu tip seremoniler toplumu belli bir ideolojik şekillendirme ihtiyacına sahip olan kesimler tarafından çeşitli zamanlarda yapılır. O nedenle İstanbul’un fethi meselesinde aslında milliyetçiliğin, antikomünizmin, yeni nesillerin tarihteki derin yaşanmışlıklarla övünür hale getirmenin, bir anlamda gözlerini kapatmanın aracıdır. Bu açıdan baktığımızda bu gösterilere en çok ihtiyaç duyulan dönemin Türkiye’de sola karşı, sosyalistlere karşı kampanyaların açıldığı, ABD iş birlikçiliğinin en çok arttığı dönemlerde gerçekleştiğini görüyoruz. Nitekim fethin 500. yılı olan 1953’te, tam da bu değişimin olduğu dönemde yapıldı. Yani Türkiye’nin NATO üyesi olduğu, antikomünist rüzgarların alabildiğine artırıldığı, gençlerin gözlerinin bağlanmaya çalışıldığı, gençlere Fatih gibi, Ulubatlı Hasan gibi rol modellerin önerildiği, militarizm propagandasının toplum içinde yayılmaya ihtiyacının hissedildiği dönemde gerçekleştirildi.

Cumhuriyet öncesinde de bir kutlama söz konusu… Osmanlı’nın son döneminde…

Evet… Bundan önce ufak bir girişimle daha karşılaşıyoruz. 1913’te başını Camal Paşa’nın çektiği benzer bir etkinlik daha var. İttihat ve Terakki Cemiyetinin Türkçü paşasının yaptırdığı etkinlik görece sönük. Osmanlı İmparatorluğu’nun Alman emperyalizminin yedeğinde savaşa hazırlandığı dönem.

"FATİH’İN YAPMADIĞI İŞLERİ GÜNÜMÜZ ‘FATİHÇİLERİ’ YAPIYOR!"

İstanbul’un fethi kutlamalarına siyasal İslamcı hareketin özel bir ilgisi var. Geçmişte de bunun örneklerini görüyoruz…

Bu mesele bir de Türkiye’de İslamcı hareketin yeniden yükselmeye başladığı ’70’li yıllardan itibaren, bu sefer doğrudan devlet tarafından değil de İslamcı hareket tarafından özellikle kendi toplumsal hegemonyaları için kullanılmıştır. Nitekim ‘Karadan gemiler yürütmek’ şeklinde gerçekle alakası olmayan mizansenler dahil olmak üzere sürekli ‘mehtercilik’ hali bunun göstergesi. Yani tarihin birileri tarafından -bu bazen bir devlet, bazen siyasi partiler, bazen dergiler oluyor- istismar edilmesi durumuyla karşı karşıyayız. Fatih’in yapmadığı işleri günümüz ‘Fatihçileri’ yapmaya kalkışıyorlar. Herhalde Fatih yaşasaydı bunların peşinden-negatif anlamda- koşardı.

Sizce bu tip kutlamalar nasıl bir motivasyon sağlıyor?

Buradan hareket ettiğinizde aslında geçmişinde savaşlar ve fetihlerle övünen bir tarih yazımı, etkinlik devletlerin sınıfsal karakteri ve içine girdikleri krize karşı ürettikleri çözümle doğrudan bağlantılı. Demokrasinin yükseldiği dönemlerde devletler ve toplumlar geçmişlerindeki savaşlarla övünmek yerine tam tersine refah ve adaletle övünürler. O zaman geçmişteki askeri zaferlere ihtiyaç duymazlar. Psikolojileri de buna uygun değildir. Veya kendi toplumuna karşı görevlerini yerine getiren bir devlet bu tip bir militarizm övücülüğünü topluma aşılamaya kalkmaz. Bunlar tamamen reel sorunlarını, toplumun gerçek sorunlarını unutturup, toplumun gözlerini tarihle bağlama çabasıdır. Buna ihtiyaç duyulan bir başka nokta da Türk tarihinin aslında dünya bilim, edebiyat, adalet tarihine çok anlamlı bir katkı yapmamış olmasıdır. Dolayısıyla başarı denilince bir tek akla gelen, başka halklara ait olan şehirlerin, toprakların fethi ve bu fetihler sırasında ölmeye, öldürmeye giden savaşçıların anıları olmuştur. Onlar da süslenerek fetih anmalarının güncelleşmesinin nedeni oluyor.

"KLASİK KEMALİST DÖNEMDE BÖYLE BİR ŞEY YAPILMAZDI"

Tarihsel arka plan anlattınız. Bu dönemde de İstanbul’un fethi propagandası yapılıyor. Bugün yapılan kutlamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

AKP’nin yükseliş damarını anımsayalım. Osmanlıcılık ve fetih siyaseti… İktidar oldukları dönemde bu motivasyonu diri tutmaya çalıştılar. Bir taraftan bu etkinliklerle gençlerin gözlerini bağladılar diğer taraftan toplumun yaşadığı sorunları; yoksulluğu, işsizliği, örgütsüzlüğü, demokrasiyi unutturmaya yönelik bir girişimde bulundular. Ne yazık ki devletin çok önemli kaynakları toplumu çağdaş değerlerden uzaklaştıran; savaşa ve militarizme teşvik eden anlayışın beslenmesi için kullanıldı. İşsizlik, yoksulluk için harcanması gereken kaynakların bu tip etkinliklere harcanması iktidarın halkına karşı sorumsuzluğunun açık göstergesidir.

Fatih ve İstanbul’un fethi başlıkları birbiriyle çatışan burjuva kliklerin uzlaştığı konulardan. İmamoğlu geçtiğimiz sene İstanbul’un fethi kutlaması yaptı. Bu etkinlikler muhalif kanallarda da şaşaalı şekilde gösterildi. Bu uzlaşıyı nasıl yorumlarsınız?

Klasik Kemalist dönemde böyle bir şey yapılmazdı. Yüzü ileriye dönük egemenler tarihin bu denli güncelleştirilmesinden çok yana olmamışlardır. Fakat genel olarak solu ezme, toplumun sola yönelimini engelleme kaygıları arttığı zaman başvurulan şeylerdir. Doğrusu ben İmamoğlu dahil CHP’nin bu gösterilere katılıyor olmasının İslamcı, sağcı bir hegemonya olmasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bu meselelere ya katılarak ya da sessiz kalarak Türkiye’deki merkez muhalefetin toplumu değiştirme konusunda gerekli iradeye, öz güvene sahip olmadığını gösteriyor. Normal koşullarda CHP’nin İstanbul’un fethi gösterilerini övgüyle karşılamayacağını düşünüyorum.

Türkiye’de burjuva muhalefet dönem dönem sağ popülizm olanaklarından yararlanmaya çalışıyor…

Bugün Türk-İslam sentezi ve muhafazakarlık muhalefetin üzerine çökmüş vaziyette. Sağcı, yayılmacı, Osmanlıcı hegemonya bugün burjuva fraksiyonlara hakim. Ya da karşı çıkma tutumu sergileyemiyorlar diyebiliriz.

"BUNLARDAN TARİH ÖĞRENMEYE KALKANLARIN VAY HALİNE"

’60’lı ve ’70’li yıllardaki filmlerde hep Fatih’in fedaisini gördük. Şimdi kendisini görüyoruz. Bu durumu nasıl açıklarsınız?

Geçmişte Malkoçoğlu, Tarkan gibi ikincil figürler ön plandayken, şimdi Fatihler, Osman Beyler, Abdülhamidler doğrudan sahneye çıkartılmakta. Bu da aslında yaşanan krizi ‘tamir’ etmekteki zorluğu gösteren bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Bir numaralı aktörler devreye sokuluyor ki ikna kapasitesi daha çok artırılabilsin. İster Malkoçoğlu, Ulubatlı Hasan; ister sultanların kendisi kullanılsın bunların yaptığı filmler, kitap diye sattığı tarih anlatıları tarihin çarpıtılmasından ibaret.

Fatih’e ilişkin, Kanuni’ye ilişkin anlattıkları gerçeklikten çok bir propaganda filmidir. Tarih arenasında tarihsel isimler kullanılarak bize propaganda yapılmaktadır. Nasıl propaganda? Gerçek dışı, toplumu formatlamaya yönelik. Bu filmlerde anlatılanlarla tarihsel gerçeklik arasında en küçük bağ yoktur. Tarih doğru okunursa ezilenlerin gözünden okunursa gözümüzü açan bir bilimdir. Başta Türkiye’nin egemenleri ve onların din ve milliyet istismarı üzerinden giden kesimler ne yazık ki tarihin çarpıtılmış bir tablosuyla adeta memleketi yönetmeye, “Vay be biz ne kadar büyükmüşüz” imajıyla sürekli toplumun gözlerini bağlamaya çalışmaktadırlar. Bunlardan tarih öğrenmeye kalkanın da vay haline.  

"ÜRETTİKLERİ TEZLERİN DAYANIKSIZ OLDUĞUNU KENDİLERİ DE BİLİYOR"

Burada bir parantez açmak istiyorum. Son dönemde Fatih kadar Abdülhamid figürüyle de karşılaşıyoruz. Hem dizilerde hem de güncel politikada…

Abdülhamid döneminde toprak kaybedilmediği iddia edilmektedir. Oysa Abdülhamid döneminde bugün mevcut Türkiye’nin iki katından fazla toprak kaybedilmiştir. Abdülhamid’in dönemin emperyalist devletlerine başkaldırdığı iddia edilmektedir; oysa belgeli bir şekilde Abdülhamid’in bir elinde baston diğer elinde Alman İmparatoru II. Wilhelm’in koluna girerek ancak ayakta durabildiği gerçeği vardır. Abdülhamid döneminde emperyalistlere tavır koymak bir yana, Abdülhamid’in gücü sadece kendi muhaliflerine yetmektedir. Mithat Paşa’yı mahkemelerle ömür boyu cezaya çarptırıp sonra boğdurtarak öldürmektedir. Ermeni halkına karşı sürgünler gerçekleştirmeye yetmektedir. Hamidiye Alaylarını rakiplerine karşı kullanmaya yetmektedir. Bütün muhaliflerini yurt dışına çıkmak zorunda bırakan istibdat rejimi kurmaya yetmektedir. İslamcı camiada çok muteber bir isim olan Mehmet Akif Ersoy bile Abdülhamid’e bayrak açmıştır. Ersoy’un gözünde bile bir istibdat temsilcisidir. Ve şeriatı istismar ederek 33 yıl boyunca toplumun ezilmesine neden olan kişidir.

Son olarak AKP, tarih yazımı anlamında egemen bir tarih anlayışı yaratabildi mi?

Belli bir kesim nezdinde yarattılar. Belli bir kesim nezdinde öncekiler de yaratmıştı. “Bir Türk’ün dünyaya bedel olduğu”, “Damarında asil bir kan aktığı”, “Cihan hakimiyeti mefkuresi” gibi.  Bunlar diğerlerinin ürettiği tezleri ifrata vardıracak şekilde geliştirdiler. Toplumun bir kesimini bu yönde şekillendirdiler.

Ürettikleri tezlerin ne kadar kof ve dayanıksız olduğunu kendileri de biliyor. Bu nedenle alternatif tezlere karşı yasağı, sansürü ve baskıyı yaygın bir mekanizma olarak kullanıyor. Bu dönem tam anlamıyla bir medeniyet kaybı yaşıyoruz. Hakikatin yerine propaganda ve yanılsama ön plana geçti. Bunların ürettiği hiçbir tezin kalıcı olması mümkün değildir.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Mersin’de ev taşımacılığı yapan işçiler ücretlerinin artırılması talebiyle iş bıraktı

SONRAKİ HABER

Kültür şiirinden gül yoluna: Seyhan Erözçelik

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa