“Yaşıyorsak virgüle ihtiyaç duyarız”
Şair Mahmut Aksoy “Sessizliğe İsim Verme Masrafları” isimli anlatı kitabını yazdı.
Fotoğraf: Kişisel arşiv
Üzeyir KARAHASANOĞLU
Şair Mahmut Aksoy “Gazellertesi” şiir kitabının ardından şimdi de “Sessizliğe İsim Verme Masrafları” adlı anlatı kitabıyla okurla buluştu. “Gazellertesi”nin gördüğü ilgi yeterlidir demiyorum ama şiir dünyasında yankısının olduğunu düşündüğüm bu kitaptan sonra farklı bir türle okurunun karşısına çıkan Mahmut Aksoy’la yeni kitabını ve edebiyatı konuştuk.
“Gazellertesi” adlı şiir kitabınız yayımlanalı kısa bir süre oldu. Şiirlerin peşine şimdi de şiirsel bir anlatı, “Sessizliğe İsim Verme Masrafları” geldi. Mahmut Aksoy nasıl üretiyor şiirini, anlatısını?
Yazın insanının çok kolluluğu, şiirselliği kaçınılmaz kılıyor. Zihnimde açılım kazanmaya yönelen imgenin, durumun hangi edebi türe yakın olduğuyla boğuşmadan biçim kazandırmam. Kısa ya da uzun fark etmiyor. Dışa aktarım tekniğim şiirsel kabiliyetin uslanmaz fırıldaklığının bende açığa çıkardığı etkileşimin sonucudur. Etraf dediğimiz tek kollu gömlek giymeyen benim için doğal olarak türler arasında gidip gelmedir, bazen gidip gelememe ama dünyevi durumlar bende ölü doğuyor, işte, dediğim gibi bu ölgünlüğü düzyazının mı ya da şiirselliğin mezarlığına mı gömmem gerek; onu seçiyorum.
“Kağıdın büyüsüne tutulduğumdan beri uzuyor hüzün, azalıyor cümle komşularım, küfleniyor siyahta beyazın hikayesi, kısaltmanın aksanı bozuluyor” diyorsunuz. Bir düzyazı için fazlasıyla imgesel buluyorum kitabınızı. Bunu, şairin şiiri damıttığı yerlerden biri olarak okuyabilir miyiz?
İmgenin hevesine kapılmayan bir tür mü var? Bütün edebi türler imgenin temeline dayanır. Öykü, anlatı, roman... Hepsi gerçek sıfatının önüne bir imge ismi olmakla komşu. Düzyazı denilince akla şiirsel söylemin uzağı geliyor, doğaldır, koskoca bir tarih dayatması bu. Deneysel bir biçimle, yerleşik algı içeriğinin dışında yazdım ben “Sessizliğe İsim Verme Masrafları”nı. Şiirin damıtılmışı olarak okuyabilmeye geleyim. Bence okunamaz ama okur öyle okumak istiyorsa okusun. İyi okur ileri bir öngörüye sahiptir, o nasıl, neye göre okuyacağını bilir.
"YARATI, ÇİLENİN HEMEN DİBİNDEDİR; KANIKSAMAK LAZIM"
“Sessizliğe İsim Verme Masrafları”nda pek çok atıf, anıştırma var. “Gölgesiyle oyalanmaktan ileri gidemeyenlerin yeri” diyorsunuz ilçenize. Bir yerde “İlçeye gömülü kasvet hazinesi” demişsiniz. Edebiyatınızda coğrafyanın, varsa aidiyet bağının etkisi nedir?
Kökün başka yerlere de taşınması gerektiğini düşünüyorum. İstemesek de göç mutlaklığını gelip dayatıyor. Edebiyat zaten konargöçer yazın insanın coğrafyası olur zamanla. Taşra kavramı, bazı kültür ve uygarlık farklılıkları bir yana, dünyanın her yerinde merkezi anlamıyla yerleşiktir. Öyleyse, doğumumun olduğu yerin yaşayacağım ve öleceğim yerle ilişkisi dinamiktir, uzak değil, yakındır. Diyebilirim ki, coğrafyamı kendim yarattım, gerçekte coğrafyamın karakterime bulaştırdığını üstümden silkelemekle meşgulüm. “Sessizliğe İsim Verme Masrafları”nda geçiyor: “Hiç’in yerlisiyim” yani.
Yayımlanmış dizeler, yazılar, iki kitap, söyleşilerde sarf edilen sözler… Bazen “söz”ün, dolayısıyla bunca çileli çabanın boşuna olduğunu düşündüğün oluyor mu?
Düşünüyorum ama virgülün dinamiği hâlâ sürüyor. Yüzyıllar önce sözün çoğu yeri didik didik edildi zaten. Yaşıyorsak ve ölümü seçmediysek virgüle ihtiyaç duyarız. Edebiyatın, daha doğrusu yaratı çilenin hemen dibindedir, kanıksamak lazım. Edebiyatın bende ruhsal ve fiziksel açıdan çöküntüye naklettiği onca şeye karşın, virgülü övüyorum; noktası ölüme kalmış.