14 Haziran 2022 00:59

Eskişehir'de barış sempozyumu: Barışı savunmakta ısrarcı olmaya devam edeceğiz

KHK'lerle ihraç edilen Barış Akademisyenlerinin kurduğu Eskişehir Okulu Dayanışma ve Araştırma Derneği iki günlük sempozyumda "Savaş ve Toplum” ve "Barış İnşası" temalarını konuştu.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

“Bu Suça Ortak Olmayacağız” metnini imzaladıkları için KHK ile üniversitelerden uzaklaştırılan Barış Akademisyenlerinin kurduğu Eskişehir Okulu Dayanışma ve Araştırma Derneği (Eskişehir Okulu) iki günlük sempozyum düzenledi. 11-12 Haziran'da gerçekleşen sempozyumda ilk gün “Savaş ve Toplum”, ikinci gün ise "Barış İnşası" teması ile toplam 12 akademisyen, hukukçu, insan hakları savunucusu sunum gerçekleştirdi.

"BİZ SAVAŞIN DEĞİL, BARIŞIN MUHATABIYIZ!"

Programın açılışını Anadolu Üniversitesi’nden KHK ile ihraç edilen Duygu Abbasoğlu yaptı. Barış Annelerinden Güler Buğday sözlerine "Bu oluşumu önemsiyorum" diyerek başladı. Barış için her şeye hazır olduklarını ifade eden Buğday “Barış sadece bizim meselemiz değil; Türk annelerinin de meselesi. Onlara yönelik empati içindeyiz" dedi. Buğday, "Gözyaşının rengi yoktur, aynı şekilde akar. Barışın dili evrenseldir. Yalnız olmadığımızı biliyoruz. Farklı ülkelerden anneler bir araya geliyoruz. Nerede bir savaş varsa orada anneler var. Biz savaşın değil, barışın muhatabıyız. Barış için mücadele eden herkesle birlikte olmak istiyoruz. Barış istemek bu dönemde suç haline geldi. Bu şartlarda her an suçlanabiliriz. 1999’dan bu yana zorluklar içinde mücadele ediyoruz. Bize 'Ortada savaş yokken niye barış diyorsunuz' diye soruyorlar. Kayıplar görülmüyor. 40-50 bin kaybın olduğu yerde savaş vardır. Birçok saldırıda canlı kalkan olduk. Mücadelemiz herkes için barıştır. Bu yolda defalarca gözaltına alındık; şiddet gördük. Yılmadık, yılmayacağız" diyerek sözlerini tamamladı.

"BARIŞTA ISRARCI OLACAĞIZ"

Barış Annelerinden Bedia Gökgüz ise "Çocuklarımız bu savaş için dünyaya gelmedi. Çocuklarımıza imkân sunulsaydı, istekleri yaşamak olurdu. Çocuğumu kaybettiğimde 18 yaşındaydı, lise öğrencisiydi. O da üniversiteye gitmek istiyordu. Ayrımcılıklar sonucu başka bir tercihte bulundu. Savaş olmasaydı köyümüzü terk etmezdik. Savaşın karşılığı savaş değildir, barıştır. Barış sürecinde çok umutlandık, kayıplar olmadı. Bir yere gittiğimizde 'barış annesiyiz' dediğimizde 'savaş yok ki' diyorlar. Savaş olmasaydı biz barış annesi olmazdık. Evimizde otururduk, çocuklarımızla ilgilenirdik. Savaşlar dünya coğrafyasında farklı yerlerde yaşanıyor. Erdoğan dinle politika ediyor ama zulüm ediyor. İslamda zulüm yok, sen nasıl insansın, zulüm yapıyorsun! Barışta ısrarcı olacağız. Devletler insanlara karışmadığı sürece sorun olmuyor. Barış talebi beni sokağa çıkardı. Bana 'sosyalizmin herkesi kucakladığı anlatıldı' ne güzel değil mi? Umarım bir gün barış gelecek; özgürlük gelecek!” diye konuştu.

"DEĞİŞİM MODERN SİSTEMİN DEĞİŞMESİYLE OLABİLİR"

Çağlar Kurç, "Modern Savaş Dönüşüyor mu?​” başlığı altında, savaşın doğası ve karakteri hakkında bilgiler verdi. Savaşı “düşmana isteklerin yerine getirilmesini sağlamak için şiddet kullanmaktır” diye tanımlayan Kurç özetle şunları ifade etti: "Mutlak savaş gerçek hayatta karşımıza çıkmıyor fakat savaşın kendisine ilişkin etkilerini anlamakta önemli bir model sunuyor. Savaş esas itibariyle, siyasetin başka araçlarla devam ettirilmesidir. Savaşın nasıl gerçekleştiği savaşın karakterini de etkiler. Savaş gerçek bir bukalemundur, renk değiştirir. Savaşın karakterini insanlar, hükümetler ve ordular belirler. Yeni teknolojilerin gelişi günümüzde savaşın karakterini değiştirmemektedir. Yeni teknolojiler var olan doktrinlerde insanlı araçların yerini almaktadır. Konvansiyonel – konvansiyonel olmayan farkı aslında yoktur. Geleceğe dair öngörüde bulunmak zordur. Değişim ancak modern sistemin değişmesiyle, yeni organizasyon ve yeni doktrinler ile olabilir."

TÜRKİYE, NÜFUSUNA GÖRE EN ÇOK GÖÇ ALAN 4. ÜLKE

"Savaş ve Şiddet Bağlamında Göç" başlığı altında konuşan Didem Danış da konuşmasına dünya göç haritasından bilgiler vererek başladı. Danış’ın paylaşımına göre Türkiye sayısal bakımından en fazla mülteci ağırlayan (göç alan) ülke. Bu sayı, nüfusunun yüzde 5’ine tekabül ediyor. Türkiye nüfusuna göre en çok göç alan 4. ülke durumunda. Danış konuşmasının devamında özetle şunları ifade etti: "Savaşlar göçün en büyük nedeni. Suriye 23 milyonluk bir ülkeydi, 12 milyonu ülke dışına göçerken 5 milyonu da ülke içinde daha güvenli bölgelere göçtü. Göçenler, geride kaldıklarında yaşayacakları şiddetten kaçıyorlar. İnsanların aşkları, hayalleri travma altında; barış olsa bile travmalar devam edebilir. Göçlerin diğer nedenleri 'hayatı sürdürebilme olanakları, coğrafi özellikler, sosyal koşullar' olabiliyor. Türkiye’deki göçmen çocukların 1/3’ü okula gidemiyor. Sağlık ve katılım hakları çok sınırlı. Suriyeli göçmenler üzerinden söylersek 'Nereye dönecekler? Nasıl dönecekler?' Gönüllü ve güvenli olursa geri dönüş mümkün olabilir. Hükümet meseleye kendi çıkarları, AB pazarlıkları, Suriye politikaları bağlamında yaklaşım gösteriyor."

"SAVAŞ ÖNLENEBİLİR HALK SORUNUDUR"

“Savaşlar ve Halk Sağlığı” başlığı altında konuşan Mehmet Zencir, savaşı “halk sağlığı sorunu” olarak niteleyerek savaş ortamında oluşan sonuçlardan bahsetti. Savaşın ölümlerle birlikte yaşanan hastalıklara, engellilik durumuna, ekonomik kayıplara, yaşama ve üretebilme gücündeki kayıplara, psikolojik sorunlara, ekolojik yıkımlara, ulaşım sorunlarına ve insan hakları ihlallerine vurgu yapan Zencir, "Savaş insan eliyle oluşturulmuş, doğal olmayan bir durumdur; önlenebilir halk sorunudur" dedi. Sağlıkçıların bu nedenlerle savaşa karşı olduğunu belirten Zencir, TTB’nin de savaşlara bu perspektiften yaklaştığını ifade etti. 

SAVAŞIN SAVAŞAMAYANLARI

"Savaşın Savaşmayanları" başlığı altında konuşan Ayşe Devrim Başterzi, özellikle kadınların durumuna dikkat çekti. Mülteciliğin kadınları erkeklerden daha çok etkilediğini belirten Başterzi, "Yeni gidilen ülkede mültecilik, sığınmacılık gibi yasal statüleri kazanmaları zor. Eğitim düzeyleri ve uluslararası geçerliliği olan bir dil bilme oranları düşük. Çok daha fazla sosyal dışlanmaya ve ayrımcılığa maruz bırakılıyorlar. Savaşın savaşmayanları genel olarak 'mülkiyet kaybına, yaşam alanı kaybına, sosyal ağların kaybına, fiziksel ve ruhsal sağlık kaybına' uğruyorlar. Göç yollarında, göçülen ülkede taciz, tecavüz vakaları artabiliyor" dedi.

"MÜCADELEYİ BİRLİKTE YÜRÜTMELİYİZ"

"LGBTİ+ Hareketinde Barışın Patikaları” başlığı altında konuşan Yıldız Tar, homofobiyi “bir savaş stratejisi” olarak değerlendirdi. LGBTİ+’ların kamusal alanda görünür olmalarının istenmediği, "Yatak odasında ne yaparsanız yapın, kamusal alanda görünür olmayın” anlayışını hakim olduğunu belirten Tar, "Savaşın tarafları birbirlerini ibnelikle suçlar ve bedenlerini işgal edilecek, işgal edilmesi gereken bir alan olarak görür." dedi. Zorunlu askerliğin kaldırılması gerektiğini belirten Tar, "LGBTİ+’lar için istenen raporda beyan esas alınmalıdır. LGBTİ+’lar özel alanı kamulaştırarak barışa katkı sunmaktadır. LGBTİ+’lar dışarıdan dayanışma yapılacak bir grup gibi görülüyor. Parti tüzük ve programları, tutumları bu bakımdan sorunludur. Mücadeleyi birlikte yürütülmeliyiz, ortak zeminler inşa etmeliyiz." diye konuştu.

ÇOCUKLARIN BARIŞ SÜRECİNE KATILIMI 

Alper Yalçın, "Çocukların Barış Sürecine Katılımı” başlığı altında, savaş koşullarında çocukların yaşadıkları üzerine konuştu: "Savaş koşullarında çocukların öldürülebilir, sakatlanabilir, savaşta ajanlaştırılabilir veya fiili savaşın içine çekilerek kullanılabilir, cinsel şiddete uğrayabilir, farklı niyetlerle kaçırılabilir. Savaşlarda okullar, hastaneler bombalanabiliyor. Çocuklar için güvenli olması gereken okullar ve hastaneler riskli hale gelebiliyor. Eğitime ve sağlığa ulaşım böylece engelleniyor veya güçleşiyor. Çocukların talepleri görülmüyor, genel olarak özne olabilmeleri mümkün olmuyor. Buna rağmen çocuklar savaş ve çatışma ortamlarında kendilerinden beklenilmediği şekilde siyasallaşabiliyor. Çevresinden, ailesinden birilerinin başına gelenler, gördükleri, yaşadıkları onları taraf olmaya yöneltiyor. Çocuklarla konuşmak, hayata dair görüşlerine başvurmak gerekir." 

ZAPATİSTA DENEYİMLERİ

Özgül Saki, "Barış İnşası ve Barış Süreci Deneyimleri” başlığı altında barışın tanımlarına dikkat çekti. “Çatışmasızlık bu işin başlangıcı ama asıl barış, çatışma nedenlerinin ortadan kaldırılması ile mümkündür” diyen Saki konuşmasında yerinde tanık olduğu Meksika, Kolombiya ve Guatemala deneyimlerinden bahsetti. Saki, özetle şunları ifade etti: "Bir yanda devlet şiddeti, bir yanda yerli halkların birbirine yönelen şiddeti… Zapatista bölgesinde her yaştan kadın erkek birlikte tartışıyor, sonuçlar ortaklaşma ile elde ediliyor. Toplulukların içinde para yok, hiyerarşi yok. Bir kişi bir dönem sağlık çalışanı, bir dönem eğitimci, bir dönem tarım işçisi olabiliyor. En büyük suç, erkek şiddeti. Şiddet uygulayan erkekte hatasını anlama ve düzeltme eğilimi yoksa topluluktan atılıyor. Kadınlar 'onurlu öfke'leri ile değişimi sağlıyorlar. Zapatistalar kendileri için 'kapitalizmin zaman ve mekân sınırlamalarına tabi değiliz' diyerek katılım süreçlerine ve hayata bakışlarını özetliyorlar."

GEÇİŞ DÖNEMİ ADALETİ VE BARIŞ İNŞASI

Hülya Dinçer, "Geçiş Dönemi Adaleti ve Barış İnşası" başlığı altında, Türkiye’de geçmişle yüzleşmenin araçsallaştırılmasını örneklerle anlattı. Ceza yargılamalarına, hakikat komisyonlarına, onarımlara ve hafızalaştırmaya dikkat çeken Dinçer, özetle şunları ifade etti: "Süreç içinde yüzleşmeler; faillerin kamu makamlarından temizlenmesi; kurumsal reformlar; şiddete maruz kalanların acısı, kaybı ve tahammülü önünde eğilme gerekmektedir. Ağır insan hakları mağduru olanların adalet, hakikat, onarım, tekerrüre karşı güvencelere sahip olma hakkı gözetilmelidir. Devlet ise ihlalleri soruşturmalı; sorumluları yargılayıp cezalandırmalı; mağdurlar, mağdur aileleri ve toplumla yaşanan olaylara dair açığa çıkarılan tüm bilgileri paylaşmalı; mağdurlara uygun telafi ve onarım sağlamalı; failleri yasal ve idari yetkiye sahip oldukları tüm devlet kurumlarından uzaklaştırmalıdır." Dinçer, sürdürülebilir bir barış için şiddetin kökeninde yatan yapısal sebeplerin, şiddetin yol açtığı sosyo-ekonomik adaletsizlik, ırkçılık, ayrımcılık gibi sonuçların ortadan kaldırıldığı pozitif barış anlayışının gerekli olduğunu belirterek; pozitif barış için de sosyoekonomik adalet ve politik eşitlik gerektiğini söyledi.

BARIŞ HAKKINI SAVUNMAK

Heval Yıldız Karasu, "Barış Hakkını Savunmak” başlığı altında Galtung’un barış tarifinde yer alan “negatif ve pozitif barış” kavramlarının anlamına vurgu yaptı. Karasu özetle şunları ifade etti: "Barışı savunurken aslında korkunun yok olduğu demek olan mutluluk halini; farklılıkların kabulünden kaynaklı huzur halini; insanın ihtiyaçlarının karşılanması için toplumsal üretimde hakça dağılımı; sınıftan, sömürüden ve tabakalaşmalardan uzak sosyal hayatı istiyoruz. Barışta tüm toplumsal kesimlerin, özellikle yoksulların, ayrımcılığa uğrayanların çıkarı varken barışı isteyenler bu kadar az olmamalı; barış istemenin faturası bu kadar ağır olmamalı." Karasu avukatlık deneyimlerini de paylaşarak devletin gözü önünde, gözetiminde gerçekleşen katliamlara dikkat çekti. Suruç ve Ankara Gar katliamı soruşturma ve kovuşturma süreçlerine dair bilgiler verdi; yapılan karartmalardan ve engellemelerden bahsetti.

BARIŞ İNŞASINDAN ONARICI ADALET VE HAFIZA

Esin Gülsen, "Barış İnşasında Onarıcı Adalet ve Hafıza” başlığı altında konuştu. Acıların yaşandığı mekânlara dikkat çeken Gülsen, Diyarbakır Cezaevi’nin toplumsal hafızadaki yerinden bahsetti, devamında özetle şunları ifade etti: "Onarıcı adalet süreci on yıllarca sürebilir, bugünden ne yapabiliriz buna bakmalıyız. Diyarbakır Cezaevi dünyanın en kötü on cezaevinden biridir. Bu cezaevini ne yapacağız? Erdoğan’ın 12 yıl önce cezaevi ile söylediklerinden bu yana bir şey olmadı. Arınç, cezaevinde yaşananlardan bahisle 'ben de dağa çıkardım' demesine rağmen bir şey olmadı. Ben Diyarbakır halkına 'Ne yapılırsa yüreğiniz soğur?' dediğimde 'Yaşanılanları kabul etsinler' dediler. Yaşananları, yaptık diyebilmek ahlaki normlara geri dönmek demektir. Görmemek, olmamış saymak hınç, öfke sebebi olur. Böylesi mekânlar sadece mağduriyet değil; aynı zamanda direniş, aynı zamanda yas mekânlarıdır. Diyarbakır ve Ulucanlar Cezaevleri gibi mekânlar mağdurların ve tanıkların hafızalarına uygun olarak müze yapılabilir. Diyarbakır Cezaevi bugün bir kişinin himayesindedir ve her an yok edilebilir."

VİDANİ RET HAKKI

“Vicdani Ret Hakkı” başlığı altında konuşan Gökhan Soysal, Türkiye’de ilk vicdani ret açıklaması yapan Osman Murat Ülke’den başlayarak zaman içinde vicdani retçi olanların yaşadığı işkencelerden, yargılamalardan örnekler verdi. Son yıllarda uygulamaların olumlu yönde farklılaşmasına rağmen halen derin mağduriyetler yaşandığını belirten Soysal yerine, zamanına, mekânına ve dönemine bağlı olarak vicdani retçilere yönelik uygulamaların farklılaştığını ifade etti. Soysal, "47 Avrupa Konseyi ülkesinin 46’sı vicdani ret hakkını tanırken sadece Türkiye bu hakkı tanımadı” dedi. Konuya ilişkin AYM’ye yapılan başvuruların da sonuçlandırılmadığı bilgisini veren Soysal “Aslında olumsuz karar veremeyeceklerinden açıklamıyorlar” yorumunda bulundu.

BARIŞIN İNŞASINDA SANAT

"Her Uzak Zulmün Küçük Hisseli Yakın Ortağı: Barışın İnşasında Sanat” başlığı altında konuşan Osman Şişman, barış, sevgi gibi kavramların isim olarak kullanıldığında gerçekliğinden uzaklaştığını ancak deneyimlendiğinde gerçek anlamını kazandığını vurguladı. Sanatsal üretimlerin var edilişindeki anlayışlara, sanat ürünlerinin fonlanmasına ve fonlamanın üretime etkilerine dikkat çeken Şişman özetle şunları ifade etti: "Film, müzik başta olmak üzere tüm sanat ürünlerinin barışın inşasında büyük bir kudreti yok. Hiçbir etkisi yoktur demiyorum elbette. En azından duyguları tahkim etmeye, aynı duyguları paylaşmaya, teselli bulmaya yarıyor. Yenilgiyi görmezden gelmeyi de sağlıyor olabilir. Sanatsal ürünlerde başkasının yerine konuşmak gibi bir durum da var. Böylesi durumlarda mesafeyi korumak önemli olmalı. Film sektöründe yapılan işi fonlayanların etkisine dikkat edilmeli. Mücadeleye katkı yerine tüketim, pazar beklentisi ürünün niteliğine yansıyor. Bazı konjonktürler özgün, her türlü kaygıdan uzak üretim yapmaya ve/veya yapılmış üretimi göstermeye müsaade etmeyebiliyor. Öznesi olduğum üretimlerden bahisle de bunları ifade edebiliyorum." (Eskişehir/EVRENSEL)

ÖNCEKİ HABER

Kağıthane'de, fahiş zam yapmak isteyen ev sahibini öldüren kişi tutuklandı

SONRAKİ HABER

Akademik özgürlükler için harcanan emeğe saygı kitabı: Işıl Ünal İçin Yazılar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa