12 Haziran 2022 04:18
/
Güncelleme: 16:16

Ayşen GÜVEN

Sıcak bir hava. Hayat Televizyonu’ndayız, Kocamustafapaşa’daki eksi kattaki yerimizde. Çok terliyoruz, bunalıyoruz da malum havalandırma zor eksi katlarda. Akşam saatleri çoğu arkadaşımız evlerine dağılıyor. Biz bir masanın kenarında laflıyoruz. Onunla konuşmak, ki bu asla abartı değil, her zaman bir deneyim, kendiliğinden gelişen yeni şeyler duyma anı; “Yaparsın, yaparız” hissi veren uzun sohbetler. Sonrasında bana neler kattığını daha iyi anladığım ve anladıklarımı da şimdi daha iyi kavradığım onun uzun anlatıları… İyi ki!

O günlerde Arka Bahçe’nin yeni sezon hazırlıkları var kafamda, peşinden gelecek o korkunç yıla dair bir öngörüm yok elbette. Kim o kadar acıyı bekler ki, beklememeli de zaten. Bizim ekiple konuştuklarımızı Sennur ablaya anlatıyorum. Heyecanımı her defasında benim kadar yoğun karşılıyor. Sennur ablanın iyi bir şey yapmanın telaşına ortak olma becerisini her defasında düşünüyorum. Genç arkadaşları söz konusu olunca bir adım geride durmaktan çekinmemesini… İçten içe şaşırıyorum da. Kuşak çatışması, kuşak rekabeti, hımmm yaşamışlık… Sennur Sezer bunları hiç “Senden fazlayım” edasına bürünmeye ihtiyaç duymadan yumuşacık bırakıyor aramıza. Şimdi bu iletişim kültürünü geniş zamanda yazmak çok iyi geliyor bana, sürüyor gibi oluyor, belki de sürüyor.

Hasılı yine ben birilerine ulaşmak istiyorum, yeni sezonun açılışı güçlü olsun diye ekiple kafamızda kombinasyonlar dönüyor günlerdir. “Kimler gelecek peki Ayşen?​” diyor. “Sennur abla, Hasan Saltık gelse keşke” diyorum. “Hatta Şevval Sam’la birlikte gelse diye konuştuk ekiple. Ahmet Aslan bir de. Hem Kalan Müzik’i, başka müziklere açtığı alanı konuşsak hem geçen yılları, yapılan albümleri. Aman bilmiyorum abla işte. Ulaşamıyorum bir türlü…”

Sennur abla haklı ve yerinde bir şekilde koltukları kabararak yanıt veriyor:

“Kızım Hasan’a ben ulaşırım, ne var onda!”

Sonra hemen şak diye arıyor günlerce ulaşamadığım (Asla sitem değil, elbette Sennur ablanın telefonunu açacak) Hasan Bey de tak diye açıyor telefonu. Sennur ablaya hürmeti beni de onurlandırıyor. Onlar randevu kesiyor, Hasan Saltık, Sennur ablayla birkaç gün sonra bizi Unkapanı’daki ofisine mutlaka bekliyor. Gözümde Sennur Sezer yine yeniden kraliçe olarak taçlanıyor ama en çok şundan:

Hasan Bey, “Ablacım ben senin programına gelmek isterim öncelikle” diyor, sesi bana geliyor. Sennur ablanın kıyısındayım. Sennur abla, “Hasan’cım ben senin bu kızımın yayınına çıkmanı istiyorum” deyip programımızdan bahsediyor, “Bunu yaparsan beni daha çok mutlu edeceksin” diye bitiriyor.

Sevgili Hasan Bey, “Sen öyle istiyorsan başımla beraber” diyor.

Sanırım politik olarak bir toplantının, bir dergi yazısının konusu olmayan çok değerli bir öğretiyi o an kavramaya ancak başlıyorum. Dediğim gibi, Sennur Sezer bence hayatımıza hiç parmak sallamadan, dikte etmeden kendiliğinden bıraktığı izlerle sürekli boyutlanıyor. Yolu paylaşmak, hatta bazen “Artık siz önden yürüyün” demek ama bunu öyle bir yapmak ki… İşte anlattığım gibi.

Sonra ışıl ışıl bir gün. Erdal abi alıyor bizi, Unkapanı’ya götürüyor. Biz o gün, o merdivenleri birlikte ağır ağır çıktık; ağır ağır indik o merdivenlerden. Çok şey konuştuk. Nefesi kesildi zaman zaman… Bazen oturduk basamaklarda. “O gün nefesinden bir nebze daha mı eksilttik…” diyorum, sonra Hasan Bey’in ağırlamasından duyduğu mutluluğu, bana ve televizyonumuza yaptığı şıklığın yarattığı coşkuya bakışını hatırlıyorum. Merdivenler o kadar umurunda değildi ki!

Sonra Erdal abi geliyor, bizi yeniden alıyor. Sennur Abla’nın itibarıyla içimizde iyi bir iş görmenin saadeti. Önce onu evine götürüyoruz. “Hadi gel. Adnan bize bir çay yapsın. Yanına da simit koyar. Biraz otururuz” diyor. Ben tabii Sennur ablanın evini göreceğim ilk kez, kitaplarını göreceğim, değmeyin keyfime. Gerçekten Adnan abi yardım etmeme izin vermiyor, Sennur abla da “Biz sohbet edelim” diyor. Gözün alabildiği her yerin kitap olduğu o salonda pür neşe konuşuyoruz konuşuyoruz konuşuyoruz… Adnan abi çayımızı, simidimizi ikram ediyor. Sanki Sennur ablanın ilk defa mahremine giriyorum. Birini tanıdığını sanmakla gerçekten tanımak arasında azımsanmayacak bir yol var; orada fark ediyorum. İlk defa Sennur ablayla bir fotoğraf çektirmeyi akıl ediyorum o gün. “Abla bizim hiç fotoğrafımız yok” diyorum. “Çekelim evladım gel böyle” diyor, kanepede eliyle yanını gösteriyor. Erdal abim sağ olsun çekiyor. Yanağından öpüyorum o karede. Güzel günlerin de yanağı o, “ilk sevinçlerin” yanağı gibi de.

O günden çok kısa bir zaman sonra gidiyor. O merdivenlerde nefesinden eksilttim diye düşündüm çok kez. Sonra şunu hatırladım her seferinde; biz birbirimizi çoğalttık hep. Ve o bana en son o pırıl pırıl günde, bir yolu paylaşmaktan öte yolu arkadan gelenlere, hepimize bırakmanın ilerleticiliğini, bunun davamızdaki yerini fark ettirdi. Zaten onun gidişi sanki haberciydi; rejimin canımızı daha çok yakacağının, öfkemizin daha da bileneceği günlerin geleceğinin habercisi... Biz Sennur ablayla Sevgili Hasan Saltık, Şevval Sam ve Ahmet Aslan’la o programı 10 Ekim 2015 gününe planlamıştık. Elbette o yayın hiç olmadı. Ne saçma; bir şairle, arkadaşla, ablayla anımıza koca bir ülkenin kıyım tarihi sığıyor. Oysa Unkapanı merdivenlerinde pırıl pırıl bir günü anlatıyor olabilirdim sadece.

Sennur Sezer hakkında yazmak benim için güç, her zaman eksik. Eksik olması da belki onun sahiciliğine yakışır gibi geldi ve bu tamamlanmamış anıyı anlatmak geldi elimden.

Şunu da söylemeden edemem çünkü kuvveti bana kalırsa yaşanmışlıktan da gelen çok sahi bir şair o. Şiirine “gerçekçi” demek yetmiyor; bizzat kendisi şiirlerindeki gerçeklik. Ancak sadece bu da değil. Şair, kudretli bir şair. “Kadın şair” değil ama, ki buna çok kızar. Benim sanatçıları takdimde “kadın” vurgusunu maharet saydığım bir zamanda bunu da onunla sorgulamıştım. “Erkek şair mi var evladım. Şairliğinden eksiltmek istiyorlar kadınların” demişti. Meslek hayatımda bunu hep “hatırlattılar”. Mücadelesindeki tarih cımbızlanacak gibi değil. Hayatının her anında mücadele yazılı; şiirleri, anıları, söyleşileri orada duruyor…

Nihayetinde güneşli bir günde biz Sennur Sezer’le Unkapanı merdivenlerinden upuzun indik, upuzun çıktık o merdivenleri… Ben hiç öykü yazmadım ama öykü olduk sanki. Ve o gün çekindiğimiz fotoğrafa her baktığımda, en çok şu dizeleri geliyor aklıma:

“Belki
yazdan kalma bir gün de yeter
karahindiba çiçeklerini görmeye”.

Teşekkürler şairim, ablam ama en çok da arkadaşım. Geniş zamanla hatırlanacaksın biliyorum. 80’e göz kırpar mısın?

aysenimsi@gmail.com

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Çayırhan’da çakal sofrası

Çayırhan’da çakal sofrası

AKP iktidarının özelleştirmek istediği Çayırhan Termik Santrali ve maden işletmesinin ‘adrese teslim’ ihalesi bugün gerçekleştirilecek. İşçiler ve kamuoyu özelleştirmeye karşı çıkarken, adrese teslim ihaleye sicili kabarık patronların katılması bekleniyor. Çayırhan’ı yutacak sofrada IC İçtaş, Cengiz, Kolin, Limak, Alagöz, Ciner, Yıldızlar SSS var. Ödenmeyen işçi ücretleri madenin satış fiyatından fazla!

317.36 milyon TL: Yunus Emre Termik Enerji Santralinin son 3 ayda ürettiği elektriğin değeri

204.9 milyon TL: Aynı dönemde 1000 işçinin ortalama ücretlerden patrona 'maliyeti'

0 TL: Şirket 2021, 2022 ve 2023 yıllarında hiç vergi ödemedi

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et