Kitap bastırmakta tek engel kriz değil
Yakın tarihte gerçekleşen Küçük Prens furyası bunun en canlı örneği. Basmayan yayınevi kaldı mı? Hatta sırf Küçük Prens basmak için yayınevleri türedi. Bugünlerde de Orhan Veli benzer kaderin yolcusu.

Fotoğraf: Pixabay
Kaan BEYOĞLU
Yıllar evvel birkaç büyük yayıneviyle irtibat kurmaya kalkıştım ancak sayılı ve çekingen girişimlerdi. Dosyaya “bu tamam” dediğim dak’ka okuru olduğum yayınevlerini listeledim. Biraz toyluk da var, popüler olanlara gönül kayıyor. Bağımsız bir avuç yayıncıyı geçiyorum, ortalık olmayan sürümden para kazanmak için çırpınan hem butik hem şirket yayınevi dolu.
YAZARDAN PARA TALEP EDENLER, TAKİPÇİ SAYISINA BAKANLAR
Önceliği büyümek arzusuyla çırpınan yahut kestirmeden paravan olan “küçük” yayınevlerine vereyim: İki yolla teker döndürme gayretine girişiyorlar.
İlk yol: Yazardan baskı maliyetini, tasarım ve editör ücretini hatta dağıtımcı giderlerini alıp kitaptan yazara yüzde sözü veriyorlar. Basılan kitabın tamamı satılsa bile iyi ihtimalle yazar uzun bir süre sonra verdiği parayı alabiliyor. Yayınevi maddi bir zarara, riske girmiyor ve her satıştan kârını koparıyor.
İkinci yol: Kitabın niteliği es geçilip yazarın sosyal medyasına bakılıyor. Eseri az miktarda üretip “Bunun eşi, dostu, ailesi satın alsa kafadan şu kadar satarız” mantığıyla seri şekilde dosyalar yayımlıyorlar. Ne editörlüğüne ne tasarımına vakit ayırıp ayda minimum on yerli yazarın kitabını basan birkaç kişilik oluşumlar. İşin ruhu, ruhun içeriği, içeriğin niteliği unutuluyor yahut hiç öğrenilmiyor.
Büyük yayınevlerinde mesele epey çetrefilli. Banka veya holding destekli olanlar veya artık kendi kendine emeklemeye terk edilmiş köklü yayınevleri -büyük başın derdi büyük- alelacele bir şeyler deniyor. Şimdi, öncelikle Sezar’ın hakkı Sezar’a, hiçbir yayınevi sürekliliğini sağlayacak kârı elde edemiyor. Yazarı yaşayan kitabın bandrolünü telifsiz kitap olarak girip payı cebe indirenden, tasarımcı ve çevirmenlerin ücretlerini geciktirip geçiştirenlere, niteliklerine bakmaksızın çok satacağı tahmin edilen kitaplara öncelik verenlere -sosyal medya fenomenlerinden televizyon ünlülerine, sosyete tanınmışlarından eski siyasetçilere- özel edisyon adı altında gerçekleşen manasız basımlara kadar baştan ayağa sıkıntılı bir sektör. Ne illüstrasyonlarla desteklenmiş ne yeni bir ön söz-son söz, araştırma veya fikir yazısı eklenmiş, alışılmış baskıya sert kapak yapıştırılmış, koleksiyoner baskısı denmiş. Neymiş efendim, kitabın 27. yılı, yazarın 104. yaş günüymüş. Özgün çalışmalar yapan, şaşırtan tek tük yayıncılar da var ancak onların da baskı veya fiyat miktarı meseleyi koleksiyon merakından uzaklaştırıyor. Bir de niyet modaya, satana ayak uydurmaktan ibaret olunca meselenin tadı hiç yerine gelmiyor.
Birçok yayınevi meşhur yazarların telifinin düşmesini bekleyip başka kapaklarla ve çalıntı çevirilerle telifsiz kitap satmanın peşinde. Yakın tarihte gerçekleşen Küçük Prens furyası bunun en canlı örneği. Basmayan yayınevi kaldı mı? Hatta sırf Küçük Prens basmak için yayınevleri türedi. Bugünlerde de Orhan Veli benzer kaderin yolcusu.
ZİNCİR KİTABEVLERİ SOSYAL ÇEVRESİ SINIRLI YAZARLAR İÇİN UYGUN DEĞİL
Üretim çok, talep az. Fanzinleri sadece fanzinde yer alan yazarların ve diğer fanzincilerin okuması gibi. Bu söylem de klasik haline geldi. Salah Birsel ’80’lerde “Türkiye’de kitap okuyanların sayısı, gerçekten çok düşüktür. İşin tuhafı, bunları satın alanlar da, çokluk, okurlar değil, edebiyatçıların kendileridir” şeklinde ta ’80’lerde kaydettiği söylem hâlâ geçerli yahut bunun arkasına saklanıyoruz. Tabii bu meseleyi incelerken nitelikli okur, Eco’nun tabiriyle 2. ve 3. düzey okur sayısına bakmak lazım. Salt vakit geçirmekten öte, bir uğraş ve eylem olarak okumak. Yeri gelince tekrar okumak. Dikkatle ve araştırarak okumak. Bu elekten geçtiğinde “okur” sayısı gerçekten az. Hele içine düştüğümüz hızlı tüketim çağında… Yaşamımın çoğu döneminde ben de geçemem elekten.
Halbuki günümüz teknolojisi, döviz kurunu ve enflasyonu bir an için yok sayarsak, neşriyatın yeniden özgürleşmesine izin vermekte. Lazer baskı teknikleri kullanan küçük ölçekli matbaalar, “Minimum 2 bin basarız” diyen büyük matbaalar ile fahiş fiyat çeken ozalitçiler arasında sınırlı ve kaliteli üretimi, piyasa şartlarında normal sayılabilecek meblağlar karşılığında üretmeyi sağlıyor. Tabii bu şekilde dağıtımcı teröründen kurtulmak mümkün değil ama zaten zincir kitabevleri maddi gücü ve sosyal çevresi sınırlı yeni yazarlar için uygun yerler değiller.
ARAYA TANIDIK SOKARSANIZ ONLAR DA KİTABINIZI PROGRAMA SOKABİLİR
Konuya dönecek olursam, yayınevlerinden olumlu ya da olumsuz dönüş almak mümkün sanırım, “1 ila 4 ay arasında biz size döneceğiz.” Dönüş almak mümkün de eser ve yazar için asıl zorlu aşama yayınevine varabilmekte. Çoğu yayınevi e-posta dosya kabul etmiyor. Pek çoğu posta yolu ile basılı dosya da kabul etmiyor. Yine çoğu elden dosya kabul etmiyor. Yani rüştünü ispat etmiş yayınevleri gayrı dosya kabul etmiyor. Yayın programları -önümüzdeki yıl dahil- dolu. Araya tanıdık sokarsanız onlar da kitabınızı programın arasına sokabilirler. Tanıdığın kuvvetine ve ilgisine göre de dosyanız ilgi ve alaka görebilir yahut bir basılıp boş verilebilir. Tabii ki tanıdığın ve tanınanın kayırılması meselesi zaten pamuk ipliğine ve dövizin akıbetine bağlı bir sektörde mühim bir rol oynuyor. Ne yazık ki yayıncılık sektörü, ticaret açısından, bağımsız olabilecek kadar özgür bir sektör değil.
Bir tanesi bir form koymuş, kitabınızı satmak için bir kitap daha yazmanız lazım. Bununla da kalmayıp sevdiğiniz yazarları satmanız, ilhamlarınızı baltalamanız, eserinizi ayyuka çıkarmanız isteniyor. E ne yapsınlar? Üç editörün yapması gereken işi bir editör yapıyor (mali kriz), çevirmenler geçinebilecek parayı elde etmek için 10 zabıt katibi gücünde 20 parmak çalışmalılar (mali kriz). Tasarım, dizgi, son okuma hak getire! Sizi tanımayan, işi başından aşkın, mesleki deformasyondan idealleri aşınmış biri eserinize “yeni bir cevher mi” umuduyla başlayacak değil ya (mali kriz). Eser göndermeyi becerebildiğim üç yayınevinden iki tanesi üçüncü ayın sonunda “Reddediyoruz ama sadece içeriği bize uygun değil diye” gibi nazik ve kısa bir toplu mesaj cevabı vermişti. Öbürü ona da tenezzül etmedi.
MAFYATİK VE MEDYATİK SEKTÖRE KARŞI BAĞIMSIZ YAYINEVLERİ VAR
Yayınevlerinin bu tutumu hatta varoluş şartları yazmak ile ilgili motivasyonumda herhangi bir kayba yol açmasa da dosya haline getirme; özellikle roman gibi, işin içine matematiğin ve mesainin sıkça girmesi gereken meselelerde birtakım vazgeçişlere sebep olmuştur.
Sözün sonu: Tüm bu sorunları göz önünde bulundurmadan soruna bakmak sığ kalıyor. Bunca çetrefilli soruna bakıyor olmak da hevesi kursak civarında tutuyor. Ama umut var, çünkü iyiyi ve doğruyu savunan, ideallerine bağlı yayıncılar var. Her dönemde mafyatik ve medyatik sektöre karşı duran, sınırlı basıp sınırlı dağıtan, hatta fabrika konseptini, sanatta fabrika kelimesini temize çıkaran bağımsız ve butik yayınevleri mevcut.
Kavuşmak biraz zaman alabilir ama biz aramak istedikçe onlar da bulunmak isteyecektir.
Evrensel'i Takip Et