11 Haziran 2022 04:30

Doç. Dr. Cangül Örnek: Erdoğan rahat çünkü emekçileri hedefleyen bir muhalefet yok

İktidar Türkiye’ye pozitif bir gelecek vizyonu sunamıyor. Şu an odaklandıkları iki şey, bir yandan farklı sermaye kesimleri için kârlılığın sürdürülmesi; bir yandan da seçimin kazanılması.

Fotoğraf, Cangül Örnek'in kişisel arşivi | Kolaj: Evrensel

Paylaş

Erken mi zamanında mı olacağı tartışması devam eden seçimler, adaylıklar, alınacak oylar, bunun üzerinden kurulan algoritmalar, mühendisliklerle gündemi sürüklemeye, Türkiye siyasetini belirlemeye devam ediyor. İktidar ya da muhalefetten gelen her hamle, her açıklama seçim üzerinden okunuyor. Önceki gün CHP’nin kalelerinden İzmir’de adaylığını açıklayan AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Alevi kimliği yeniden gündeme getirilen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu bir kez daha adaylığını açıklamaya çağırdı.

Ekonomi Bakanı Nureddin Nebati’nin uyguladıkları ekonomik modelde dar gelirlilerin ezildiği itirafı zaten yüksek enflasyonu hayatının her anında deneyimleyen emekçiler için fotoğrafı daha da netleştirirken, seçimi kimlik, kültür ve yaşam tarzı ayrışması üzerinden kazanma hesapları pekiştiriliyor. Gezi dezenformasyonları yeniden tedavüle sokuluyor, dış politika üzerinden milliyetçi, dinci argümanlar güçlendiriliyor.

Ekonomideki durum her geçen gün kötüleşirken kutuplaştırmadan beklenen fayda sağlanabilir mi? Yasaklar ve zorun arttırılması, geçim derdini öteleyebilir mi? Kılıçdaroğlu adaylığını ilan etmesi için neden zorlanıyor?..

Siyaset Bilimci, Doç. Dr. Cangül Örnek yanıtladı.

Dolar 17’nin üzerine çıkıyor, Nebati ezilenler kaybetti diyor, Erdoğan, bana saldıranlar Türkiye’ye saldırıyor deyip, Gezi’ye katılanları çürük, sürtük olarak niteliyor, Rojava’ya operasyonun her an başlayabileceği söyleniyor... Bunların aynı anda yaşanıyor olması bize ne anlatıyor?

Bu kadar gelişmenin bir arada yaşanmasının iki şeye işaret ettiğini düşünüyorum. Bu iktidar Türkiye’ye pozitif bir gelecek vizyonu sunamıyor. Şu an odaklandıkları iki şey, bir yandan büyüğünden küçüğüne farklı sermaye kesimleri için kârlılığın sürdürülmesi; bir yandan da seçimin kazanılması. AKP’nin muhalefet partisi olmayı kaldırabileceğini sanmıyorum çünkü varlığı devletle, sermayeyle iç içe geçmiş, kadrosunu, kitlesini de büyük oranda bu yollarla kendisine bağlamış bir partiden bahsediyoruz. Böyle bir parti, parti olmaktan çıkmış demektir. Dışarıdan bakıldığında bir siyasi partiden çok rant bağlarıyla birbirine bağlanmış bir grup görünümü veriyor. Bu rant üretme ve dağıtma mekanizmasının olağan bir siyasi parti olarak düşünülmemesi gerekiyor. Dolayısıyla bu iki şey, yani rantın sürekliliği ve bu amaç için iktidarın sürekliliğini sağlamaya yönelik mücadele, Türkiye’deki tabloyu, anlamak isteyenler, için büyük ölçüde sadeleştirmiş durumda.

Öte yandan şu konuda da dikkatli olmamız gerektiğini düşünüyorum: Yaşadığımız gelişmeleri, özellikle dilin sertleşmesini, “sürtük” gibi kelimelerin bilerek seçilmesini vs., “Siyasi rekabetin sertleştiği süreçte tabanlarını konsolide edebilmek için bu tür ifadeleri kullanırlar” şeklinde analiz etmeye başladığımız anda yapılanı da doğallaştırmaya başlıyoruz. O yüzden dikkatli olmak gerektiğini ve bunları olağan bir gelişme yerine koyarak analiz etmemek gerektiğini düşünüyorum. Diğer yandan ise, evet sertleşecekler ve karşılarında kültürel bir kamp tarif ederek kavga edecekler. Bu da onların yirmi yıllık bilindik yöntemi.

Hakaret ve tehdit olağanlaşmıştı ancak küfrün de siyasal söylem içinde yer alması Gezi eylemleri konu edildiğinde yaşandı. “Camide içki içtiler, camileri yaktılar” gibi eski argümanlar yeniden tedavüle sokuldu. İktidarda kalma gayesinin en önemli tutamaçlarından biri olduğu için mi Gezi argümanları geri çağrılıyor, hukuksuz cezalar kesiliyor?

Gezi’nin birkaç anlamı birden var. Birincisi, Gezi sırasında iktidarın ciddi bir korku yaşadığını, bunun reel bir korku olduğunu düşünmek lazım. Bu büyük toplumsal itiraz karşısında kendisini ilk defa güçsüz hissetmesi biraz panikletmişti iktidarı. O açıdan Gezi’nin iktidar için ciddi bir travma olduğunu düşünmek lazım. Öte yandan da Gezi bir yandan da kendileri açısından Erdoğan kültü etrafında yeniden toparlanmaya yaradı. Daha doğrusu iktidar tarafından, bu şekilde kullanılmaya çalışıldığını biliyoruz. Şehirleri Vandalların, teröristlerin bastığı, bunların vatansever olmadıkları gibi zamanında yapılmış karşı propagandanın bir tür konsolidasyon sağladığı da anlaşılıyor. Gezi’ye katılanları gayrimeşru gören bir kitle halk içinde de bu tür söylemlerle oluşturulmuştu. Dolayısıyla, Gezi yeniden gündemde. Yani bir yandan, karşı tarafa hakaret ederek destekçileriyle yeniden bütünleşmeye çalışıyorlar, bir yandan da Gezi sürecinde de büyük ürküntü yaşayan AKP etrafında kümelenmiş rant çevrelerini de tekrar parti ve Erdoğan etrafında kenetlenmeye çağırıyorlar. O nedenle, Gezi’yi sürekli gündemde tutmanın iki yönü olduğu anlaşılıyor.

Muhalefete göre Erdoğan böyle yaparak halkı galeyana getirmek, sokağa dökmek, hatta ikinci bir Gezi yaratmak istiyor. Dolayısıyla bundan kaçınmalı, bu oyuna gelmemeli! Siz böyle bir potansiyel görüyor musunuz? Muhalefetin daha önce de tartışma konusu olan sokağı böyle okumasına yorumunuz ne?

Türkiye’de sokağa çıkmanın kriminal bir mesele olarak görülmeye başlanması bir süreç içinde oldu. Muhalefetin bu sürece ciddi katkısı olduğunu vurgulamak gerekir. “Sokağa çıkmayın” denilen her moment, sokağa çıkmanın gayrimeşru görülmesine bir katkı daha yaptı. Bugün sokağa çıkmak diye tabir edilen, üstelik Anayasa’da da yer alan protesto hakkını kullanmak hukukun az buçuk çalıştığı herhangi bir ülkede son derece olağandır. Evet, sokağa çıkılmasından, protesto edilmekten hiçbir hükümet hoşlanmaz, o protestoların kitleselleşmesi tehlike çanlarının çalması demektir. Bir yandan da Türkiye dahil olmak üzere bütün kapitalist ülkelerde protestonun önemsizleştirilmesi, kitlenin küçültülmesi ya da küçük gösterilmeye çalışılması, medyada yer vermeyerek protestonun halktan saklanması gibi birçok yöntemle protestonun gündem belirlemesinin önüne geçilmek istenir. Türkiye’de öyle bir şey oldu ki, bütün bu gizleme-önemsizleştirme yöntemleri de devreden çıktı ve muhalefetin de katkısıyla protesto hakkının kullanılması kendi başına kriminal bir durum haline getirildi. Öte yandan altılı masada Gezi’den çok hoşlanmayan, genel olarak protesto hakkının kullanılmasına sıcak bakmayan unsurların da oturduğunu düşünmek lazım. Muhalefetin sokağı tehlike olarak kodlamasının, demokratik katılımı seçime, sandığa daraltmak, sadece bu siyasal pratikten ibaret bir demokratik katılım kurgulamakla ilgili daha genel bir boyutu var.

Türkiye’de demokratik katılımın çok önemli ve tarih içinde sürekli kullanılmış bir biçiminin bu şekilde gayrimeşru ilan edilmesi kısa vadede de uzun vadede de çok sakıncalı. Yurttaş katılımı yerine işin tek başına masa başı pazarlıklara bırakılmasını istiyorlar. O yüzden de muhalefetin diğer bütün şeylerin ötesinde Türkiye’ye tarihsel bir zarar verdiğini düşünüyorum.

“Erdoğan’ın bütün düğmelere aynı anda basmasındaki gaye ne?​” sorusuna şöyle yanıtlar veriliyor; işçi ve emekçiler arasında kutuplaştırmayı keskinleştirmek, geçim derdinin geri plana itilmesi, Suriye’ye operasyonla seçmende güvenlik ve devletin bekası tercihini yükseltmek! Hemen her seçim döneminde işletilen bu stratejinin bugün yaratacağı etki konusunda ne düşünürsünüz?

AKP birkaç seçimi ya dışarıyla kavga ederek ya da güvenlik kaygılarını kışkırtarak kazandı. Ya da beğenmedikleri seçim sonuçlarını değiştirmek üzere içeride ciddi güvenlik sorunları yaratmaktan çekinmedi. Bu yolla kendilerine defalarca avantaj sağladıklarını biliyoruz. Dolayısıyla “Hayır, bu işe yaramaz” diyemiyorum. Türkiye’de ne yazık ki dışarıyla yaşanan krizler ya da askeri operasyonlar ile bununla beraber gelen cenazeler siyasetin havasını çok değiştiriyor. Bu kartı tekrar oynamak isteyeceklerdir. Artık bu Yunanistan’la kriz mi olur, o sırada başka bir ülkeyle başka bir şey mi olur, ya da İsveç ve Finlandiya meselesinde olduğu gibi çıkan bir krizin üstüne mi atlanır, bunları göreceğiz. Ama mutlaka bir dış çekişmenin alevlendirilmesi yöntemini de kullanacaklardır.

Suriye’ye yönelik operasyonun elbette bir yanı seçimle ilgili olacaktır ama onun ötesinde Türkiye Suriye’nin kuzeyini bir emperyal yayılma alanı olarak da görüyor. Bu bölgede birçok noktada bazen kendilerine özgür Suriye Ordusu diyen gruplarla birlikte bölgeyi yöneten ülke konumunda. Dolayısıyla operasyonun muhakkak ki hem Suriye’deki dengeler, hem de Türkiye’nin kontrol ettiği bölgelerde etkisini güçlendirmesi ve yayılması gibi boyutları da olacaktır.

AKP YOKSULA DEĞİL, SERMAYEYE SESLENİYOR

Erdoğan “Enflasyon yok, fiili hayat pahalılığı var”, “Aç kalan falan yok” diyor. Hayat pahalılığına karşı geçtiğimiz haftalarda bir miktar geriye çektiği inkar, yok sayma söylemine ekonomik şartlar daha da ağırlaşırken neden geri döndü? 

Aynı gelenekten geldikleri için AKP’ye de atfedebileceğimiz, Özal’dan beri başlayan bir olgu var: Bu partiler alt sınıflara hitap eden, yoksul popülizmi yapan partiler sayılamazlar. ANAP da öyleydi, AKP de bu çizgiye uyuyor.

AKP popülizm yapmıyor mu?

Bir popülizm yapıyor, evet, ancak bunu din üzerinden, devletin beka sorunu üzerinden ya da muhafazakar kitlenin elitler tarafından ezildiği, dışlandığı söylemiyle yapıyor. Ama yoksulları baş tacı eden; öncelikle yoksula, köylüye, işçiye seslenen, örneğin Demirel tipi bir popülizm gözlemlemiyoruz. AKP her döneminde din ve son yıllarda artan bir şekilde milliyetçilik üzerinden popülizm yaptı ama iş ekonomi politikaları olunca hep sermaye sınıfına seslendiler. Geçmişte “Bakın, biz iktidarımız süresince grev yaptırmıyoruz” ifadesi de bu sınıfa sesleniyordu. Bugün, “Çarklar dönüyor” ifadesi de böyle aynı sınıfa sesleniyor. Emekçi sınıfların ise sadece şundan memnun olmasını bekliyorlar: “İşsizlik patlamıyor çünkü çarklar dönüyor ve siz geçinemeseniz de iş bulmaya devam ediyorsunuz!” İzledikleri politikalar, sadaka şeklinde verilen sosyal yardımlar dışında, zaten alt sınıflara hizmet etmiyor ama söylemsel olarak da alt sınıfları kazanmaya yönelik bir dil geliştirme gereği duymuyorlar. O yüzden AKP popülizmini yanlış okuduğumuzu düşünüyorum. Politikalarıyla sermaye sınıfını gözetiyorlar. Hem büyük sermayeye, hem orta ve küçük boy işletmelere mesaj veriyorlar. Ben Erdoğan’ın da, AKP yöneticilerinin de esas olarak bu sınıflara hitap ederek konuştuğunu düşünüyorum. Bakan Nebati bu konuda çok net mesela, hiç yoksula hitap etmek gibi bir dertle konuşmuyor. Yani iftar sofrasında yoksulu ziyaret etmek dışında bu iktidarın yoksula yönelik, onlarla bağ kurmaya çalışan güçlü bir söylemi yok, olmadı da. Bence bu söylem, AKP’nin reel bakışını yansıtıyor. Bu çıplaklık aslında sermaye-siyaset bağını göstermek isteyenler için büyük avantaj.

Bütün bunlara rağmen şunu da eklemem lazım: Belli cephelerde de rahatlamış durumdalar. O yüzden de bütün bunlara dayanarak seçimi kaybederler demek biraz zor. Henüz bence öyle bir öz güvenle konuşabilecek noktada değiliz.

Neden?

Bunun bir nedeni altılı muhalefet denen sahnedeki muhalefetin iktidara yürüyecek bir programla ortaya çıkmaması. Gerçek anlamda sol muhalefet dışındaki muhalefetin henüz tabloyu değiştirecek bir çabası yok. Dolayısıyla Erdoğan biraz rahat çünkü karşısında emekçileri hedef alan onları siyasi söyleminin merkezine koyan, onlara yönelik politikalar geliştiren güçlü bir muhalefet yok. Bu da rahatlık sağlıyor iktidara.

ADAYLIK KONUSUNDA ZEMİN YOKLANIYOR

Adaylık tartışması siyaset gündeminin sabit başlıklarından biri. Grup toplantısında Kılıçdaroğlu’na “Sıkıysa çık adaylığını açıkla” diyen Erdoğan’a, bu hafta Bahçeli de katıldı. “Millet İttifakı adayını açıklasın” çağrısı, “Kılıçdaroğlu açıklasın”a dönüştü. Kılıçdaroğlu adaylığını ilan etmesi için neden zorlanıyor?

Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan tarafından tercih edilebilecek bir rakip olarak görüldüğünü düşünüyorum. Ama daha önemlisi şu ki, AKP adayınızı açıklayın baskısı yaparak meseleyi bir lider tartışmasına kilitliyor. Bu AKP’nin güçlü olduğu bir alan çünkü, AKP’nin elindeki tek büyük koz liderleri. Bir parti olarak bir şey vadetmiyor, bir kadro bütünü olarak da bir şey vadetmiyor, partiyi ayakta tutan, aynı zamanda seçimde oy getirecek tek tutunma noktaları Erdoğan. O nedenle lider tartışması AKP’nin çok işine gelen bir tartışma. Öte yandan böyle bir tartışma karşı tarafın ciddi bir siyasi eleştiriyle ortaya çıkmasını da engelliyor çünkü onlar da lider tartışmaya başlıyorlar. Türkiye’de bu tür muhalefet partilerinin siyasette yer alma biçimleri düşünüldüğünde bunu da yadırgamıyorum çünkü bu partilerin çeşitli kademelerinde, örgütlerinde Türkiye’nin sorunlarından çok, kimin nereye geleceği konuşulur. Siyasi kariyer hesapları siyasi mesainin büyük bölümünü oluşturur. Biraz sistem nedeniyle, biraz da bu siyasi gelenek nedeniyle. Dolayısıyla biz bir gün Akşener’in başbakanlığını, ertesi gün Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığını, sonraki gün belediye başkanlarından birinin adaylığını konuşuyoruz.

Kılıçdaroğlu’nun kimliğinin dezavantaj olduğu, bagajında 11 seçimlik bir yenilgi olması gibi sebeplerle Millet İttifakı içinde Kılıçdaroğlu’nun adaylığına direnç gösterildiğine yönelik pek çok yorum, kulis haber yapılıyor. Kılıçdaroğlu inşa ettiği masaya adaylığını kabul ettirebilir mi?

Kılıçdaroğlu’nun aday olmak istediğini ben de düşünüyorum. CHP’liler de arada çıkıyorlar “Kılıçdaroğlu benim adayımdır” diye tartıştırıyorlar. Bu tartıştırma çabasından da anlaşılıyor ki zemin yoklanıyor. Zemin yoklandığında da desteğin ne düzeyde olduğu, eleştirinin hangi konulara yoğunlaştığı az buçuk görülüyor. Kılıçdaroğlu konusunda çok hevesli oldukları kesin olmakla beraber lehlerine çalışan bir konjonktürü tamamen kaybetmemek için ikinci bir isim üzerine de çalışıyor olabilirler. Bu arada, Babacan’ın adayın açıklanması konusunda “Önce politikalarda uzlaşmamız lazım” demesi yerinde bir açıklama gibi görünüyor ama ortada öyle bir politika yok. En son seçim güvenliği konusunda bir komisyon kurdular, tamam, ama onun dışında örneğin, Türkiye’nin ağır ekonomik tablosu -ki, bunun içinde yoksuldan zengine doğru bir servet transferinin olduğu çok açık bir şekilde görünür olmuşken- nasıl değiştirilecek, bu konuda derli toplu bir söz yok. Oysa koşullar en çok bunun için olgunlaşmış durumda. Hatta bugün toplumda öyle bir hava var ki, daha önceki dönemlerde radikal görünen programlar ya da bu tür önlemler bile toplumda rahatlıkla destek bulabilir.

Mesela?

Diyelim bir aday ya da parti çıksa (Sol partiler bunu söylüyor elbette ama onların kamuoyunda görünürlüğü çok sınırlı), örneğin CHP çıkıp “Biz elektrik özelleştirmelerinin tümünü iptal ediyoruz” dese, toplumda “Ama bu serbest piyasaya aykırı” itirazı çıkacağını düşünmüyorum, tersine çok büyük oranda destek görecektir. Daha önce solun dillendirdiği serbest piyasa kurallarına aykırı görünen önlemlerin bile toplumda ciddi bir alıcısı var artık. Dolayısıyla bu tür çözüm önerileriyle halkı arkanıza alıp sürüklememek için özel bir çaba göstermeniz lazım. O kadar elverişli bir konjonktürdeyiz ki; Türkiye halkının kendilerine kulak vermesi için birkaç can alıcı hedefle ortaya çıkmaları bile yetecek. Ama yapmıyorlar. En çok da sermaye ile yakın ilişkiler kurma öncelikleri buna engel oluyor.

SEÇİM SÜRESİNİ SONUNA KADAR KULLANACAKLAR

Beklentileri karşılamasa da iktidarın 3600 ek gösterge adımı, dar gelirlilere yönelik kimi destek paketlerinin çıkarılacağı, sertleşen dil vs. muhalefet tarafından erken seçim işareti olarak okunuyor. Muhalefet neden bu algıyı yükseltiyor ve siz erken seçim olasılığı görüyor musunuz?

Dediğiniz gibi 3600 meselesi de beklendiği gibi bir sonuç vermedi henüz, diğer başlıklarda da somut bir adım yok ancak asgari ücretin yükseltilmesinden tutun, EYT’liler konusunda birtakım ara çözümlere gidilmesi vs., bunların hepsini deneyeceklerdir diye düşünüyorum. Çünkü nihayetinde iktidarda kalmak en büyük arzuları. En azından rant koalisyonunun bozulmaması için bundan başka çare de yok. Ama ben Kasım’da bir erken seçim beklemiyorum. AKP’ye biraz uzun vadeli düşündükleri ve oyunu önceden kurdukları bir akıl atfediyoruz ama böyle bir stratejik akılla hareket edemeyecek kadar sıkışmış durumdalar ekonomik durum dolayısıyla. Tabloyu biraz daha pozitif gösterebilecekleri bir moment bekleyeceklerdir. O yüzden seçim süresini sonuna kadar kullanacaklarını düşünüyorum.

DÖNEM O KADAR KÖTÜ Kİ, ÇELİŞKİLER BÜYÜK ÇELİŞKİ GİBİ GÖRÜNMÜYOR

Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’na NATO’nun genişlemesinden Rojava’ya operasyona, ekonomik krize dair yönelttiği 10 soruya Kılıçdaroğlu’nun verdiği yanıtlar bir değişim fikri veriyor mu? CHP’nin sınır ötesi operasyona verdiği destek, Kürt sorununu tanıma ve Meclis çatısı altında çözme vaadiyle çelişmiyor mu?

Burada da başkasının kurduğu oyuna dahil olan bir ana muhalefet görüyoruz. Her şeye rağmen söylemi AKP belirliyor, milliyetçi bir zeminde belirliyor ve bazen tamamen tribüne oynayarak, bazen pazarlık yapma amacıyla NATO’yla sürdürülen ortaklığa rağmen NATO karşıtı gibi görünen söylemler bile çıkabiliyor Cumhur İttifakından. Şunu vurgulamaya çalışıyorum: Tartışmayı AKP kuruyor ve muhalefet de bu zeminde tartışmaya dahil oluyor. Yalnız, bu zeminde iktidardan daha çok NATO’cu olmak gibi bir skandala imza attıklarını belirtmek lazım. Bu tabii aynı zamanda iktidar olmak için Batıya verilmiş bir mesaj. Bunu, Batıyla daha iyi geçinecek bir hükümet olma sözü gibi de düşünebilirsiniz.

Kürt sorunu konusunda da ortada somut bir çözüm önerisi bulunmuyor. Aynur Doğan’ın Kürtçe şarkısını mecliste söylemek gibi başka tür bir popülizm yapılması dışında... Çok basit birtakım semboller üzerinden, kalpleri okşayıcı jestler üzerinden olumlu bir şey yapılabileceği imajı var. Evet, meclis bir platformdur deniyor ama o meclise tartışılmak üzere ne getirilecek? Bu konuda da ortada somut hiçbir öneri, politika, program yok. Dolayısıyla o cephede işleri böyle yürütmeye bir süre daha devam edecekler.

Ama bu dönem o kadar kötü ki, Kürtler açısından, herkes açısından, “ne yapsalar bundan daha iyi olur” kanaati yaygınlaşıyor. Muhalefet de bu kanaatin boy vermesine güvenerek durumu pek çok başlıkta idare ediyor.

YAŞAM BİÇİMİ KORUNMAK İSTENİYORSA ÖRGÜTLENME ZORUNLU

Geçtiğimiz günlerde seçmenlere “nasıl bir ülkede yaşamak” istediklerini soran Metropoll araştırmanın yayınladığı sonuçlara göre, Türkiye’de seçmenin yüzde 73’ü laik, demokratik bir ülkede yaşamak istiyor. Muhafazakar-otoriter bir ülke yanıtını verenlerin oranı yüzde 19. Yoğunlaştırılan dinselleştirme, İslamizasyon politikalarıya, bu sonuçları yan yana koyduğunuzda nasıl bir okuma yaparsınız?

Metropol için özel bir ifade kullanmadan genelleyerek şunu söylemek istiyorum: Araştırma şirketleri araştırmadan çok siyasete yön verme işi yürütüyorlar. O nedenle anket sonuçlarına her zaman temkinli yaklaşıyorum. Diğer yandan, seçenek, “otoriter bir yönetimde yaşamak ister misiniz” şeklinde sunulduysa, insanlar tabii ki kabul etmeyeceklerdir, kim ister? Dolayısıyla bu sorular üzerinden yorum yapmayı ayrıntısını bilmedikçe çok sağlıklı bulmuyorum ama yine de gözlemlerimle de birleştirerek şunu söyleyebilirim: Türkiye halkının çok önemli bir bölümü 12 Eylül’den beri devlet eliyle sürdürülen bütün karşı yüklenmeye rağmen, yaşadığı modern hayatı seviyor. Özellikle gençlerin bu konuda daha açık fikirli olduğunu düşünüyorum çünkü daha fazla olanakla dünyayı ve Türkiye’yi takip edebiliyorlar. Dolayısıyla Türkiye’de eğitim yoluyla, Diyanet İşleri eliyle bu arzuyu tamamen kurutmanız çok çok zor. Ama bir yandan bahsettiğiniz anket sonucu gibi verilerin da beslediği bu tür bir iyimserliğin bizi yanıltmaması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü tarihte de örneğini çok gördüğümüz bir gerçek var: Ülkelerin kaderini değiştiren çoğunluk değil, örgütlü bir azınlık olabiliyor. Böyle bakınca sorunumuz modern, insana yakışır bir yaşam yaşamak isteyen büyük kitlelerin örgütsüz oluşu. Ve bunun karşısında bunun tam tersi bir yaşamı din belirlenimli, kendisini dünyaya kapatan, çağdışı bir yaşamı dayatmak isteyen tarafın örgütlü olması. Ve bu kitle aynı zamanda iktidarı ve parayı elinde tutuyor. Dolayısıyla hiçbir anket sonucunun bize “her şeye rağmen Türkiye toplumu başka türlü yaşamak istiyor” rahatlığını vermemesi gerekir diye düşünüyorum. Türkiye toplumu eğer bu yaşam biçimini korumak istiyorsa örgütlenmek zorunda ve bu koşullarda görünen o ki, bunu fiilen savunmak zorunda.

ÖNCEKİ HABER

ODTÜ'de Onur Yürüyüşü'ne polis müdahale etti, pek çok öğrenci gözaltına alındı

SONRAKİ HABER

Gazetecilerin gözaltına alınmasına Diyarbakır’dan tepki: Diz çöktüremeyeceksiniz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa