Prof. Dr. Murat Birdal: Siyasi söylem ekonominin gerçeklerinden tamamen koptu
Erdoğan için ekonomi alanında daha iyi şartlar sağlayabileceği bir dönem olacağını düşünmüyorum. Nispeten ücretlere zam yapılabilir ama ekonomi alanında hükümetin artık vatandaşı kazanması zor.
Haziran ayına doğal gaz ve elektrik zamlarıyla giriş yaptık. Benzin ve motorin zamları zaten otomatiğe bağlanmış durumda. 2 Haziran Perşembe itibariyle İstanbul’da benzin 26.24, motorin ise 25.90 liraya yükseldi. Ulaşım, temel tüketim ve gıdanın en temel üç girdisindeki bu zamlar, yüzde 160’a dayanan enflasyon karşısında hayatını nasıl idame ettireceğini şaşırmış halkın önümüzdeki günlerde daha da zorlanacağı anlamına geliyor.
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan sonra ekonominin halleri başlığında en bakılan ikinci isim Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati ise neredeyse her gün, vatandaşlar bir yana ekonomistlerin de anlamakta zorlandığı açıklamalarını sürdürüyor. Kurun, enflasyonun düşeceği tarihleri sürekli revize eden Nebati, bu kez de enflasyon korumalı tahville önümüzdeki günlerde enflasyonun düşeceğini söyledi.
Yoksulluğun derin yoksulluk haline geldiği günlerden geçerken, Türkiye ekonomisinin yılın ilk çeyreğinde 7.3 büyüdüğü haberi geldi. İktidar sözcülerinin ve medyasının “güçlü Türkiye”, “en büyük 20 ekonomiden biri olacağız” propagandalarına alan açan, milyonların geçim derdinin gizlenmesinde örtü olarak kullanılan büyüme nasıl gerçekleşti? Halk fakirleşirken ekonomi nasıl büyüyor?
İlan edilmemiş OHAL şartlarında girileceğine ilişkin işaretleri yoğunlaşan seçimlerin kasım 2022’de yapılabileceği senaryolarının dayandırıldığı ekonomik göstergelerin karşılığı var mı?
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi, gazetemizin yazarlarından Prof. Dr. Murat Birdal’la konuştuk.
SİYASİ SÖYLEM EKONOMİNİN GERÇEKLERİNDEN TAMAMEN KOPTU
Türkiye ekonomisi yılın ilk üç ayında yüzde 7.3 büyüme kaydetti. Yoksullaşmamız katlanırken ekonomi nasıl büyüyor, bundan kim kazançlı çıkıyor?
Parasal anlamda ekonominin bu kadar genişlediği bir dönemde ve özellikle ücretlerin enflasyon karşısında çok sert bir şekilde baskılandığı koşullarda büyüme konusunda şaşırtıcı bir durum görmüyorum. Bunun çok yüksek enflasyonla sürdürülebilen bir büyüme hızı olduğuna dikkat çekmek gerek. Çünkü bu önümüzdeki döneme taşınabilir bir büyüme değil, bir noktada enflasyonun yıkıcı etkileri tedbirler almayı gerektirecek ve orada da bu büyümenin tersine döndüğünü göreceğiz.
En fazla büyüyen kim? Finans ve sigortacılık kesimi. Ekonomiye para pompaladığınızda varlık fiyatları şişiyor, o kesimin kazancı büyüyor. Gayrisafi yurt içi hasılada (GSYH) bu kesimde yüzde 24’lük bir büyüme var. “Bu büyüme kimin sırtından gerçekleşiyor” sorusunun yanıtı da burada. Son altı aydır, Merkez Bankası (MB) düşük faizlerle bankacılık kesimini fonluyor, bankacılık kesimi bu sayede düşük maliyetle mevduat topluyor, sonra alıyor bunu mesela TÜFE endeksli tahvillere koyuyor ve enflasyon oranında bir getiri elde ediyor. Bu, çok büyük bir kâr payı yaratıyor finans kesimine. Geçtiğimiz çeyrekte bankaların bilançolarında eşi benzeri görülmemiş kârların oluşmasının sebebi buydu. Buna karşılık ekonomi yönetimi ne yapıyor, bankalar düşük faizle mevduat toplayabilsin diye tedbir alıyor, hazine garantisi getiriyor.
Kur korumalı mevduat da olduğu gibi?
Evet. Ne yapıyor, bankaya diyor ki “Sen yüzde 14 faizle mevduat topla, kur riskinden doğacak farkı ben ödeyeceğim.” Yani bizim sırtımızdan hazine ve MB bu farkı üstleniyor. Zaten kimin pahasına sorusunun cevabı da GSYH’den ücretlilerin aldığı paydan kolaylıkla görülebiliyor. Ücretlerin GSYH’deki payı 2021 başında yüzde 35 seviyesindeydi, 2021’in sonunda yüzde 25.8’e kadar geriledi enflasyonla birlikte. Asgari ücrete, memur emekli maaşlarına yapılan zamla birlikte ocak ayında yüzde 31.5’e çıktı ancak hâlâ daha bir önceki yılın ocak ayının yüzde 4 gerisinde. Böyle giderse yılın sonunda bu yüzde 21-22 seviyelerinde olur. Yani yaratılan toplam refahtan ücretli kesimin aldığı pay çok sert bir şekilde azalıyor.
Büyümeye en büyük katkı nerelerden gelmiş diye baktığımızda 11.6 oranındaki tüketim etkisini görüyoruz. 2021 yılına göre düşme söz konusu olsa da büyüme oranlarına en büyük katkının tüketimden gelmesi bize ne söylüyor? Alım gücümüz düşerken nasıl tükettik?
Halkımızın ekonominin gerçekleriyle uyumlu bir tüketim davranışı sergilediğini bize söylüyor. Enflasyonun çok hızlı yükseldiği dönemlerde paranız hızla değer kaybettiği için çok hızlı bir şekilde onu bir mala dönüştürmeniz lazım. Burada vatandaş para eline geçtiği zaman önümüzdeki süreçte ihtiyaç duyacağı kalemleri hemen alma yoluna gidiyor. Yani gelecek dönemdeki tüketimini öne çekiyor. Bu da yüksek enflasyon ortamında son derece rasyonel bir durum.
Bir diğer dikkat çekici veri tarım. Tarımın büyümeye katkısı neredeyse durmuş, nitekim 0.03’lük bir katkı sağlamış. Yüksek gıda enflasyonu dikkate alındığında tarımdaki bu durgunluk önümüzdeki dönem için nasıl bir sinyal veriyor?
Tarım sektöründeki mesele gerçekten çok endişe verici. Çünkü hem uluslararası alanda gıda fiyatlarında yükseliş var, hem Rusya-Ukrayna meselesinden kaynaklı kısıtlamalar var, bunlar gıda güvenliğini de giderek artan bir sorun haline getiriyor. Burada geçtiğimiz dönemde girdi fiyatlarında yani mazot ve gübrede yaşanan çok sert fiyat artışının etkisini görüyoruz. Dolayısıyla bu tablonun oluşmasındaki ana faktör üretim, girdi maliyetlerindeki sert dalgalanma.
İnşaat sektörünün de payı bir önceki yıla göre yüzde 7.2 azalmış. Satış ve kira fiyatlarındaki yüksek seyirle bu oran arasında nasıl bir ilişki var?
İnşaat sektöründe uzun zamandır zayıf performans görüyoruz. Hareketlendirmek için kredi maliyetlerini aşağı çekme çabasında hükümet. Oradaki durum şu; özellikle girdi maliyetlerindeki sert dalgalanma, bedel karşılığında iş yapan müteahhitleri zor durumda bırakıyor, anlaşmaların gerçekleşmesi zorlaşıyor, çoğu iş yapmayı bırakıyor vs. Ancak sektör genelinde mesela gayrimenkule baktığımızda yüzde 5’lik bir büyüme var. Yani konutlar satılıyor, komisyonlar alınıyor ama yeni konutların yapımında müteahhitler son derece temkinli davranıyor. İnşaat sektöründe faal olan insanlarla konuştuğumuzda hemen herkes geleceğe dair belirsizliği dile getiriyor, belirsizlik ortamında da insanlar büyük maliyetler altına girmek istemiyorlar.
SİYASETİN TERCİHİYLE BÜROKRASİNİN TERCİHİ UYUŞMUYOR
Enflasyon düşecek vaadi gerçekleşmiyor, alım gücümüz düşüyor ve her şey her gün zamlanıyor. Muhalefet ekonomideki kötü gidişatı Erdoğan yönetiminin ne yaptığını bilmemesine, liyakatsız kadrolara bağlıyor. Erdoğan ne yaptığını bilmediği için mi ekonomi tepetaklak gidiyor?
Yakın zamana kadar bunun çok basit bir açıklama olduğunu düşünebilirdim ama bugün öyle düşünmüyorum. Yapılan açıklamalar son derece tutarsız, nedensellik ilişkisi doğru kurulmuyor ve en yakın vadede önümüze konan hedefler bile büyük oranda sapıyor. Bunun en güzel örneği enflasyon meselesi. Ocak ayından beri sürekli şubatta düşecek, mayısta düşecek gibi öngörülerde bulunuluyor ama tutmuyor. Orta vadeli programdaki kur öngörülerine bakın, bu sene için öngörülen dolar kuru 9’larda ama bugün geldiğimiz nokta bunun neredeyse iki katı. Geçen sene tek hanelerde enflasyon öngörüsü yapılmış, bugün baktığınızda yüzde 70’lere çıkan bir resmi enflasyonla karşı karşıyayız. Böyle bir ortamda nasıl bütçe hazırlayacaksınız? Dolayısıyla iktidarın öngörüleri, yaşananların o kadar uzağında ki burada planlı bir politika görmekte zorlanıyorum.
Hesapların tutmayacağını bildikleri halde enflasyonun düşeceği hatta tek haneye ineceğine dair neden tarihler verme gereği duyuyorlar?
Cumhurbaşkanı başta olmak üzere yetkili isimlerle sohbet olanağımız olsaydı, böyle bir ülkede yaşasaydık bunu sorma imkanı bulurduk! Cumhurbaşkanı nisan ayında “Mayısta enflasyon düşecek” demişti. Zaten düşmedi ama ne olacak da fiyatlar düşecek? Bunun dile getirilmesi gerekiyor. Dolayısıyla “Ne yaptığını bilmiyor, liyakatsız kadrolar”dan farklı olarak, siyasi söylemin tamamen ekonominin gerçeklerinden koptuğunu düşünüyorum. İktidarın elinde bu işleri yapacak kadroların olduğundan eminim ancak siyasetin tercihleriyle, ekonomi bürokrasisinin tercihleri uyuşmuyor ve burada siyasetin tercihleri ön plana çıkıyor.
İktidarın tercihlerinin böyle olması, içine girdiğimiz seçim sürecinde aleyhe çalışan bu durum değil mi?
Orada açıkçası Erdoğan’ın yakınındaki kadrolar tarafından yanıltıldığını düşünüyorum.
Nasıl?
Orada kurulan argüman şuydu ve Erdoğan da buna inandı: “Kredi maliyetlerini ucuzlatacağız, böylece faizleri aşağı çekip ekonomiyi hareketlendireceğiz, istihdamı arttıracağız, bu da zaten ekonominin büyümesini beraberinde getirecek, mal arzının artmasıyla birlikte de fiyatlar kısa sürede aşağıya çekilecek!” Bu argümanın tutmayacağı pek çok iktisatçı tarafından senelerdir anlatıldı. Erdoğan kanaatimce biraz da siyasi sebeplerle bu argümana yakın durdu, bunu sahiplendi, savundu ancak bugün geldiğimiz noktada, bunun kendi aleyhine çalıştığını görebilmesi gerekiyor. Bahsettiğimiz gibi ücretli kesimin toplam hasıladan aldığı payda çok keskin bir azalış var. Bugün ekonomimizde zengin çok daha fazla para kazanıyor. Bankalar “Biz bu zamana kadar böyle kâr görmedik” diyorlar, rekor üstüne rekor kırıyor banka kârları, öte taraftan da vatandaş sürekli yoksullaşıyor. Bu seçime giden bir hükümetin çizeceği profil değil.
SEÇİM SONRASI TUFAN ŞEKLİNDE BİR YAKLAŞIM VAR
Değindiniz, dolar yeniden yükselişe geçti, TL daha da değersizleşiyor, bu olurken “MB arka kapıdan şu kadar satış yaptı”, “Şöyle müdahale edildi” gibi haberler okuyoruz. Kurun düşmemesi hamlelerin etkili olmadığını gösteriyor ama mesele kullanılan enstrümanlarda mı?
Burada ana mesele şu, Erdoğan faizleri düşürmüyor. Faizler yükselmeye devam ediyor. Farklı farklı şekillerde faiz görüyorsunuz, kur korumalı mevduat diyorsunuz, bankanın üstündeki yükü alıyorsunuz. Bakan Nebati belli aralıklarla bankalarla toplanıyor, “Siz kredi musluklarını olabildiğince açın, biz de size yardımcı olalım” diyor. Bankalar faizin bir bölümünü veriyor, geri kalanını da vatandaşın sırtından veriyorlar. Arka kapılardan almaya çalıştıkları tedbirler bunlar. Politika faiziyle oynamadan farklı kanallardan örtülü faiz artışları gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Rezervlerden para satarak yükselişi engellemek olacak iş değil, onunla günlük dalgalanmalara müdahale edebilirler.
Şimdi de enflasyona endeksli tahvil hamlesine yöneldiler! Zaten TÜFE endeksli beş yıllık tahviller vardı, şimdi bir yıl gibi daha kısa vadede bir vadeye sahip bir tahvil çıkacaklar sanırım, daha kısa vadeli olacağını düşünmüyorum. Çünkü seçim sonrasına geri ödemesinin olması önemli, aksi takdirde seçim öncesinde hazine zor durumda kalabilir.
Yani enflasyon korumalı tahvilin esas esbabımucibesi hazineden yani cebimizden paranın daha geç çıkması mı? Kur korumalı mevduatta üç aylık vadelerle çıkıyordu, şimdi bir yılda çıkacak…
Genelde devlet tahvillerinde altı ayda bir kupon ödemesi yapılıyor, bir senelik olduğu için yıl sonunda yapabilirler, o durumda hazine en azından seçime kadar önemli bir nakit çıkışı yaşamaz ama bütün politikaların ekseninde seçimden sonrası tufan şeklinde bir yaklaşım var. Yani “Seçime kadar olabildiğince hazineye yüklenelim, hazinenin sırtından ekonomiyi olabildiğince götürelim, seçimden sonra oturur bakarız bu sorunlarla nasıl başa çıkacağımıza!” tarzında. Ancak geçtiğimiz ay içinde de gördük ki, hazine tarafındaki açığın büyümesi kur tarafında da bir hareketliliği beraberinde getiriyor. Yani bütçe açığı büyürse, bu beraberinde enflasyon ve TL’nin değer kaybı demek. Dolayısıyla siz eğer hazine üzerinden bu süreci aşmaya çalışırsanız gelecekte çok daha büyük yapısal sorunlar yaratırsınız.
Dünyanın geri kalanında enflasyonu yenmek için merkez bankaları ne yapıyorsa siz de benzer politikalarla bununla mücadele etmek zorundasınız. Burada böyle dahiyane buluşlar geliştirmeniz mümkün değil. Politikalar basit, araçlar basit, yan yollardan dolanmaya çalıştıkça ekonomiye çok büyük zarar veriyorsunuz. Sınıfsal bir tercih yapıyor Erdoğan, arkasını dayadığı sınıfların lehine bir politika üretmeye çalışıyor.
EKONOMİ ALANINDA HÜKÜMETİN VATANDAŞI KAZANMASI ZOR
Erdoğan’ın seçime gidecek bir profil sunmadığını belirttiniz. Ama muhalefet çevrelerinde 6 Kasım şeklinde gün olarak da dillendirilmeye başlanan erken seçim senaryoları kabaca şöyle temellendiriliyor; iktidarın enflasyona endeksli tahvil müdahalesi doları düşürecek, ücretlere zam yapılacak, sebze meyve mevsimsel düşüşe girecek, turizm geliri de eklenince rahatlama olacak, iktidar kasımda sandığa gidecek! Değerlendirmeniz ne, bunlar zayıf argümanlar mı?
Bu argümanlar çok tutarsız. Öncelikle, enflasyon dur denince durdurulabilecek bir mesele değil, bir kere hareketlendiği zaman önüne geçmek zor. Fiyatlar son derece katıdır, geri gitmez. Sebzede meyvede kısmen bir gerileme görebilirsiniz ama birçok fiyat geri gitmeyecek. Kiralar örneğin, zam döneminiz geldi ne olacak? Geçtiğimiz seneden bu seneye kadar gerçekleşen enflasyon ortalamasında bir zam yapılacak, bunu düşürmeniz mümkün mü?
Olabilir, kurda belli bir istikrar mesela 12-13 seviyelerinde istikrar yakalayabilirsiniz ama bunun için faiz politikasından geri adım atmanız lazım. Ama bunu ne kadar sürdürebilirsiniz? Bunu seçimden iki üç ay önce yapacaksınız, çünkü bu yaptığınız şeyin ekonomide daraltıcı sonuçları olacak. Mesela ücretlerin toparlanması konusunda net bir açıklama yapmıyorlar. Asgari ücrete bir düzeltme gelecek mi? Kasım ayında bir seçim senaryosunu konuşacaksak gelmesi lazım. Çünkü çok büyük yoksullaşma var, geçtiğimiz 2021’in ocak ayından bu yana asgari ücret yüzde 80’e yakın bir enflasyon yaşadı. Buna karşılık asgari ücrete yüzde 50’lik bir düzeltme var. Yani yüzde 30’a yakın bir kayıp var, bu kayıp önümüzdeki temmuz ayına kadar yüzde 40’ların üzerine çıkacak. Temmuz ayında yüzde 40’lık zam yapsanız dahi ancak 2021 ocak seviyesine çekiyorsunuz asgari ücreti. Bu, anketlerde büyük kayıp yaşadığı görünen hükümeti sandıkta tekrardan avantajlı duruma geçirir mi, getirmeyeceğini düşünüyorum. Bu nedenden dolayı seçime gidecek bir politikacı izlenimi vermiyor Erdoğan.
Şunu da vurgulayalım, bunları TÜİK verileri üzerinden konuşuyoruz ancak TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamları hiçbir şekilde vatandaşın karşılaştığı enflasyonu yansıtmıyor. Dolayısıyla vatandaşın cebinden eksilen bizim söylediğimizin çok çok üstünde. Alım gücündeki daralma çok daha şiddetli.
Ekonomik göstergeler zamanında yapılacak seçim dönemi için de olumlu seyretmeyecekse, ücret arttırarak, kuru aşağı çekerek dolayısıyla geçici de olsa bir rahatlama sağlandığında seçime gitmek rasyonel değil mi?
Açıkçası ekonomi alanında kendisi açısından daha iyi şartlar sağlayabileceği bir dönem olacağını düşünmüyorum. Nispeten belki ücretlere zam yapmak olabilir ama onun ötesinde ekonomi alanında hükümetin artık vatandaşı kazanması zor. Bence burada başka alanlara öncelik verecek, milliyetçi söylemi öne çıkaracak. Enflasyonla mücadeleyi vatan savunması, din savunması vs. üzerinden vatandaşa sunmaya çalışacak. Tek çıkar yolu bu gözüküyor.
O halde, Erdoğan’ın grup toplantısında “İşçinin, memurun, esnafın sıkıntılarına çare olacak paketler hazırlığındayız” açıklaması, ücretlere zam sinyalleri, 3600 ek gösterge gibi hamleler seçim hazırlığından çok yoksulluğu yönetme, sosyal patlama riskini düşürmeye yönelik hamleler olarak okunabilir mi?
Kuşkusuz okunabilir. Vatandaşın sesinden ziyade sermayenin sesine kulak veren bir cumhurbaşkanı var. İş ve finans çevreleriyle çok sıkı bir bağ kurarak, oraya yaslanarak kendini iktidarda tutabileceğini düşünüyor. Önümüzdeki süreçte sermayeyle uzlaşı içinde ücretlerde bir düzeltme gündeme gelebilir. Çünkü enflasyon arttıkça ücretli kesimin toplam gelir içinden aldığı pay çok daha daralacak.
EĞİTİMDEN BAŞLAYAN BİR ÜRETİM HAMLESİ GEREKİYOR
Halkın ekonomisi en temel/acil hangi adımlar atılırsa düzelir?
Enflasyonun bazı sebepleri var, özellikle Erdoğan’ın faiz ısrarından kaynaklı olarak kurda tetiklenen çok sert bir hareket var, bu FED’in sıkılaştırma kararıyla da bir araya gelince çok yıkıcı sonuçlar yarattı Türkiye ekonomisi açısından. İkincisi, uluslararası piyasalardan da kaynaklanan yani pandemiden çıkışta oluşan küresel talep patlaması ve bunun getirdiği fiyat artışları, özellikle gıda fiyatları üzerinde yarattığı baskı. Üçüncüsü de Rusya-Ukrayna savaşının enerji maliyetleri üzerindeki olumsuz etkisi, fiyatları çok sert bir şekilde arttırması.
Uluslararası dinamikler boyutunda çok bir şey yapamazsınız ama ulusal boyutuna dair yapılacaklar var. Bütün merkez bankalarının yaptığı gibi siz de politika faizini arttırarak diğer ülkelere paralel şekilde hareket ederek kurdaki sert hareketlerden kaçınabilirdiniz. Bu enflasyonu önemli ölçüde sınırlandıracaktır. Kısa vadede önce kur üzerinde etkisini görürsünüz, ondan sonra fiyat artışının da sınırlandığını görebilirsiniz. Bu yapılabilir. Ancak uzun vadeli olarak Türkiye’nin kur konusundaki kırılganlığı vs. bunları aşmanın yolu dediğim gibi eğitimden başlayacak bir üretim hamlesidir. Bu da kolay bir şey değil ama bu hamlelerle ekonominin tekrardan yapılandırılması gerekiyor. Bunlar 8-10 senede karşılığını göreceğiniz hamleler ama bunlar kaçınılmaz, aksi halde Türkiye aynı şeyleri tekrar tekrar yaşayacak.
Yakın vade için nasıl bir projeksiyon yaparsınız, bizi ne bekliyor?
Çok sıradışı bir dönemden geçiyoruz, FED tarafından sıkılaştırma sinyalleri geliyor, aynı şekilde AB merkez Bankası da beklenenden daha hızlı biçimde sıkılaşmaya geçebilir. Bunlar hep bizim merkez bankamızı ve kur tarafını zorlayacak gelişmeler. Şu an enflasyonda olumlu bir manzara çizmek, yılın ikinci yarısına dönük olumlu beklentiler oluşturmak anlamsız.
YENİ BİR KAYNAK TRANSFERİ
Konut ve kiradaki fahiş fiyatlara çare olarak sunulan hazine arazilerinin ev yapması için vatandaşa satılması projesine yorumunuz ne? Kim hazine arazisi alabilir, kimin hayrına çıkarılıyor bu proje?
Bu, seçim öncesi kaynak yaratmak ve tabii yandaşlara kaynak aktarmak için ortaya konan projelerden bir tanesi. Uzun zamandır kamunun kaynaklarının partiye yakın kesimlere bu biçimlerle transfer edildiğini biliyoruz, bunun ötesinde başka bir anlam taşımıyor. Yani ekonomiyi hareketlendirecek vs. bir hamle değil, sadece kaynak transferi.
SURİYE’YE OPERASYON İŞLEVSEL
Irak’ın ardından Suriye’nin kuzeyine, Rojava’ya beşinci operasyonun an meselesi olacağı söyleniyor. Enflasyon, yoksullaşma bu düzeydeyken bu tür operasyonlara girişmenin arkasındaki motivasyon ne? Ekonomik maliyetinden neden çekinilmiyor?
Benim de daha önemsediğim taraf bu, hükümet buralardan gidecek. Ekonomiyi falan toparlayamaz çünkü öyle kısa sürede toparlanabilir bir durum yok ortada. Erdoğan ekonomideki sorunları başka bir tarafta operasyon yaparak, diğer tarafta çatışma yaratarak halkı bir tür “bayrak altında toplamak” istiyor. Ekonomide başarısız olan liderlerin, dönem dönem başka alanlarda popülerite kazanarak sandıkta kendi kaderini tersine çevirme arayışı. Bunu Erdoğan çok iyi biliyor çünkü daha önce de defalarca kullandı, bu seçimde de başka türlü sandıktan çıkmasının yolu görünmüyor. Suriye bu anlamda çok işlevsel.
Konser, festival yasakları, ahlak sorgulamaları gibi kutuplaştırmanın hızlanan pratiklerini de aynı şemsiye içine koyabilir miyiz?
Tabii, suni gündemleri seviyor. Bu aynı zamanda kendi seçmenini konsolide etmesinin yolu. Erdoğan’ın kaygısı kendi seçmenini korumak. Oranın çözülmesinin önüne geçmek ve geleneksel muhafazakar seçmenini arkasında tutmak. Bunun için de toplumdaki ayrışma noktaları üzerinden siyaset yapmak tek bildiği ezber.
KAYIPLAR KISA DÖNEMDE TELAFİ EDİLEMEZ
Millet İttifakı bileşenleri son toplantıları sonrasında ekonomiye ilişkin yaklaşımlarını da içeren 10 maddelik bir bildirge yayınladılar. Bildirgede “pahalılıkla mücadele eden, üretim ve istihdam odaklı, insan onuruna yaraşır sosyal politikalarla desteklenmiş bir anlayışı hayata geçireceğiz” deniyor. Bu yaklaşım ekonominin sorunlarını çözer mi?
Çok temel, AKP de söylese aynısını söyleyeceği yaklaşımlardan söz ediyoruz. Bu tip programlardan daha detaylı bir açıklama beklemek de haksızlık olur ama şunlar vurgulanmış; Türkiye’de gelir dağılımı son derece bozuk, bunun toparlanması önemli bir öncelik. Yanı sıra AR-GE’ye vurgu yapılıyor. Türkiye gibi önemli bir nüfusa sahip bir ülkenin teknoloji odaklı üretim açısından OECD ülkelerinin bu kadar gerisinde kalması gibi AKP döneminde oluşan ciddi kayıplar var ama bu kısa dönemde telafi edilecek şeyler değil. AR-GE odaklı, yüksek nitelikli mal üretimi için yapmamız gereken öncelikle eğitim reformu. Türkiye geçtiğimiz 20 senede eğitimde çok geriye gitti. İlköğretimden başlayarak eğitim sisteminin günümüzün gereklerine uygun şekilde yeniden dizayn edilmesi gerekiyor. Üniversite sisteminin tekrar ayaklarının üzerine oturtulması gerekiyor, bunlar çok uzun dönemde netice alabileceğimiz şeyler. Çözüm ancak böyle mümkün olur.
Evrensel'i Takip Et