01 Haziran 2022 12:25

Ahlak, Vicdan ve Umut

Aslında ahlak ile vicdan, uzak veya karşıt kavramlar değil, ikisi de eylemi belirleyen ve değerlendiren kavramlardır, dahası sadece ahlakı değil, vicdanı da toplumsallık üretmektedir.

Arşiv | Fotoğraf: Pixabay

Cemal Hüseyin Güvercin
Cemal Hüseyin Güvercin

İnsan doğada tek başına ve başkalarından habersiz yaşasaydı, bugün baş tacı yaptığımız pek çok kavram anlamsız olacaktı. Düşünün ki kimseyle bir bağınız yok ve yaşamınızı kendiniz sürdürüyorsunuz, bu durumda sevgi, saygı, sadakat, dayanışma gibi değerler ve adalet, ahlak, vicdan gibi pek çok kavram anlamını yitirecektir. Bu kavramlar başkalarının varlığıyla ve onlarla karşılaşmalarla ortaya çıkan, temelde toplumsal kavramlardır. Sevmeyi, saymayı, adil olmayı ya da kötülüğü, yalan söylemeyi, çalmayı başkalarıyla kurduğumuz ilişkilerde öğrenir veya yaşama geçiririz. Dünyaya henüz gözlerimizi açar açmaz, bizim için önceden hazırlanmış bir kurallar bütünü içerisinde yaşam alanımız, özgürlüklerimiz, sınırlarımız belirlenmiş olarak bize sunulur. Aile, toplum, devlet bize bu kurallara göre davranmayı öğreterek yetiştirir. Kohlberg, kişinin kendisine dayatılan toplumsal kuralları pasif olarak alıp benimsediği erken gençlik dönemine “ahlak dönemi” derken, bu kurallarla hesaplaştığı, çatıştığı ve kendi değerlerini oluşturduğu sonraki dönemi ise “etik dönem” olarak tanımlamaktadır. Ahlak döneminde kişi toplumun bir parçası iken, etik dönemde artık kişi “kendisidir” ve bireydir. Ancak herkesin etik döneme geçemediği veya bu dönemi tamamlayamadığı ve çoğunluğun ahlak döneminde kalarak toplumun/iktidarların istediği “ideal insan” tipi olarak yaşamını sürdürdüğü de bir gerçekliktir. Eğitimde, kültürel kodlarda benimsetilenlere ek olarak, gençlerin en asi ve uçarı yaşlarında zorunlu askerliğe alınmalarıyla, askerliğin doğal itaat kültürünün de söz konusu ahlak döneminin uzamasını veya bu aşamada takılıp kalmayı desteklediği söylenebilir. Kişinin kendi değerlerini, araştırarak, sorgulayarak bulması yerine, verilen norm ve davranış kalıplarını kayıtsız şartsız benimsemesi istenmektedir. Bu durum aynı zamanda, iktidarların “toplumu kontrol yöntemi” olarak da kendini göstermektedir. Oysa Rousseau’ya göre: “Eğitimin amaçlarından biri, gençlere genelgeçer normları eleştirel bir şekilde incelemeyi ve gerekirse bunları değiştirmeyi öğretmek yoluyla, onları özerk ahlaki düşünürlere ve öznelere çevirmektir.”

Bir toplumsal uzlaşı ve ortak kurallar bütünü olarak ahlak, toplumun “homojen” bir yapı olduğu kurgusuyla, herkesin aynı değer yargılarını taşıyıp, aynı davranışları göstermesini beklemekte ve kişisel farklıları, koşulların çeşitliliğini dikkate almamaktadır. Hamdi Bravo'ya göre, kişinin bilgi, farkındalık ve deneyimi arttıkça “toplumsal olan” ile arasına mesafe koymakta, hatta ahlaksal kavramların, kendi bireyselliğine, özerkliğine zarar verdiğini düşünerek, bunlara karşıt bir tutum almaktadır. Ahlaksal düşünceden uzaklaşan bireyin, doğru eylem ilkelerini bulmak için önünde iki seçenek kalıyor: “akıl” ve “vicdan”. Özellikle de vicdanı, ahlakın karşısına koyuyor. Ahlak toplumsal bir fenomen iken, vicdan bireysel bir yeti olarak ortaya çıkıyor. Childress: “Vicdana başvurduğum zaman, kendilik duygumu, bütünlüğümü ve tamlığımı, vicdan huzurumu korumaya çalıştığımı gösteriyorum ve eğer devlet veya toplumun talep ettiği zorunluluklara boyun eğersem bu nitelikleri koruyamayacağımı düşünüyorum.”

Peki, vicdan nedir?

Türk Dil Kurumu, kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlaki değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç olarak tanımlamaktadır. Vicdanı “iç ses”, “içindeki davacı”, “iç mahkeme” gibi betimlemeler yanında, “İnsan eylem ve davranışlarının ahlaki değerini belirleme ve değerlendirme yeteneği” olarak tanımlamak mümkündür ve vicdan adlı “içimizdeki yargıç” ile adeta kendimizi sorguya çekmekteyiz. Vicdan, insanın iç yeteneği veya iç duyusu olarak bulunurken, ahlak bireyin dışında konumlanmaktadır. Örneğin eski Yargıtay Başkanı Mehmet Uygun, yargı mensuplarının "vicdanı ile cüzdanı arasında kaldığını" söyleyerek vicdanın içsel ve bireyselliğine vurgu yaparken, birilerinin “Müslüman mahallesinde salyangoz satmak” söylemi, ahlakın dışsal ve kalabalığın gücüne dayalı bir buyruk olduğunu göstermektedir. Aslında ahlak ile vicdan, uzak veya karşıt kavramlar değil, ikisi de eylemi belirleyen ve değerlendiren kavramlardır, dahası sadece ahlakı değil, vicdanı da toplumsallık üretmektedir. Yani, vicdani kanaatlerimizin oluşumunda, yaşadığımız kültürün dinamikleri ve yetişme tarzımızdaki normların etkisi göz ardı edilemez. Sonuçta vicdan, içeriği toplumsal, kültürel ve hatta ailesel koşullara göre değişiklik gösteren ve kişiden kişiye değişebilen bir kavramdır. Ancak 1981’de İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, IRA militanlarının açlık grevleri sırasındaki sert tutumunu sürdürmüş ve onları: “Toplumun vicdanına oynuyorlar ve sömürüyorlar” diyerek suçlarken, “toplumsal vicdan” kavramını ortaya atsa da söylemi felsefi bir anlamdan ziyade bir metafor olarak kalmıştır. Thatcher, emekli olduktan uzun yıllar sonra bir röportajında, uzlaşmaz tutumu nedeniyle açlık grevinde ölen militanlar için: “Onlara daha anlayışlı davranabilirdik.” diyerek kendince vicdan azabını dile getirmiştir.

Dünya halen devam eden savaşlar, pandemi, yoksulluk, eşitsizlikler, adaletsizlikler, insan hakları ihlalleri, aynı zamanda vicdanların ve ahlakların da test edildiği zorlu dönemlerdir. Antik Yunan’da tragedya yazarı Aiskhylos (Eshilos) "Savaşın ilk şehidi akıl, vicdan ve hakikattir." derken bu zorluğa da işaret etmektedir. İnsan eliyle yaratılan bu felaketler bütün yıkıcılığıyla birlikte, insanlara değer kaybı, güvensizlik, dayanışmadan uzaklaşma ve umutsuzluk getirmektedir. Bu yıkıcı süreçle baş edebilmek için, yeniden etik değerlere sarılmak, günlük yaşantımızda, mesleğimizi uygularken, en yakınımızdan başlayarak, hiç kimseye bir araçmış gibi davranmamak, dürüst olmak ve Victor Hugo’nun vurguladığı gibi sadece iyi olmakla kalmayıp, adil olmak ve hakikati her durumda savunmakla iyi bir başlangıç yapılabilir. Böyle bir başlangıç kendimizden başlayarak umudu yeniden yeşertecek ve güçlendirerek tüm topluma yayacaktır. "Kemanı ağlatan adam" Farid Farjad’ın dediği gibi: “Biraz vicdan, biraz bahar, biraz yağmur, biraz hayal, birkaç kitap, çokça umut herkese iyi gelir.” Felsefeci Ahmet İnam’a göre zaten aksi düşünülemez ve “Umutsuzluk ahlaksızlıktır!”

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI