7 siyasi parti ve kurumdan ortak konferans: Yüzleşmeye, hesap sormaya ve kol kola girmeye davet ediyoruz
Sol ve sosyalist 7 siyasi parti ve kurum, Ankara'da "Hafıza, Hakikat, Hesaplaşma” konferansı düzenledi. Konferansın sonunda açıklanan bildirgede birlikte mücadele çağrısı yapıldı.
Fotoğraf: Evrensel
Damla KIRMIZITAŞ
Ankara
Sol ve sosyalist yedi siyasi parti ve kurumun ortaklaşa düzenlediği “Hafıza, Hakikat, Hesaplaşma” konferansı Ankara’da gerçekleşti.
Emek Partisi (EMEP), Emekçi Hareket Partisi (EHP), Halkevleri, Halkların Demokratik Partisi (HDP), Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF), Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) tarafından organize edilen “Geleceğin Türkiye’si için Hafıza, Hakikat ve Hesaplaşma” adlı konferansı Ankara’da yapıldı. Konferansın sonunda açıklanan blidirgede birlikte mücadele vurgusu yapıldı, "Yüzleşmeye, sorumlulardan hesap sormaya ve kol kola girmeye davet ediyoruz. Biz yapacağız, siz izleyin demiyoruz. Hafızamızı ortaklaştırırsak, hakikati dile getirirsek, hesabını birlikte sorarsak, mücadele edersek değiştirebiliriz. Emek için, adalet için, eşitlik için, özgürlük için, barış için, demokrasi için bir oluyoruz, birlik oluyoruz." denildi.
Salona Cumartesi Anneleri, Çorlu Tren kazası, Soma Katliamı, Gezi Direnişi, Roboski Katliamı, Suruç ve 10 Ekim Katliamları, Tahir Elçi, Hrant Dink, Emine Şenyaşar’ın fotoğrafları asıldı.
"HAKİKATİ SÖYLEMEK DİRENMEKTİR"
Açılış konuşması için söz alan Hukukçu Rıza Türmen, "Aslında aradığımız şey toplumsal uzlaşı. Bunun için yapılması gereken şey hafıza ve hakikat. Bunun sonucunda ortaya çıkması gereken şey adalet diye düşünüyorum. Unutulmaması lazım, herkesin bilmesi lazım ki geçmişten kolay kolay kurtulamayız. Geçmişimiz bugünümüzdür, geçmişimiz geleceğimizdir. Doğru bir geçmişle çocuklarımıza doğru bir gelecek veririz. Türkiye’deki problemimiz şu, geçmişle barışamadığımız için bugünümüzle de barışamıyoruz” dedi. Geçmişin inkarı yerine hakikat, cezasızlık yerine adaletin koyulması gerektiğini belirten Türmen, “Toplumsal barış için adaleti cezasızlık yerine koymamız lazım. Hakikat, Türkiye problemli meseledir. Hakikat, halkın bilmesini istediği kadardır” dedi.
İktidarın dezenformasyon yasasıyla hakikat ötesi söylemini korumayı amaçlandığını dile getiren Türmen, “Buna karşı itiraz sesini yükseltmek gerekir. Bu durum seçimlerin meşruiyeti ile ilgilidir. Halk ancak bildikleriyle seçim yapabilir. Suskunluk belki bir suç değildir ama sorumluluğu paylaşmaya götürür. Geçmişimizi inkâr yerine hakikati koymalıyız. Cezasızlık yerine adaleti koyamadığımız sürece toplumsal barışı sağlayamayız. Direniş çok önemlidir. Hakikati söylemek direnmektir. Hakikati söylemeye cesaret edebilmektir. Türkiye’deki bir başka mesele de cezasızlık. Bu problemin boyutlarını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında görüyorsunuz. Cezasızlıkla ilgili bir yığın karar var. Cezasızlık, yargının suça ortak olduğu anlamını taşır. Gezi’de öldürülen Berkin Elvan, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz dosyalarına ne oldu? Berkin Elvan iddianamesinde suçlu Berkin Elvan’dır. Cezasızlık Türkiye’de adaleti kemirmektedir. Roboski’ye ne oldu? Cezasızlıkla mücadele aynı zamanda adaletin gerçekleşmesiyle mümkündür” dedi.
"ADALET İSTİYORUZ AMA HESAPLAŞMA GEREKİYOR"
Konferansa geçmişten bu yana hak gasbına uğrayan, devlet nezdinde katledilip adalet bulamayanların yakınları da katıldı ve söz aldı.
Gezi direnişinde hayatını kaybedenler adına Ali İsmail Korkmaz’ın abisi Gürkan Korkmaz ve annesi Emel Korkmaz söz aldı. Emel Korkmaz, “O kadar çok acı yaşıyoruz ki saymakla bitmiyor. Acılar katlanarak çoğaldı. Adalet istiyoruz. Bu ülkeye adaletin gelmesini istiyoruz” derken, Gürkan Korkmaz, "Ben de Eskişehir’de okudum. Anne ve babam 'olaylara karışma' diye tembih ederdi ve bir anda ülke gündemine düştük. Önce polis sokakta darbetti, sonra hastaneye gitti, doktor ‘önce ifade ver’ dedi. Beyin kanaması başladı, 38 gün boyunca komada kaldı. Olaya dair savcılık bir soruşturma yürütmedi. Türkiye adaleti maalesef bu lekeyle anılacak hukuk tarihinde. Ben de bir avukat olarak adalet istiyorum ama hesaplaşmak gerekiyor” diye konuştu.
"TARİHİN EN KANLI KATLİAMININ ORTASINDA KALDIK"
10 Ekim aileleri adına konuşan Elif Özdemir, açıklamasında "Biz Türkiye’de tarihin en kanlı katliamının ortasında kaldık. Biz niye orada alandaydık? Bir hesaplaşma, bunun son bulması amacı ile barış mitinginde bir soluk olmak için oradaydık. Ben alana girerken bir şey dikkatimi çekti; basın açıklamasında bile birçok polis gelir... O gün yoktu. Bombanın patladığını gördüm. Biz orada bedenlerimizin yarasıyla uğraşırken ortalıkta olmayan polisler çıktı geldi. Sağlıkçıları tekmelediler. Ateş ettiler havaya. Bile isteye planlanmış bir eylemdi. Çok canımız yandı. İyi ki birlikteyiz bir aradayız. Birlikte mücadele edip birlikte kazanacağız” ifadelerine yer verdi.
"HİÇBİR ZAMAN PİŞMAN OLMADIK"
Barış Akademisyenleri için söz alan Işıl Ünal da "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisinin sürmekte olan çatışmaları, şiddeti sonlandırmak ve barışın sağlanması için yapılan bir uyarı olduğunu belirterek, "Aynı zamanda kamuoyunu bilgilendirmek için bu bildiriyi imzaladık. Biz yapmamız gereken şeyi yaptık ve sonunda kitlesel olarak ağır bedeller ödedik ama barış bildirisini imzaladığımız için hiçbir zaman pişman olmadık” diye konuştu.
İktidarın Cemevlerine dönük yok sayma politikasını ve kötü muameleyi Zeynel Şahin aktaracaktı ancak Şahin, sağlık sorunları nedeniyle katılamayarak mektup gönderdi. Şahin'in mektubunda şu ifadeler yer aldı: "Yüreğimizin yandığı 22 Mayıs 2014 tarihinde Uğur Kurt katledildiğinde olduğu gibi, polis Alevi mahallelerinde hedef gözeterek, toplumsal eylemleri sakinleştirmek için değil cezalandırmak, öldürmek için ateş açıyor. O nedenle yaşanan olaylarda bu kadar çok Alevi öldürülüyor, Kürt öldürülüyor. Dünyanın yaşanılası bir dünya olması adına çarkı pervaz vurduğu, semah döndüğü, ibadetini yaptığı Cemevi’ne pervasız bir şekilde saldırıp, dağıtıp, Cemevinin içerisine idrarını yapabiliyor.. Kendisinden olmayan, kendisi gibi düşünmeyen, biat etmeyen tüm diğer kesimleri yok sayan bu anlayışa karşı, insanın insan onuruna yakışır bir hayat sürmesinin yegane savunucuları olan bizlerin, örgütlü mücadeleyi büyüterek engelleyeceğimiz elzem."
"CEZASIZLIK ÖDÜL OLUYOR"
Cumartesi Anneleri adına konuşan Ferhat Tepe’nin kardeşi Ayşe Tepe, "Abimin davası zaman aşımına uğradı. Annem 1995 yılından beri eylemde yer alıyor. Cezasızlığın ortadan kaldırılmasını istiyoruz. Cezasızlık ödül olarak yürüyor, daha fazla cezanın işlenmesini teşvik ediyor. Faillerin yargılanmasını isterken yargılananlar haline geldik. Türkiye’de uluslararası sözleşmelere imza atılmasını istiyoruz" dedi.
"HESAP SORACAĞIZ"
Çorlu Tren kazasında oğlu Oğuz Arda Sel’i kaybeden Mısra Öz, “Ben oğlumu ihmal cinayetine kurban verdim. Yokluğun içinden, adaletsizliğin içinden geçiyoruz. Bu katliam yaşandığında biz olay yerine giderken kurtarma yapılmadığını, tersine olayın üstünün örtüldüğünü gördük. Cenazelerimiz varken bilirkişiler rapor hazırlamaya çalışıyor, biricik oğlum trenin altındayken. Bu sese ses olmasaydınız toplumsal bir olaya dönüşmezdi. Kemal'e annesini unutturmayacağız, ne olursa olsun hesap soracağız” diye konuştu.
"DÜZENİ DEĞİŞTİRMEK BİZİM ELİMİZDE"
Farplas direnişi adına konuşan Nejla Dolaşık da Farplas'a İnsan Kaynakları olarak girdiğini, patronun kendisine, "Bunları işçilere imzalat, imzalamazlarsa baskı kur" diyerek işten atma dilekçesini imzalatma baskısı kurduğunu anlattı.
Dolaşık, işten atılma sürecini şöyle anlattı: "Ben işçi çocuğuyum, tarafım belli. Bunu kabul edemem dedim ve işten atıldım. Gebze’de direnişler sıklıkla olur. İşçiler daha iyi bir yaşam için bir araya gelirler. Farplas’ta olduğu gibi her yerde de işten atılır. 150 kişi işten atılınca kendilerini fabrikaya kapattılar. Polis geldi, arkadaşlarımız darbedilerek gözaltına alındı. Gebze Emniyet Müdürü ve Kaymakamı firmaya geçmis olsun ziyareti yaptılar. Biz de emek dostları olarak direniş alanındaydık. Taraflar belli, bu düzeni değistirmek de bizim elimizde” dedi.
"BİRLEŞİK MÜCADELE SÜRECİNİ İNŞA ETMELİYİZ"
301 maden işçisinin hayatını kaybettiği Soma Katliamı adına konuşan Kamil Kartal, "Türkiye’de ilk defa işçileri katledenler 18 ila 22 yıl ceza aldı. Hiçbir iş cinayetinde bu kadar ceza verilmedi. Verilen destekle oldu. Mahkeme hakimi görevden alındı, avukatlara ciddi baskılar, gözaltılarla sindirme operasyonu gerçekleştirildi. Bu süreçte 301 anne baba evlatsız kaldı, 437 çocuk yetim kaldı. Siyasi iktidar çeşitli baskılar, vaatler gündeme getirdi. Soma Katliamı sonrası Soma’da başka bir düzen kuruldu. Bunlara karşı birleşik bir mücadele sürecini inşa etmeliyiz” dedi.
"GÖSTERMELİK ADALET İSTEMİYORUZ"
AKP Urfa Milletvekili İbrahim Halil Yıldız’ın yakınları tarafından öldürülen iki çocuğu, eşi ve tutuklu oğlu için adalet isteyen Emine Şenyaşar adına konuşan Ferit Şenyaşar, "4 yıla yakındır 3 insanımız katledilmiş, bir kardeşimiz de rehin olarak cezaevinde tutuluyor. Hastane katliamı yüzlerce kamu çalışanının önünde yapıldı. Kolluk kuvvetinin önünde meydana geliyor ama hastane davasında 4 yıldır gizlilik kararı var. Adliye önünde nöbet eylemi başlattık, mücadelemizi sürdürüyoruz. Göstermelik adalet istemiyoruz. Adalet sağlanana kadar mücadelemiz sürecek” dedi.
Diğer konuşmacıların açıklamalarından öne çıkanlar ise şöyle:
"BİZİ BİR ENKAZ BEKLİYOR"
Dr. Mühdan Sağlam: "Türkiye'nin 2002 yılında yaşadığı iktidar değişiminin Türkiye dış politikasına yansımasına baktığımızda batı kampı ile uyumlu, Avrupa Birliği adaylığı sürdürmesi üzerine örgütlenmiştir. Ancak 2003 yılında ilk fire, 11 Eylül ile birlikte Türkiye’nin Afganistan’a asker göndermesiyle verildi. 'Barış' adı altında neler yapıldığını geçtiğimiz yılın ağustos ayında insanların Taliban zulmünden kaçmak için uçaklara tutunarak, çocuklarını ABD’li askerlere verdiğinde gördük. 2003’e dönersek Türkiye, bunu kolaylaştırmak için en istekli ülkelerden biriydi. Türkiye’nin gerektirdiği barışın sınırı budur. Kendinden olmayana imkanı ve ölçüsü budur. O dönem Irak işgali örneğine baktığımızda Türkiye, toplumsal muhalefetin güçlü baskısıyla teskereye hayır demişti ve asker çıkarılmamıştı.
Gelinen aşamada dış politika, gelecek kuşaklara yükler ve sorumluluklar getiriyor. Var olan hakikat esnetildi, yeni hakikat inşasına geçildi. Bölgenin ve ülkenin küresel dinamikleri yanlış okundu. Yayılma politikasına girildiği, değerli yalnızlıklardan oluşan bir yeni hakikat ile karşı karşıyayız. Dış politika yavaş ilerler, yaptığınız üzerinize yapışır, bizi bir enkaz bekliyor.”
"YARGI ELE GEÇİRİLDİ"
CHP Milletvekili İlhan Cihaner: "İktidarın baskı politikasını üstlenmiş bir yargı ile baş başayız. Türkiye’de yargı ele geçirilmiştir, 2005 yılında yasal temelleri oluşturulmuştur. AKP geldiğinde 12 bin olan hakim, savcı sayısı şimdi 22 bin civarında. Türkiye’de yargı hiçbir zaman olmadığı kadar sınıfsal tercih yaparak sermayeyi korumuştur. Yargı, iktidarın bürokratik bir uzantısı olmuştur. Her şeyden önce mülksüzleştirme ve siyasetsizleştirme pratiği ortaya çıkıyor. HDP'ye dönük hamleler bunun en büyük örneğidir.
Yargının halktan kopmasını ise şimdi 'AVM adliyeleri' diyebileceğimiz mekansal dizaynla sağladılar. İnsandan tamamen koparılan adliyeler yaratıldı. Yargı, yanlış bir terör kavramı çerçevesinde terörle mücadele eden bir aparata dönüştürüldü. Yargıda, savunma mesleği ilga edilmiş durumda. Avukatların tezleri 'anlat anlat heyecanlı oluyor' formalitesine indiriliyor. Karar çok önceden veriliyor. Türkiye’deki benzer sorunları yaşayan ülkeler önce hukuklarını oluşturdular.”
"YURTTAŞLAR HAFIZAYI DİRİ TUTARAK HESAPLAŞACAK"
TİP Milletvekili Ahmet Şık: "Cezaevinde bulunan siyasetçilere, hukukçulara, bilim insanlarına selamlar. Devletin hakikati dediğimizde gözümüze ve hafızamıza bir dolu fotoğraf geliyor. Suçluların suçunu örtmeye çalışan bir yargı mekanizması üreten, bunun rızasını medya ile oluşturan bir iktidar ile karşı karşıyayız. Hrant Dink, Tahir Elçi, Şenyaşar ailesi bize bu ülkenin hakikatini aktarıyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin yüz yıllık geçmişimizle hesaplaşması bize hakikati çıkaracak. Önceliğimiz hatırlamak ve hakikati aktarmaktan geçiyor. Yurttaşlar hafızayı diri tutarak hakikat ile hesaplaşacak.”
"TARİHİ İKTİDARLAR DEĞİL HALKLAR YAZAR"
Gezi Davasında tutuklanan Yüksek Mimar Mücella Yapıcı, konferansa mektup göndererek ekolojinin ve kentin hakikatine ilişkin şu ifadeleri kullandı:
"Hafızanın silinmeye çalışıldığı, hakikatin yalanlar, hakaretler, delilsiz cezalalandırmalarla unutturulmaya çalışıldığı bir karanlıktayız. Hesaplaşmadan bahsedemiyoruz bile. Ancak dokuz yıl önce yaşadıklarımızı hatırlamakta fayda var. Kent mücadelesi bizim senelerdir meslek örgütleriyle, davalarla, hukuksuz kararlardan, mega projelerden, rant için yerinden edilen kentlilerle sürdürdüğümüz bir mücadele idi. Ancak dokuz yıl önce bir şey oldu, neydi o direniş, neydi Gezi? Dokuz yıl önce, kent halkı ilk defa bütün sıkışmışlıkları da düşünerek herkesin ama hiç kimsenin olmayan bir park alanını savundu ve onu diğer hak talepleriyle birleştirebildi. O parktaki olağanüstü beraberlik, demokratik bir hak savunması ve polis şiddetine, haksızlıklara karşı itiraz eylemi, gelecek için bir umut olmuş ve insanlar kendi beyinlerinin gönüllü gardiyanı olmaktan kurtularak ülkeye çöken korku ve umutsuzluk perdesini aralamıştır.Korkulan da bu ışıklı aralıktır. Bu iklimi yaratmak ve Gezi'nin toplumsal hafızada yer alan o umutlu, renkli ve yaratıcı tarihini kriminalize ederek, Gezi’de itirazını, umudunu, direnişini yanına alıp gelenlere hakaret üzerine hakaret ederek, toplumsal hafızaya yeni bir tarih aplike etmeye çalışmaktadırlar. Ancak bunca yıl ve bunca yalan dolan ve baskıdan sonra gösterilen destek ve dayanışma, bu çabaların nafile çabalar olduğunu somut bir göstergesi olmuştur. Birlikte konuşmayı, birbirine bakmayı, aynı görüşte olmama koşuluyla ama aynı hedefe yani demokrasiye, barışa, daha insanca bir yaşama doğru birlikte hareket etmeyi bir kere denemiş bir toplum, yıllar da geçse o deneyimi unutamaz. Gezi, herkesin kendini ifade ve temsil ettiği barışçı, yaratıcı, eşitlikçi ve insancıl tarihine daha nice yıllar sahip çıkacaktır. Esasen tarihi iktidarlar değil halklar yazar.”
"SUÇ EKONOMİSİ İLE LEGAL EKONOMİ ARASINDAKİ AYRIMI YOK ETTİLER"
Gazeteci Bahadır Özgür: “Kitlesel yoksullaşma ile ekonominin hakikatini anlatabiliriz. Ekonominin hakikatini tek adamın hakikatinden ayrı düşünemeyiz. Ancak böyle bir rejimi inşa etmek için ototer bir rejimle karşı karşıyayız. Cumhuriyet dönemi boyunca ancak iç savaş koşullarında dönüşebilecek bir değişimle, bölüşüm şokuyla karşı karşıyayız. Servet transferi, bölüşüm şoku ve yoksullaşma ile yolsuzluk dönemi kurumsallaşmıştır.
Kamu kurumlarının satışıyla başlayan özelleştirme bugün toprak hırsızlığına ulaşmıştır. Bu durum İngiltere de 17. yy'da yaşanmış. Servet transferi ile kamu ihaleleri gündemimize girdi. Gelecek kuşakları da yoksullaştıran bu durum kamu özel işbirliği projeleri devleti, devlet A.Ş'ye dönüştürdü. Finansallaşma ile dünyada ilk defa yoksullar kredi almaya başladı ve borçlandırıldı. Eğitim aldıkça yoksullaşan bir ülke yarattılar ve suç ekonomisi ile legal ekonomi arasındaki ayrımı yok ettiler”
"ASGARİ ÜCRET 3 AYDA BİR BELİRLENSİN"
Makine Mühendisi Mert Büyükkarabacak: "Ülkedeki emekçi halkların sömürgeleştirilmesi ile karşıya karşıyayız. Türkiye, dünyada işçiler için cehennem sayılabilecek 10 ülke arasında. Hem daha fazla çalışıyor hem daha fazla yoksullaşıyoruz. Türkiye pandemi sürecinde bile büyürken işçilerin yükseltilen ücretleri hızla yükseltilen enflasyonla geri düşürüldü. Büyümeye rağmen işsizlik azalmadığı gibi güvenceli sayılan iş olanağı da çok az. Güvencesizlik ve geleceksizlik işçi intiharlarına yol açıyor. Emeğin talepleri net. Asgari ücretin 3 ayda bir güncellenmesi, güvenli çalışma koşulları sağlanmalı, enerji şirketlerinin kamulaştırılması, KHK'lerin iptal edilmesi, sosyal konutların inşa edilmesi gerekiyor. 100 yıllık cumhuriyet tarihi bize ekonomik alt yapının sermaye tarafından sağlanamadığını çok açık bir şekilde gösteriyor. Birleşe birleşe kazanacağız."
"BİR ÜLKENİN REJİMİ NEYSE HUKUK DÜZENİ ODUR"
İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdogan: "Bir ülkenin rejimi neyse hukuk düzeni odur. Savunmayı geliştiyoruz, argümanlar geliştiriyoruz ama Milli Güvenlik Kurulunun oluşturmuş oldugu özel yargılama sistemi karşımıza çıkıyor ve bir yerde tıkanıyoruz. Milli Güvenlik Kurulu'nu ilk elden ortadan kaldirmak gerekiyor, RTÜK, YÖK gibi. Türkiye'de sürekli olarak askeri sivil bürokrasi belge hazırlayarak, dikte edilerek belgeye uygun olarak yargılama sistemi oluşturuyor. Bir anda kendimizi aslında savunacak hale düşüyoruz. Bunu kırmanın yolu meselenin kaynağına inmek, mücadele etmektir. Uluslararası hukuka bağlıysak Demirtaş, Kavala kararlarına uyulması gerekiyor. Çok belge geliştirdik ve karar aldırdık ama siyasi iradeye ihtiyacımız var. Demokrasi, hukukun üstünlüğü bir arada alınırsa o zaman gerçekten onumuz açık olacaktır."
"EŞİT YURTTAŞLIK TEMELLİ BİR ANAYASA İSTİYORUZ"
HDP Milletvekili Fatma Kurtulan: "Aslında yaşadığımız şey bedelini ağır ödediğimiz hakikattir. Kürtler vardır, kolektif hakları vardır ve mücadelesini vermeye çalışıyorlar. Yıllardır OHAL uygulamalarıyla mücadele ediyoruz. Kürtler, 12 Eylül’den sonra mutlaka bir gazaba uğruyor. Ülkenin üçte birinin aslında seçme seçilme hakkı gasbediliyor. Eşit yurttaşlık temelli bir anayasa istiyoruz. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesini istiyoruz. Bunlar için muhatapları doğru belirlemek lazım."
"TÜRKİYE’DE 720 BİN ÇOCUK İŞÇİ VAR"
İHD Ankara Kadın Komisyonu Üyesi Sevinç Koçak: "Çocuklar yaşamın özneleriyken karar alma mekanizmalarının hiçbirinde yer almıyor. Türkiye’de 25 milyonu bulan çocuklar içinde görünen 720 bin çocuk işçi var. Çocuklar tarlada, iş yerinde, cezaevinde ve biz bu sayılara tam olarak ulaşamıyoruz, kapılar hep kapatılıyor. Berkin Elvan 14 yaşında vuruldu, 16 kilo ile hayatını kaybetti. Yetişkinlerin bile demokratik katılımının sorgulandığı bir ortamda çocukların yaşama katılım hakkını sorgulamak gerekiyor"
"ŞÜPHELİ KADIN ÖLÜMLERİ KATLANARAK ARTIYOR"
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Sekreteri Fidan Ataselim: "Şüpheli kadın ölümleri katlanarak artıyor yani kadın cinayetlerini daha fazla karartmaya çalışıyorlar. Bir gece yarısı İstanbul Sözleşmesi'nden vazgeçilirken bugün kadınları öldüren katiller türlü ayrımcı indirimler alıyor. Kadınlar ise meşru müdafaa ettiklerinde kendilerini bu indirimlerden yararlanamıyor. Bu ülkenin cumhurbaşkanı kadınlara 'sürtük' dedi. Sanatımıza, hayatımıza, yaşam tarzımız, örgütlerimize büyük saldırılarla karşı karşıyayız. Sürekli ahlaka aykırı davrandığımız iddia ediliyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile de mücadele eden kadınlar demokrasi mücadelesi ile devam edecek."
"SAĞLIK KAN KAYBEDİYOR"
Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol: “Pandemi bizim önümüze çıkan semptom, bitmemesi ise seçtiğimizin ne kadar hastalıklı olduğu gösteren bir hakikat. Hakikati bulmazsak eğer iyileşmemiz mümkün değil. Yoksulluk sadece yoksulluk değil, aynı zamanda sosyal dışlanmadır. Türkiye'de 2017’de yapılan bir araştırmaya göre nüfusun yüzde 45’i yoksul ve sosyal dışlanmaya uğramaktadır. Yoksuldurlar ve sağlığa erişemezler. Pandemi sınıfsal bir sorun. Sağlıkta emek en büyük güçtür. Sağlıkta teknolojiler ne kadar gelişkin olursa olsun bir hekim günlük 500 kişiye bakıyor. Hekim arkadaşlarımız, sağlık emekçisi arkadaşlar bir çıkış göremiyorlar. Sağlık kan kaybediyor. Pandemi başka felaketlere sürüklüyor. Çok kırılganlaştık, hekim kaybediyoruz. Direnç sorunumuz var ve antibiyotik dahi getiremiyoruz ama şunu söylemek gerekiyor: Eşit bir sağlık sistemi için mutlaka bir devrimle düzeltilmesi lazım."
"BU ACILARI ORTAK MÜCADELEYE EVİRME GÖREVİYLE KARŞI KARŞIYAYIZ"
HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar: “Türkiye, tarihine baktığımızda travmatik deneyimler yığını ile karşı karşıya olan bir ülkedir. Büyük acılar yaşandı ama gerçekliğin hikayesinin anlatılmasına izin verilmedi. Mağdurların sesini kısmak ve kendi dar dünyalarında kaderlerine razı olmaya mecbur etmek asıl hedeflenendir. Bütün bu acıları yaşamak zorunda kalan toplum kesimleriyle hakikati buluşturmak zorundayız. Asıl hedefimizin ne olduğunu burada çok daha iyi görebiliriz. Eğer bunu başarabilirsek inanın bu söylediğim, sistem dönüşümünü de düzen değişikliğini de sağlar. Adaleti her alanda aramaktan vazgeçmemeliyiz. Bütün bu adaletsizliklerin temelinde bir sistemin, bir düzenin yattığını da görmeliyiz. Hepsini bu acıların kendi döneminde yaşatmış, eskileri de gayet memnuniyetle kabullenmiş bir iktidarla karşı karşıyayız. Bu iktidara karşı mücadele, hafızanın unutmaya karşı mücadelesidir. Hakikat acıdır ama susmak öldürür. Susmamalıyız. Hakikatlerin mutlaka dile getirmeliyiz. Hakikati tek başımıza kalsak da dile getirmeliyiz. Şimdi biz bütün bu gücü, bütün bu acıları, hepsini birleştirme, siyasi bir projeye, siyasi bir birlikteliğe ortak mücadele konusuna evirme göreviyle karşı karşıyayız. Bu görev hepimiz için tarihi bir sorumluluktur geçmişe karşı, bugüne ve geleceğe karşı. Geleceğin Türkiye'si için Hafıza, Hakikat ve Hesaplaşma diyoruz.”
‘HALK ÖZNE OLURSA HESAPLAŞMA OLUR’
TİP Genel Başkanı Erkan Baş: “Artik AKP’nin ne yaptığını değil ne yapacağımızı konuşalım diyorum halk toplantılarında. Biz ne olduğunu biliyoruz. Bu Konferansla hâlâ ne kadar az şey bildiğimizi hatırladım. Bu tablo bile hesaplaşmanın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor, saray rejimini alaşağı etmenin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Kararlılığımızı ilan ederek bu salondan çıkmamız gerekiyor. Bunların yönettiği her gün büyük kayıplar yaşıyoruz. Elimizden geldiğince bu iktidardan Türkiye'yi kurtarmalıyız. Biz birleşme konusunda üzerimize düşen her şeye hazır olduğumuzu söylüyoruz. Bence bu konferansın önemli noktası sadece seçim meselesi değil yeni bir yüzyıla adım atmanın tartışılıyor oluşu. Yeni bir yüzyıla gideceksek son 100 yılda eksik kalan tüm başlıklar masaya yatırılmalıdır. Biz bunun için örgütleniyoruz. Hesaplaşmadan kastedilen şey budur. Halk bir politik özne olursa hesaplaşma olur.”
"İŞÇİLERİN MÜCADELESİ YENİYİ KURACAK"
Emek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selma Gürkan: “Kendi seçeneğimizi ortaya çıkarmak zorundayız. Güvenceli geleceği, demokrasiyi güvence altına alan bir siyasi rejim istiyoruz. Konuştuğumuz, tartıştığımız tek adamların rejimi değil halkın iradesi, kayyum değil halkın inisiyatifi, baskı ve yasaklar değil, demokrasi ve özgürlük, sömürü değil emeğin hakkını, ekonomik yağma değil, halk için ekonomiyi esas alan bir siyasal rejim. Egemen olanın seçeneklerine mecbur kalmadan kendi seçeneğimizi yaratacak bir güce ihtiyacımız var. Bu yıkıcı düzene son vermeye ve halkın iktidar olduğu bir düzene ihtiyacımız var. Emek hareketinin, işçilerin mücadelesi yeniyi kuracaktır."
Halkevleri Genel Başkanı Nebiye Merttürk: “Bir tarafta sömürü düzenini ortaya çıkarmaya çalışanlar ve buna boyun eğmeyen bizler. Tam da bu yüzden kuşatmayı kırmak için yüzleşmemiz lazım. Bu hafızayı tazelerken politik kavgayı yürütüyoruz. Hesaplaşma gelecekle ortak değer kurmaktır, bugünü kurtarmak değil yarını yeniden kurmaktır.”
EHP Sözcüsü Özge Akman: “Bizler hesaplaşmanın nasil olacağını konuşmaya ihtiyacı olanlarız.Ben hesaplaşmanın aslında tüm eşitsizliği önümüze hedef koymak olacağını düşünüyorum. Önümüzdeki görev mücadelede birlikte yürüyeceğimiz yolu var etmektir.”
TÖP Sözcüsü Perihan Koca: “Geldiğimiz aşamada memleket bir yol ayrımında. Son derece karmaşık bir dönemdeyiz. Tarihsel dönemeç, içerisinde müthiş olanakları barındırıyor. Bu gidişata hayır demenin eşiğindeyiz. Üçüncü bir seçenek ancak etrafında ortak bir siyasal programıyla mümkün olacaktır. Yegane güç buradadır ve hesap soracağız.”
7 SİYASİ PARTİ VE KURUMDAN ORTAK BİLDİRGE: KOL KOLA GİRMEYE DAVET EDİYORUZ
Konuşmaların ardından 7 siyasi parti ve kurumun ortak bildirgesi okundu. Bildirgede şu ifadeler yer aldı:
“Hatırlıyoruz. 301’i Soma’dan, 100’ü Ankara’dan, 34’ü Roboski’den, 33’ü Van’dan, Sivas’tan.
Hatırlıyoruz.
Haziran’ı Berkin’den, Temmuz’u Oğuz Arda’dan, Eylül’ü Ceylan’dan, Ekim’i Veysel’den, Kasım’ı Uğur’dan, Cumartesileri Dilek’ten, Davut’tan, İlyas’tan ve gözaltında kaybedilen daha nice çocuktan.
Hafızamızda, unutmuyoruz. Gözlerimizi kapatmıyor, kulaklarımızı tıkamıyor, yüzümüzü çevirmiyoruz. İçinde yaşadığımız düzenin hakikati tüm çıplaklığıyla karşımızda.
Bu, emekçiyi sömürüp sırtına basarak zenginleşen sermayenin hakikati. Kadınları sömüren, ezen, taciz eden, katleden ataerkinin hakikati. Kürdü ikinci sınıf sayıp hakkını gasbeden ırkçılığın hakikati. Aleviyi, inançsızı, kendinden olmayanı eşit saymayan mezhepçiliğin hakikati. Özel harbiyle, kontrgerillasıyla, mafya ve çeteleriyle devletin hakikati. Katili, hırsızı koruyup mağduru, mazlumu gadre uğratan adaletsizliğin…Başka halkların topraklarına göz koyan yayılmacılığın ve savaşın… Kentlerimizi ve doğayı tüm canlılar için yaşanmaz kılan yağmacılığın… Toplumu eğitim, sağlık, barınma, ulaşım ve çalışma haklarından mahrum bırakan piyasacılığın hakikati.
Davet ediyoruz. Geçmişi hatırlayıp, geleceği değiştirmeye… Hakikati bilip yenisini kurmaya…Yüzleşmeye, sorumlulardan hesap sormaya ve kol kola girmeye davet ediyoruz. Biz yapacağız, siz izleyin demiyoruz.
Hafızamızı ortaklaştırırsak, hakikati dile getirirsek, hesabını birlikte sorarsak, mücadele edersek değiştirebiliriz.
Emek için, adalet için, eşitlik için, özgürlük için, barış için, demokrasi için bir oluyoruz, birlik oluyoruz.
Geleceğin Türkiye’sini birlikte kuruyoruz.”