Maçka’da kamusal tiyatroya mercek tuttuk
Kamusal tiyatro tartışması bizi, Esenyurt’ta yaşayan ve sınıfsal pozisyonundan dolayı bırakın tiyatroyu tiyatronun yapıldığı bölgelere bile ulaşamayan işçileri konuşmaya götürdü.
Kaynak: Unsplash
Deniz BİCE
İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Oyunculuk Anasanat Dalı öğrencisi
Geçtiğimiz günlerde Evrensel gazetesiyle Yeni-e İkinci Okur Buluşması’yla bir araya gelme fırsatım oldu. Sıkı bir takipçisi olmamama rağmen gündemden ve güncel bilgiden bizi sürekli haberdar ediyor olması gazetenin en öne çıkan özelliklerinden biri, bu da gazeteyi bizlere çabukça yakınlaştırıyor. Yeni-e ise bu sefer hem sanat emekçilerinin hem de sahne sanatları izleyicilerinin doğrudan öznesi olduğu bir başlık altında topladı bizleri: “Kamusal Tiyatro ve Kamusal Sanat”
KAMUSAL TİYATRO NEREDE DURUYOR?
Ben bizzat bir oyunculuk öğrencisi olmama rağmen bu iki kavramın bir araya gelişiyle yeni yeni tanışıyorum ve öznesi olduğum bu konu hakkında oldukça fazla merak ettiğim şey vardı. Etkinliğin, katılımcıların da heyecanı ve samimiyetiyle, ilk ağızdan tartışabileceğim ve üzerine konuşabileceğim bir forum haline dönüşmesi ortama çok daha hızlı ayak uydurmamı sağladı. Forum esnasında sanat emekçilerinin, oyuncuların bugünkü taleplerinin ne olduğu tartışıldı. Konu emek ve talepler etrafında şekillendikçe mesele “aydın” kesim olarak tartışılan oyuncuların işçi sınıfıyla olan bağı konusuna geldi ki bu bir sürpriz de değildi. Bununla birlikte bugün sanat emekçilerinin en geniş kesimler tarafından sahiplenilmesi için neler yapılabilir üzerine konuşuldu. Kamusal tiyatro ama “Kamu kim?” ve “Kamusal alan neresi?” gibi sorular; bizi, en kaba tabirle, Cihangir’de zaten tiyatroya erişebilen yığınların arasında tiyatro yapmak bir yana Esenyurt’ta yaşayan ekonomik durumu ve sınıfsal pozisyonundan dolayı bırakın tiyatroyu, tiyatronun yapıldığı bölgelere bile ulaşamayan işçileri konuşmaya götürdü.
Tam bu noktada “kamusal tiyatro” nerede duruyor sorusu doğdu. Çeşitli argümanların sunulduğu, herkesi “kışkırtan” bu soruların nihayetinde herkesin ortaklaştığı bir şey vardı, o da haklarımız için sanat emekçileri olarak mücadele etmek. Katılımcıların soruları ve yanıtlar aslında bu konuyu konuşmak için geç bile kaldığımızı bize gösterirken bir yandan da bir şeyi, en azından bana, tekrar hatırlattı: Söyleşmenin, tartışılan kavramın ne olduğu önemli olmaksızın, insana getirdiği bilinç.
Sansürsüz zihin akışı, karşılıklı fikir çarpışması çoğu zaman insanın tek başına bilinç düzeyine çıkarabildiği şeylerin çok daha fazlasını doğuruyor, bazı şeyler ise senin düşüncelerin bir başkası tarafından cümlelere dökülmeden fark edilmiyor. Bu söyleşinin katılımcılarının en azından bir kısmına “Hah! Evet ya, aynen öyle!” dedirttiğine ve çatısında toplandığımız başlık hakkında artık doğru tartışma cümlelerini bilerek alandan ayrıldığımıza ikna oldum ben. Yanı sıra Kemal Aydoğan ve Ayşen Güven gibi akılları da bizler için bu kadar ulaşılabilir ve yakın hale getiriyor olması Yeni-e’ye teşekkür etmem gereken meselelerden biri. Lafın kısası, bu tarz söyleşilerin toplumsal bilinç üzerindeki etkisini doğrudan gözlemlediğim enfes bir söyleşi geride bıraktım. Devamının gelmesi ve hep birlikte konuşup, sorup, sorgulamamız dileklerimle.