"Hep yoksulduk böylesini görmedik"
Ekmek askıdan, kıyafet dosttan. Mutfakta et yok, kasaptan alınan kuru kemik var. Çocukları ‘yokluktan’ okula devam edemezken, hayattan ümitleri giderek tükeniyor. Kadınlar "Böylesini görmedik" diyor.
Fotoğraflar: Evrensel
Meltem AKYOL
İstanbul
Çay, süt, ekmek, benzin doğal gaz… Hani iğneden ipliğe denir ya. İşte zam furyası tam öyle. Bir dalga bitmeden yenisi başlıyor. ‘Geçim derdi’ hep vardı da bugün yaşanılanların ağırlığı daha önce yaşayıp bildiklerine benzemiyor: “Hep yoksulduk böylesini görmedik.”
Esenyalı’dan, yoksul kadınların arasından bildiriyoruz!
BENİ SENEYE DE RAMAZAN KOLİSİNE YAZAR MISIN?
Erenköy, Suadiye, Bostancı… Pendik’e bağlı Esenyalı mahallesine gidiyorum, ineceğim durağa daha var.
Bu arada telefondan Pendik’in yerel seçim sonuçlarına bakıyorum. Pendik’te belediye seçimlerini 1994’te Refah Partisi, 1992’de Fazilet Partisi, 2004’ten sonra ise hep AKP kazanmış. 2014’te AKP ve MHP farklı adaylarla girmiş seçime, yüzde 52,92 ile AKP almış. MHP’li adayın oy oranı 8,16. Cumhur İttifakının oy oranları toplamı yüzde 61. Aynı yıl CHP’in oy oranı ise yüzde 29,7’de kalmış. 2019’da Pendik’te seçimi yüzde 54,76 ile AKP’nin adayı Ahmet Cin kazanırken, onu 41.27 ile CHP’nin adayı izliyor. Oy farkı 13 puana inmiş.
Kaynarca, Tersane, Güzelyalı, Aydıntepe... Buradan dolmuş ile aktarma yapacağım.
Etrafı TOKİ’ler ve sanayi ile çevirili bir işçi mahallesi burası. Biraz dolanarak da olsa Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği’ne ulaşıyorum. Dernekte ‘ekmek günü’ bugün. Ne demek bu derseniz, ‘askıda ekmek’ gibi düşünün, bu ‘dernekte ekmek.’ Birileri derneğe bağış yapıyor ama doğrudan ekmek bağışı, o ekmekler üçerli poşetleniyor. Derneğin yardım grubunda olanlara mesaj atılıyor: Ekmek geldi. 100 ekmek var bugün. Dernek Başkanı Adile Doğan öğle arasının bitmesini bekliyor. Çocuklarını okuldan alanlar ya da bırakanlar var, onlar da gelebilsin diye.
Kadınlar gelene kadar Adile ile konuşuyoruz. Sohbetimize yeni demlenmiş çay eşlik ediyor.
Yoksulluğun her geçen gün derinleştiğini anlatıyor Adile, nisan ayında derneğe 150 kadın başvurmuş, ekmek, kıyafet ya da işte ne yardımı olursa. Bu kadınların en az 50’si şiddet şikayetiyle gelmiş. Başvuranların en az 80’i muhafazakâr ve milliyetçi partilere oy verenler. Yani kimse azade kalmıyor bu yoksulluk cenderesinden. Araştırmalar da şimdiye kadar yapılan seçimlerin sonuçları ile ekonomik tablo arasında ölçülebilir bir ilişki olduğuna dikkat çekiyor. Daha açık ifadeyle ekonomi oy verme tercihlerini doğrudan etkiliyor. Çok sayıda emekçiden “Artık oy vermeyeceğim” ya da “Kararsızım” ifadesini duyduğunun altını çiziyor Adile, bunu “Ne yapalım daha iyisi yok” ya da “Tamam kötü ama sadece bizde değil” sözleri izliyor. İstifalar ise “Ben artık gitmiyorum, gönül bağım kopmuş” diyenler kadar değil. Nedenini soruyorum. “Elbette kolay değil, elindeki işten de olur diye düşünüyor” diye yanıtlıyor. Bir genelleme yapmak zor ve erken, fakat şimdilik Adile’nin anlattıkları ile araştırmalar arasında paralellik olduğu görülüyor.
Diğer yandan Adile’nin derneğe başvuran kadınlardan biriyle ilgili aktardığı da dikkat çekici: “Ramazan’da koli dağıttık, bir kadın yardım aldı, sonra da utangaç biçimde ‘seneye gelecek koliye beni de yazar mısın’ dedi. Yani seneye de yardıma muhtaç olacağını biliyor, hala AKP’ye oy veriyor ama beklentisi de bu kadar işte…”
Adile’nin verdiği örnek gibisi az değil. Esenyalı’daki sınırlı deneyi bile sıklıkla dile getirilen ‘bekleyin ekonomi bunları götürecek’ yaklaşımının hayattaki karşılığının ifade edildiği gibi olmadığını gösteriyor.
“HEP KÖTÜYDÜK DE BUGÜN BAŞKA”
Kadınlar ekmek için geliyor. 100 ekmek 15 dakikada tükeniyor. Biz Esen, Nermin ve Leyla sohbet edeceğiz biraz… Sohbet boyunca bir sürü kadın daha geliyor, ‘ekmek bitti’ mesajına rağmen. Mesaj gelmedi mi diye soruyor Adile, yanıt, “Geldi ama, dedim belki…” oluyor her defasında.
“Çocuklar evde yalnız, ben konuşayım önce” diyen Leyla, anlatıyor: “Valla çok zor. Yani bak bize hep zordu, bütün hayatımız zor geçti ama bugün başka… 37 yaşındayım, 16 senedir evliyim, iki çocuğum var, kızım yedinci, oğlum üçüncü sınıfa gidiyor. Tersanede çalışıyor eşim, yevmiyeci. Gitmeyince para yok yani. Bayramda evde kaldı, dün de evdeydi. Tuluma ayakkabıya para veriyor, onu bile düşünüyoruz da vermese… Can bu, ağır sanayi. Ne yapıyoruz dersen bir lira oradan, üç kuruş buradan… Öyle geçinmeye çalışıyoruz. Ekmeği fırından değil, Halk Ekmek’ten alıyorum. Evin eksikleri için markete gideceğim mesela beş market geziyorum. Mesela makarna indirimde mi dört tane alıyorum, peynir indirimde mi o zaman alıyorum. Hep takipteyim. Üst baş da almıyoruz, yeri geldiğinde başkasının elbisesini-ayakkabısını giydiriyorum. Kendim de aynı şekil. Gezme tozmamız yok. Kira da vermiyoruz ha, bir de kira versek… Daha ne diyeyim işte, bunları yaz!” Böyle diyerek aceleyle çıkıyor dernekten.
“BÜYÜK OĞLANI OKULDAN ALDIK, MECBUR…”
Esen 45 yaşında, üç çocuğu var. Onun da eşi tersanede çalışıyor, yevmiyeci. Kendisi merdiven siliyor. Ayda 400 lira geliyor oradan. İstanbul Büyükşehir Belediyesinden de 400 lira yardım alıyor. Çocukların üçü de okula gidiyor mu diye soruyorum, biraz mahcup “Yok” diyor, “İkisi gidiyor. En küçüğü 10 yaşında. Astım hastası, dördüncü sınıfa kadar okudu sonra devam edemedi. Makineye bağlıyorum, şimdi bir rapor alıp özel eğitime yazdıracağım. Hastalanıyor hep, son hastalandığında ilaç parasının yarısını veremedim, yazdırdım. Kız dokuzuncu sınıfa gidiyor. Büyük oğlan on birinci sınıfa gidiyordu, zor geldi üç çocuk okutmak, onu aldık okuldan. O da gitmek istemedi ama, 30 gün devamsızlık yapmış…”
Biraz duraladıktan sonra kendi söylediğine yanıt veriyor: “Nasıl istesin ki. Günde 10 lira para verebiliyorduk, çocuk aç düşüyordu eve, servis zaten tutamıyorduk, yürüyerek gidip geliyordu.”
EV SAHİBİ, MARKET, VATANDAŞ… SORUMLU KİM?
“Öyle zor ki, istersen gel eve bak” diye başlayıp bir çırpıda anlattıkları şöyle: “Dolabım boş, yok yani. Belediyenin verdiği üç markette geçiyor zaten, biri çok pahalı ona bakmıyorum bile. İhtiyaca bakıyorum, en lazımlar hangisiyse işte karşılaştırıyorum, birini oradan, birini buradan. 200-300’le markete gidiyorsun bir buçuk poşetle geliyorsun. Yani bir kişinin çalışması ile asla ev geçinmiyor. Bir teneke yağ 120-130 lira, temizlik malzemesi ayrı. Marketlere denetim yok. Ben beş nüfusum, 4 ekmek almam lazım, 10 lira demek bu, üç alıyorum. İnsanlar fazla ekmek alıyor, bazen Halk Ekmek’te ekmek kalmıyor. Faturalarımın kesme ihbarı var. Evime haciz gelmişti borçtan, evde eşya yok. Baza falan aldım. Onların borcu var bir de. Benim evim kira bak, 700 lira veriyorum. Giriş kat, bir tarafı hiç güneş görmüyor, dolabı yok, olsun. Ama şimdi 1000 lira yapacağını söylüyor. Eee çıkayım evden diyorsun uygun ev bulman imkânsız. Ev sahipleri çok insafsız...” Esen, hep hükümet dışındaki kesimleri suçluyor. Ekmek için fazla ekmek alanlar, zamlar için stokçular, kiralar için ev sahipleri… “Denetim olsa…” diyor. O zaman çözülür mü, diye soruyorum, “Evet” diyor. Konuşmak istemeyen ama kenardan bizi dinleyen bir kadın giriyor söze: “Sanki stoklar bitince, denetim olunca zam olmayacak mı, baştakiler ne yapıyor?”
Sorusu yanıtsız kalıyor.
“HEP YARDIM ETTİM ŞİMDİ BEN YARDIMA MUHTACIM”
Nermin’e dönüyorum. 42 yaşında, dört çocuğu var. Tekirdağ’da yaşıyormuş, eşine boşanma davası açtıktan sonra İstanbul’a yerleşmiş: “Valla 22 senedir evliydim, her şeyi ben yapıyorsam, her şeyin üstesinden ben geliyorsam onu ne yapayım. Yoruldum artık, onsuz da yaparım dedim açtım davayı. Aslında çoktan ayrılacaktım işte çocuklar büyüsün dedim.” Bütün hayatı boyunca çalışmış Nermin. “Hep insanlara yardım ettim ama bu sene çok düştüm, şimdi yardıma muhtacım” diyor. Gözleri yaşlı, sesi titriyor: “Ben çalışıyordum, annem kızıma bakıyordu. Annem vefat etti, kızımı bırakacak kimsem olmayınca bıraktım işi mecbur. İki oğlum üniversite okuyor, biri Isparta biri Antalya’da. Büyük oğlum askerdeydi. Öyle zor ki… Eşime mesaj attım ‘Bana mı sordun’ diye yazdı. Buraya geldim, derneğe, yardım istedim. Bu ramazanda apartmandakiler bütün sadaka şeylerini bana verdi. Bizim aparmanın merdivenlerini siliyorum. Oğlan askerden geldi, işe başladı. Okullar bitecek, ben de işe başlayacağım işte. Biraz toparlarız.”
“AK PARTİ’YE OY VERİYORDUM, ŞİMDİ BİLMİYORUM…”
Son üç yıldır, ama esas olarak bu yıl, ekonomik krizin etkilerini daha derin hissetmeye başladık hepimiz. Bu nedenle seçmen tercihlerinde çok önemli değişimler yaşanacağı, bunun iktidarın oylarını da etkileyeceği öngörüsü uzun süredir dile geliyor. Esen de Nermin de uzun yıllar AKP’ye oy vermiş. Şimdi tercihlerinin değişip değişmediğini soruyorum. Esen “Bilmiyorum” diyor, “İBB yardım veriyor tamam Allah razı olsun ama… Bugünü atlattık diyelim, yarını da… Sonrası belirsiz. İnsanlar mutsuz, umutsuz, karamsar. CHP’ye de güvenmiyorum. Hadi CHP’ye vereyim ne değişecek. Bana bir ümit versinler…”
“TAYYİPÇİYDİM, AMA YETER İNSİN!”
Nermin ise “Bak ben Tayyipçiydim, bu zamana kadar oy verdim, ailem de Tayyipçi. Erdoğan’ı seviyorum ama her şey onun elinde” diyen Nermin, ekliyor: “Benim oğlum yurt dışına gitmek istiyor, araştırıyor, karşılaştırıyor. ‘Bak anne, ne yaşadığımızın farkında mısın’ diye sordu geçenlerde. ‘Bu devleti eğitmemiz lazım anne, artık yeter. Bu sefer atacağın oyu bana güvenerek at’ diyor. Oğluma söz verdim. Gençler her şeyin farkında. Hangi gence sorsan söylüyor. Onları getirdi, biz bir sütü bir yumurtayı bulamaz olduk alamıyoruz. Benim ailem o kadar Tayyipçilerdi ki onlar bile ‘insin’ diyor. Ekonomiyi görmüyor mu, halimizi görmüyor mu? Yeter!”
Onlar dediği mülteciler. Hemen her ekonomi sohbeti ne yazık ki buraya, mültecilere bağlanıyor. Bu noktada sorumluluğu mültecilere yükleme eğilimi çok güçlü ve kırmak da öyle kolay olmuyor.
“ZAMLARIN İNMESİ İÇİN İNSANLARIN DEVREYE GİRMESİ LAZIM”
“Şuradan üç kilo süt aldım, 45 lira” diyerek dernek kapısından içeri bir kadın giriyor. Fatoş, 43 yaşında, lise mezunu, ömrünün 20 yılını çalışarak geçirmiş. Gıda firmasında, dershanede, kargo şirketinde… 13 yıllık evliliğinin 10 yılı ev için çektikleri kredinin taksitlerini ödemekle geçmiş. İkinci çocuğa hamile kaldıktan sonra bırakmış işi. Son 3 yıldır çalışmıyor: "Aslında ilk çocukta o kadar uzun süre rahatsızlık yaşadım ki, dört kez ameliyat oldum, o zaman çalışmamam lazımdı ama mecburdum. Şimdi evin borcu yok, eşimin babasından kalan gecekondunun yerine ev yapıldı, payımıza da bir ev düşünce onu kiraya verdik. Artık çalışmayayım dedim…”
Fatoş, Esen, Nermin ve Leyla’ya göre daha ‘iyi’ durumda sayılsa da anlattıkları bunun nasıl bir ‘iyi’ olduğunu gösteriyor: “Bana hep ailem yardım etti. Onların yardımı olmasaydı mümkün değil ben oğlumu büyütemezdim. Gezmekmiş, hadi bu hafta sonu gidelim bir kahvaltı yalpalımmış, bunların hiçbirisi yoktu bizim hayatımızda. Böyle bir şey yapsak ay sonunu hayatta getiremeyiz. İşte ev kalınca çalışmayı bıraktım. Kira yok, kira da geliyor. Biraz rahatlarız dedik ama işte ne mümkün! Süt aldım gelirken, üç kilosu 45 lira. Büyük oğlan artık başkasından alınan kıyafetleri, ayakkabıları kabul etmiyor. Mecbur artık ona alışveriş yapacağız. Her şey ateş pahası. Kız küçük, et alayım dedim, nerde… Kemik aldım, kuru kemik 15 lira. Bak akraba ziyaretine gideceğiz, ev göreceğiz, nevresim takımı baktım, en kötüsü 250 lira. Ya o beğenmediğimiz bor camın kapaklısı 150 lira olmuş. Herkes aynı, dün markete gittim, çay alacak bir kadın ama zamlandı ya parası yetmiyor. Kasiyere kızıyor.”
Kime kızsın, diyorum: “İnsanlar kasiyere, marketçiye, ev sahibine sarıyor, olacak mesele değil. Asıl baştakilere kızması lazım, tek seçim değil söylediğim, zamların inmesi için insanların devreye girmesi lazım. Öyle kendi kendine kimse bizi düşünmez kardeşim…”