Benim en iyi vergim içkim sigaram
Bugün iktidar, muhafazakar damar yollarını açmak için alkolü gündeme getiriyor. Ama biliyorum ki, herkes bıraksa, devlet alkolü bırakamaz. Ne de olsa vergisi oluk oluk yine Saray’a akıyor.

Fotoğraflar: Erdoğan'ın fotoğrafı AA, diğerleri kamu malı.
Hakan GÜNGÖR
Bugün bir yolculuğa çıkalım mı?
Ama baştan uyarayım, tarihte farklı dönemlere gideceğiz; sıçramalı bir yolculuk olacak; meyhaneler, kahvehaneler ziyaret edeceğiz; yasaklar arasında dolanacağız.
Yolumuz uzun, sözü uzatmayayım, birkaç gün önceye gidip oradan başlayalım.
Tayyip Erdoğan, yaptığı konuşmada, alkol ve sigara vergileri hakkında, “Devamlı artırıyoruz, bundan dolayı da çok rahatsızlar. Hem suluda artırıyoruz hem sigarada artırıyoruz. Fakat aç, sefil geziyor, almaktan geri durmuyor” dedi.
Açlık ve sefalete değil “Geri durulmamasına” hayret etmesi oldukça ilginçti ancak daha ilginç olan bir nokta vardı. Erdoğan’ın içki ve sigara meselesi gündemine ilk kez girmiyordu.
Şubat 2002. AKP henüz iktidar değildi.
Erdoğan bir açıklama yaptı. İktidara gelirlerse içki yasağı için referanduma gidilebileceğini söyledi.
Bu söz büyük tartışma yarattı. Kritik nokta, bu cümlenin seçim sürecinde sarf edilmesiydi. AKP aynı yıl seçimi kazandı. Sonra alkol faslı kapandı.
"ERDOĞAN’DAN VİSKİCİLERE KOLAYLIK SÖZÜ"
2004’e geldiğimizde İskoç Viski Üreticileri Derneği, Erdoğan’a “ithalattaki zorluklardan” söz etti. Erdoğan, “Biz serbest piyasadan yanayız. Engellerin ne olduğunu bilirsem, talimatı verir, tıkanıklık varsa üzerine gider, işinizi kolaylaştırırız” diye yanıt verdi.
Hürriyet’in “Erdoğan’dan viskicilere kolaylık sözü” başlığı arşivlerde duruyor.
Ara ara konusu hafif dozajlarda tekrar açıldı ama alkol ve sigara, Erdoğan’ın gündemine temmuz 2010’da tekrar girdi. “Bu işin sulusu da kurusu da zarar” dedi.
Tarih dikkatinizi çekti değil mi? Evet, alkol Erdoğan’ın aklına yine bir seçim sürecinde, 12 Eylül referandumuna gidilirken gelmişti.
Bugün yine seçim hazırlıkları yapılırken Erdoğan, “sulusunun kurusunun zararlarını” hatırlayıvermişti.
Ancak elbette bu bir halk sağlığı meselesi değildi.
Çünkü bazı göstermelik faaliyetler dışında alkolizmle, aşırı tüketimle mücadeleye dair bir devlet politikası ortada yoktu.
Mesele başkaydı.
Görsel: Amedeo Preziosi
HİKAYE NASIL BAŞLADI?
Tütünün memlekete giriş tarihi tartışmalı. 1570 ile 1606 aralığında olduğunu söyleyebiliriz.
İlk yasak; günahtı, mekruhtu sesleri arasında 1609’da, I. Ahmet döneminde geldi. Ama sarayın asıl derdi, insanların tütün nedeniyle “İşlerinden geri kalmasıydı”. Çok sürmedi, tekrar içilir oldu.
Yasakların en serti, bilinen hikayedir, IV. Murad devrinde geldi. Tütünü, kahvesi, kahvehanesi, alkolü; hepsi birden yasaklandı. Kahveler yıktırıldı, tütün içerken yakalananlar asıldı.
Bahane, 1633’te çıkan yangındı. İstanbul’un büyük bölümünün yanmasına neden olan güya tütündü. İşin aslı, haşerelerden kurtulmak için fundalıkların yakılması, sonra bu ateşin kontrol edilememesiydi.
Salâh Birsel’in “Kahveler Kitabı”nda aktardığına göre Naima, IV. Murad’ın kahvehaneleri kapamasının ve yasağı dinlemeyenleri öldürtmesinin bir nedeninin “rezillikleri” sona erdirme işi olduğunu söylüyordu.
"DEVLET İŞLERİ ÜZERİNE İPE SAPA GELMEZ ŞEYLER KONUŞULUYOR"
İyi de ne oluyordu bu kahvehanelerde? Neydi bu “rezillikler”?
Naima padişahının yanındaydı ama yazdıkları durumu anlamaya yetiyordu:
“Zorba eşkıyasının terbiyesizce hareketleri ve o çalışkan padişahın rezillerden çektiği üzüntüleri bilenler bu kahır ve şiddetin altında yatan genel çıkarları düşünür.”
Naima burada da durmuyordu. Ona göre, kahvelerde bir araya gelip büyükleri, kadıları çekiştiriyorlardı; devlet işleri, aziller, tayinler ve idare üzerine ipe sapa gelmez şeyler söylüyorlardı.
Yani insanlar toplanıp siyasi meseleleri konuşuyordu. Yasaklamalar aslında bunu önlemenin bir yoluydu.
Görsel: Jean Pascal Sébah
VİYANA BOZGUNU SONRASI TÜTÜN DE VERGİSİ DE ‘HELAL’ OLDU
Bir zamanlar tütün kullandığı bahanesiyle sürgüne gönderilen Bahâi Mehmed Efendi 1649’da şeyhülislam olunca, ha bir de sarayın önde gelenleri kahvehane açıp el altından para kazanmanın keyfine varınca tekrar baktılar, tütünün “haram” olmadığına karar verdiler. Sonrasında da üç gün yasak beş gün serbest; geçip gitti günler.
Ta ki 1683’teki II. Viyana bozgununa kadar. Ne ilgisi var demeyin, bozgun ve sonrasındaki süreçte Osmanlı’da kriz iyiden iyiye kendini hissettirdi.
1688’de akıllara bir şey geldi: Tütün o kadar da ve tekrar, “haram” olmayabilirdi, “bırakınız tüttürsünler” denildi, vergi kondu! Erdoğan’ın viskicilere verdiği sözde olduğu gibi, işler kolaylaştırıldı.
1689’da artık alkol ve tütün vergileri devlet için oldukça önemli hale gelmişti.
Niyazi Berkes de zaten bu nedenle, “Devlet bunlardan hazinesine gelir sağlamasının tadını almıştır” diyordu.
BİR HALK SAĞLIĞI TEDBİRİ OLARAK TÜTÜN SAKLAYANI ALNINDAN VURMAK(!)
1881’de, II. Abdülhamid döneminde Osmanlı’nın yarı sömürge haline gelmesine neden olan Düyun-u Umumiye idaresini geçen hafta yazmıştım. Düyun-u Umumiye bir süre sonra tütün gelirlerini Reji İdaresine devretti. Reji tütünü köylülerden yok pahasına alınca isyanlar çıktı, en az 20 bin kişi öldü.
Niyazi Berkes, “Bir köylü, bu idarenin tekeli altında kendi yetiştirdiği tütünden yarım okka bir yana saklayayım dese, Reji kolcusu tarafından küt diye alnından vurulurdu!” derken doğruyu söylüyordu.
E tabii, köylünün sağlığını düşünüyorlardı, tütünle sağlıkları bozulmasın diye alınlarından vuruyorlardı.
SADRAZAM: "ALKOL YASAK OLMASIN, SEÇKİNLER İÇSE DE OLUR"
Durum alkolde de farklı değildi. Zaman zaman yasaklamalar oldu, ancak bu Müslümanlar için geçerliydi. Müslüman olmayanlar meyhane açabiliyordu. Ancak aynı tavır burada da sürdü, sert yasaklamalar da oldu, para lazım olunca yasakların gevşetildiği de.
III. Selim, II. Mahmud dönemlerinde içki yine yasaklandı. 1829’da ise kapalı durumdaki 215 meyhane tekrar açıldı. “Osmanlı’nın yasağı üç gün sürer” sözü meşhurdur, şöyle okuyabiliyoruz: Osmanlı’nın yasağı, para lazım olana kadar sürüyordu.
Peki içki içmek isteyen Müslümanlar yine bunu gizlice mi yapacaktı?
İhsan Erdinçli’nin “Osmanlı Devleti’nin İçki Tüketimine ve Meyhanelere Yaklaşımı” makalesinde belirttiğine göre, “1892 yılında Sadrazam Kabaağaçlızâde Ahmed Cevad Paşa, içkiyi ve meyhaneleri Müslümanlara tamamıyla yasaklamaya çalışmanın şikayetlere yol açabileceği uyarısında bulunmuştu.”
Önerisi şuydu: Alt tabakada olan, “Şahsi önemi olmayan” Müslümanlar meyhaneye gitmemeliydi. “Üst tabakada” yer alan Müslümanlarsa pekala içebilirdi. Halk meyhanelerde toplanmasındı, seçkinlere ilişilmesindi.
Bu yönde karar çıkmadı ama zaman içinde yasaklar da yine uygulanmaz oldu.
Devletin alkole ve tütüne yaklaşımı böyle ikircikli, ama kendi çıkarları açısından tutarlı halde sürdü gitti.
"GÖZLERİM BİR NOKTADA DALGIN…"
“Fitne ocağı” olarak görülen kahvehanelerin, meyhanelerin kapatılması; pandemide AVM’ler açıkken kültür sanat mekanlarının kapalı tutulmasını, bugünlerde birbiri ardına gelen konser ve festival yasaklarını ne kadar da andırıyor değil mi?
Bugün iktidar, muhafazakar damar yollarını açmak için alkolü gündeme getiriyor. Ama biliyorum ki, herkes bıraksa, devlet alkolü bırakamaz. Ne de olsa vergisi oluk oluk yine Saray’a akıyor.
Bu dolambaçlı ve uzun yolculuğumuz böylece bitiyor.
Biterken fonda Tanju Okan çalıyor; haliyle benim de “Gözlerim bir noktada dalgın soruyor”…
Yıllardır ödenen vergiler nerede?
Evrensel'i Takip Et