Kendini güvenceye almanın yolu tehdit!
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Gezi direnişine öfkesi bitmiyor, peki neden? Prof. Dr. Ülkü Doğanay ve Siyaset Bilimci Ahmet Murat Aytaç ile konuştuk.
Ekran görüntüsü @tcbestepe'nin Twitter'da yayımladığı videodan alınmıştır
Şerif KARATAŞ
İstanbul
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 8 yıldır Gezi direnişini hedef alıyor. Ancak Erdoğan, son dönem yargının 9 kişiye, “Gezi eylemlerini örgütlediği” gerekçesiyle verdiği hapis kararlarının ardından gelen tepkileri dindirmek için, direksiyonu daha çok Gezi’ye kırdı. Geçmişte yalanlandığı ispat edildiği hale “Camide bira içtiler” iddiasını tekrar etti. Ve bugünkü ekonomik krizin faturasını “Gezi olayları olmasaydı 1.5 trilyon doları bulan bir milli gelirle çok farklı bir yerde olacaktık” sözleri ile Gezi’ye çıkardı. Halbuki, Gezi direnişinin başladığı, 27 Mayıs’ta 1.85 TL olan dolar 30 Haziran’da 1.92 TL olmuştu. Bugün dolar ve avro her gün yeni bir rekora koşuyor. Gazetemiz baskıya girerken dolar 17.23 liraydı…
Peki Erdoğan yalanlanmış bu iddiaları neden ısrarlar sıcak gündemde tutuyor? Siyaset Bilimciler Prof. Dr. Ülkü Doğanay ve Ahmet Murat Aytaç’la Ertdoğan’ın bu söylemlerinin altında yatan nedenleri konuştuk.
Partili Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Gezi’ye yönelik dezenformasyon argümanlarına yeniden başvurmasına dair Ülkü Doğanay, “2013 yılı Erdoğan’ın iktidarı bakımından kritik bir yıl oldu. Özellikle 2011 seçimlerinde biliyorsunuz, ‘ustalık’ devrini ilan etmişti. Aslında “ustalık devri” olarak ilan ettiği her ne ise onu dilediği gibi yürütemeyeceğinin bir göstergesiydi 2013. Çünkü çok geniş ve bütün ülke çapına yayılan protestolar yaşandı. Onun krimanilleştirmeye çalıştığı Gezi’de, yurttaşlar siyasal katılımın başlıca araçlarından biri olan protesto hakkını kullandılar. Gezi protestoları aslında böyle başladı” ifadelerini kullandı.
İKTİDAR HER TÜRLÜ MUHALEFETTEN KURTULMAK İSTİYOR
Bugün de benzer bir politikanın sürdürüldüğünü anlatan Doğanay şöyle devam etti: “Gezi protestolarının bugün de adeta iktidara yönelik bir darbe girişimi gibi gösterilmesi, hatta dün mahkemenin gerekçeli kararında açıklandığı gibi 28 Şubat’la birlikte anılmak istenmesi, bugün iktidarın her türlü muhalefetten kurtulma özleminin bir tezahürü. Aynı zamanda bir siyasi taktiğin, stratejinin parçası. İktidarın mutlaklaşması, gücünü sınırlayacak her türlü dinamiğin, buna halk hareketleri de dahil olmak üzere etkisizleştirilmesi. Hatta, buna siyasi partiler, muhalefet partileri de dahil. Toplumsal, siyasal muhalefetin tümüyle kriminalize edilmeye çalışıldığı bir dönemi yaşıyoruz.”
"İKTİDARIN KUTUPLAŞTIRMA TAKTİĞİNİ SÜRDÜRMESİ KOLAY DEĞİL"
Bugün iktidarın kendi yerini güvenceye almak için bu tehdit algısının sınırlarını toplumun kendi seçmen tabanı dışında kalan tüm kesimlerini kapsayacak biçimde genişletmeye ihtiyaç duyduğunu aktaran Doğanay “Ekonomi gibi çok can yakıcı sorunlarla insanlar uğraşırken, bir hayali düşman, bir hayali tehdit üzerinden kutuplaştırma taktiğini sürdürmesi çok kolay değil. Çünkü insanlar çok somut sorunlar yaşıyorlar artık. ‘Dış düşmanlar ve onların içerideki maşaları var’ gibi söylemler yetmiyor. O zaman ne olacak? Gündelik hayatın içinden, toplumun içinden düşman yaratarak, bizler ve onlar söylemini yerleştirmeye çalıyor.” değerlendirmesinde bulundu.
"SEÇMEN ÇOĞUNLUĞUNUN DESTEĞİNİ ALMASI MÜMKÜN GÖRÜNMÜYOR"
İktidarın yaşam tarzları üzerinden kurmaya çalıştığı bu kutuplaşmanın bir dereceye kadar muhafazakar, milliyetçi, dini saiklerle yaşamını sürdüren bir seçmen kesimi üzerinde etkisi olabileceğini söyleyen Doğanay şunları ekledi: “Ama kendisini böyle uçta bir konuma yerleştiren bir partinin seçmenin çoğunluğunun desteğini almayı sürdürmesi çok mümkün görünmüyor. Son araştırmalar da bunu gösteriyor. Metropoll’ün yaptığı son araştırmaya göre seçmenlerin yüzde 72.9’u “Nasıl bir ülkede yaşamak istersiniz?” sorusuna “laik-demokratik” bir ülke yanıtını veriyor. Muhafazakar, otoriter bir ülke yanıtını verenler ise yüzde 18.5’te kalıyor. Üstelik AKP seçmenlerinin yüzde 57.8’i ve MHP seçmenlerinin yüzde 74.5’i de tercihlerine laik-demokratik bir ülkeden yana koyuyorlar. Tabii bunun ne kadarının doğrudan oy davranışlarına yansıyacağı tartışılabilir. Ancak Cumhur İttifakının kendi seçmeninin büyük kısmının dahi bu marjinal konumu kabullenmediğini söylemek mümkün.
"KURUCU KORKU" TAKTİĞİYLE İKTİDAR İNŞASI
Siyaset Bilimci Ahmet Murat Aytaç, AKP’nin Gezi’yle başa çıkma stratejisinin en başından itibaren dezenformasyon yoluyla toplumsal muhalefeti itibarsızlaştırma üzerine kurulu olduğuna vurgu yaptı.
Aradan dokuz yıl geçtikten sonra artık “başörtülü bacım” imajı üzerine kurulu Kabataş iddiasından vazgeçmiş gözüken Erdoğan’ın kutsal mekanlara saygısızlık edildiği suçlamasını tekrar gündeme getirme ihtiyacı duyduğunu da söyleyen Aytaç, “Bunun nedenini anlamak için hayali veya gerçek kimi tehditlerin siyasi kimliklerin inşasında nasıl bir rol oynadığını çok iyi kavramamız gerekir. İnsanları ortak bir düşmandan geldiğine inanılan simgesel veya maddi tehditler üzerinden bütünleştiren bu türden söylemlerin yarattığı duyguyu 'kurucu korku' olarak tanımlayabiliriz” diye konuştu.
"TÜRKİYE’NİN ULUS İNŞA SÜRECİNİN YARATTIĞI ÇATIŞMALARIN ETKİLERİNİ GÖRÜYORUZ"
Kültür alanı, çok katmanlı ve ziyadesiyle karmaşık bir mücadelenin yürütüldüğü ve etmenlerin karşılıklı olarak birbirini belirlediği bir siyaset düzlemini temsil ettiğini anlatan Aytaç, “Bununla müdahalelerin kelimenin dar anlamında bir tarz-ı hayat siyasetinin uzantısı olarak görülemeyeceğini vurgulamak istiyorum. Elbette sanatçıların sahne kıyafetlerinin 'toplumun değerlerine' aykırı olduğu, 'Desibel sınırının aşıldığı' türünden gerekçelerle alınmış konser yasağı kararları var. Burada kimi ahlaki veya 'teknik' gerekçelerle insanların eğlence biçimlerinin, giyim tarzlarının veya gündelik hayatlarının olabildiğince İslami değerlere uygun bir çerçeve içine alınması gibi bir motivasyon karşımıza çıkıyor” değerlendirmesinde bulundu.
SİYASAL GÜNDEMİ BELİRLEME İKTİDARIN TEKELİNDEN ÇIKTI
İktidarın bir süreden beridir siyasal gündem belirleme üzerindeki tekelini yitirmiş gibi göründüğünü ifade eden Aytaç, “Medya üzerinde geliştirilen devasa denetim aygıtına, internet ve sosyal medyada kullanılan trol ordularına ve güçlü manipülasyon tekniklerine rağmen durum iktidar açısından pek parlak gözükmüyor. Ancak uygulanan her strateji gibi bu türden bir konsolidasyon politikasının başarısı da onun karşıtından aldığı tepkilere bağlı olarak şekillenecektir. Yani sadece iktidarın ne yaptığı değil muhalefetin de nasıl tepki verdiği önemlidir. Ama muhalefet artık bu türden iletişim kapanlarına kolay kolay girmeyecek kadar deneyim kazanmış gözüküyor. Buradan bakıldığında izlenen strateji pek işe yarayacakmış gibi gözükmüyor” diye konuştu.