15-16 Haziran Direnişi'nin özneleri anlatıyor: İşçi yapabileceklerini yaşayarak gördü
15-16 Haziran direnişinin öznelerinden Sungurlar Kazan Fabrikasından Vahit Tulis, ECA’dan Yunus Uysal, Arçelik’ten İbrahim Özyürek o günün hafızasını bugüne taşıyor.
DİSK Arşivi
Hilal TOK
İstanbul
52 yıl önce bugün, işçi sınıfının derinlerinde hak arama mücadelesi 15-16 Haziran’ın sıcağında sokaklara taşmıştı. Türkiye işçi sınıfının, başta devlet eliyle sendikal bürokrasinin güçlendirilmesine karşı tarihinin en büyük direnişlerinden biri olan 15-16 Haziran direnişi, pek çok yönüyle bugün işçi sınıfına hâlâ öğretmeye devam ediyor.
15-16 Haziran direnişinin öznelerinden Sungurlar Kazan Fabrikasından Vahit Tulis, ECA’dan Yunus Uysal, Arçelik’ten İbrahim Özyürek, o günün hafızasını bugüne taşıyor. 15-16 Haziran direnişinin özneleri, “İşçi birlikte hareket ettiği vakit yapabileceklerini orada bizzat yaşayarak gördü. Biz 15-16 Haziran’da birlikte mücadele ederek yasayı geri çektirdik. Bugün de işçilerin izleyeceği yol birlik olmak ve bunda kararlı durmaktır” diyor.
O dönem hükümetin ve sendikal bürokrasinin, toplu sözleşme, grev, sendikal hak ve mücadeleleri geriye götürme gayretlerine karşı çıkılan yolda, metal iş kolu başta olmak üzere pek çok yerde 15-16 Haziran öncesi direnişler patlak vermeye başlamıştı. Onlardan biri 15-16 Haziran’ın hemen öncesi Maden-İş’te örgütlenen Kartal’da bulunan ECA fabrikasındaydı. Dönemin ECA İşyeri Baştemsilcisi Yunus Uysal, 15-16 Haziran direnişinin kurşun yiyen metal işçilerinden. Yeni evli, şiir yazan, devrimci, TİP’te örgütlü bir işçi.
“6 aylık işçiydim. Ağlayan sızlayan çoktu fabrikada, 'paramız az, geçinemiyoruz' diyen. Sarı sendika var o zaman. 630 kişi, üç vardiya çalışıyorduk. Çoğunluğu sağlayıp Maden-İş’te örgütlendik. İşveren kabul etmedi, işten attı, ben ve sendikayı örgütleyen üç kişiyi daha. Biz önceden karar vermiştik işçilerle. Eğer işten atma olursa şalteri indireceğiz diye. Şalteri kapattık. Polisler geldi. Polisleri fabrikaya sokmadık. Tarih, 7 Mayıs 1970. Hiç unutmam. Diğer fabrikadan ziyarete geliyorlar. Sungurlar, Demir Döküm fabrikası…”
DURDURAMADILAR İŞÇİLERİN COŞKUN SELİNİ
O günleri büyük bir gururla anlatan Uysal, sonunda patronun pes ettiğini ve yetkiyi aldıklarını söylüyor. Yetkiyi alıyorlar ancak sendikalaştıktan sonra sendikaları hükümet elince bertaraf edilmek isteniyor bu kez:
“Bu ara hükümet DİSK’le uğraşıyor. 274-275 sayılı yasada yüzde 10 barajı getiriyorlar. O dönem metal iş kolu çok kalabalıktı, Türk-İş’e bağlı hep. Bizim yüzde 10 barajı geçmemiz mümkün değil, yine bizi sarı sendikaya mahkum edecekler, anladık. Maden-İş’e bağlı bütün temsilciler bir araya geldik. Oturma eylemleri, iş bırakma eylemleri kararı aldık. Akşam oldu. Evi kim düşünür? Gitmedim eve, direkt fabrikaya geldim. Marangoz atölyesinde çıtalar yapıp pankartlarımızı hazırladık. Sabah oldu bir sevinç bir sevinç. Yanımızdaki fabrikaları da yanımıza aldık. TEKEL fabrikası önüne geldik. İşçiler çalışmıyor ama yürüyüşe de katılmak istemiyorlarmış. Konuşmalar yapıp ikna ettik. Kapılar açıldı. Kartal bölgesinden aşağı yukarı 3 bin işçi toplandık yürüyoruz. Singer, TEKEL hep Türk-İş’e bağlılardı ama bizimle yürüdüler. Ankara asfaltında polis barikatı var dediler. Polis kimmiş? Geçeriz dedik. Kucakladığımız gibi dağıttık. Trafik durdu. TEKEL’ci kadın işçiler en öndeler. Devam ettik, Ankara asfaltında tanklar çıktı bu sefer karşımıza. O sıra kadınlar tankların üstüne çıktı bayrakları kaldırdı. Çevre yerlerden kalabalıklaştıkça kalabalıklaştık. Saat de epey geç oldu. Otosan işçileri de katıldı bize. O akşam ertesi gün buluşmak üzere direnişi bitirdik. Ertesi sabah 9’da minibüs caddesinden Kadıköy’e, oradan Taksim’e geçeceğiz. Akşam yine fabrikada kaldım. Karar aldık, fabrikadan sirenleri çalıp buluşacağız yine. Fabrika önlerinden minibüs caddesine çıktık ertesi gün. Yürüyüşe devam ettik. Sıcak epey, saat 12’ye doğru… Bostancı’daki minibüs caddesinden Bağdat Caddesi’ne geçtik. Bizi sömüren patronların, zenginlerin hepsi Bağdat Caddesi’nde oturuyor, öfkeliyiz. Bir coşku, bir güzellik. Köprünün üzerinden baktım kalabalığa, çok hoşuma gitti tabii. Öğrendik ki Suadiye’de askerler var. Yine kol kola tutuşarak devam ettik. Bir iki rütbeli asker ‘Siz etrafı tahrip ederek geliyorsunuz’ dedi. ‘Hiçbir yer tahrip olmadı şimdiye kadar’ dedik. Engellemeye çalıştılar. Polisi, askeri ablukaya aldık, itişmeler oldu, geçtik orayı da. Kurbağalıdere’de asker, tank, polis sırası varmış. Yine geçeriz dedik, vardık oraya. Asker, polis hemen anons geçip ‘Etrafı yağmalamışsınız’ dedi, karşı çıktık. Elimde sopa vardı. Polisin silahı, tankı varsa bizim sopamız, taşımız vardı. Polis sopayı almaya çalışınca tepeden taşlar geldi. İşçiler taşlıyor. Asker havaya doğru ateş açtı. Sonra “ateş” diye bir ses. Her taraf karıştı. Üzerimize ateş edildi. Karnımın kenarında kurşun sıyırdı geçti. Biraz yürüdüm. Ne oluyor bana derken düşmüşüm yere. Takır takır sürükleyerek götürdüler sonra beni. Orada ölen işçiler de vardı. Mehmet Gıdak, TEKEL işçisi bize yakın fabrikada. Mustafa Bayram da bizim yanımızdaki fabrikadaydı. Yatağımız yan yanaydı hastanede Mustafa ile. Tedavi görürken öldü. Çok iyi tanıyordum onu.”
Sonra direnişe katılan işçiler için gözaltılar, davalar, işten atmalar ve iş bulamama süreçleri ile yeni direnişlerin önüne geçilmeye çalışıldı. Ancak tarih sayfaları tüm baskı ve engellemelere, yasaklara karşın yeni işçi direnişleri devam etti.
"SENDİKAL BÜROKRASİYİ DE İŞÇİLER DEĞİŞTİRİR"
O günün öncü işçilerinden Yunus Uysal, şimdinin işçilerine sesleniyor edindiği deneyimlerle:
“Mutlaka ve mutlaka ekonomik ve demokratik haklardan başlayarak mücadele etmek örgütlenmek lazım. Kira, elektrik, su, doğal gaz... Yük çok, ücretler düşük. Haklarımızı talep etmek, sendikaları zorlamak, kavgaya girmek lazım. Bizim oradaki başarımızın en önemli sebebi, sınıf mücadelesinin ne olduğunu, sınıfımızı bilmekti. Birbirimizle derdimizi konuşmak, birlikte çare aramak lazım. Şimdi sınıf sendikacılığı yok. Bürokrasi hakim. Bunu işçiler değiştirir. Sendikalara, tabanındaki işçilerin sahip çıkmaları lazım. Biz gücümüzün farkına vardık direniş içinde, şimdi de işçiler, işçi haklarını, sosyalizmi savunan partilerin bu gücü birleştirmesi lazım.”
SUNGURLAR KAZANDA DİRENİŞ KAYNIYOR
O dönem Sungurlar’da kazan fabrikasında da sendikalaşma sürecinde büyük bir mücadele verildi. 15-16 Haziran’ın ayak sesleriydi bu direnişler. Sungurlar Baştemsilcisi Vahit Tulis şöyle anlatıyor o günleri:
“15-16 Haziran direnişi bütün fabrikalarda önce sendikalaşma sonra sarı sendikalara karşı gerçek sendika mücadelesi verme süreciydi. 15-16 Haziran süreci öncesinde Sungurlar kazan fabrikasında direniş olmuştu, DİSK/Maden-İş’te sendikal mücadele içerisindeydik. Ben de öne çıkan işçilerdendim ve beni patron işten çıkardı. Fakat çok güzel örgütlenmiştik. Benim işten çıkarılmam sonrası işçilerle ilişkilerimiz sürdü, yapacağımız tek şey sendika kurma, sendika seçme hakkımızı kullanma ve atılan işçilerin geri alınması, sendikamızın söz sahibi, etkin olması için mücadele etmekti. Bu mücadeleye başladık fabrikada, iş durdurduk. Jandarma tarafından kuşatıldık ve bir hafta sonra bizi fabrikadan çıkardılar. Bırakmadık mücadeleyi, fabrika karşısında direnişimizi çadırlar kurarak sürdürdük. O direniş tarihe ‘Sungurlar direnişi’ olarak geçti. Dayanışma büyüktü. Alibeyköy’deki esnaf bize çok destek verdi, cebimizde bir kuruş yoktu. Onlar kazan kaynatıp yemeğini paylaştı bizimle. Bir gün bir baktım, fabrika iki-üç otobüs sarı işçi getirecek. Fabrikayı işgal eden askerlere seslendik. ‘Elini vicdanına koy, biz neden direniyoruz, yarın bu fabrikada sen de işçi olacaksın.’ Sarı işçiler geldiğinde tepki göstermemiz karşısında oradaki binbaşı ateş emri verdi ve askerlerin biri bile ateş etmedi. Sarı işçiler otobüslerden inemedi bile. Daha sonra biz kazandık, sendikayı kabul etti, atılan işçiler geri alındı, ben baştemsilci oldum. Sonra 15-20 gün sonra haber aldık, DİSK kapatılmak isteniyor. Bu yasa geri alınmadan biz çalışmayacağız dedik, karar aldık. Diğer fabrikalar da direnişe başladı. Direniş sürerken sıkıyönetim ilan edildi. Sıkıyönetim bizi zorla çalıştırmak istedi biz önceki direnişimizin devamını getirdik.”
16 Haziran sıkıyönetim baskısına rağmen bitmedi bu fabrikada direniş. 20 güne yakın sürdü.
‘KAPILMA UMUTSUZLUĞA!’
Tulis, hapse tıkılan, davalarda yargılanan, bir daha da fabrikalarda işe alınmayan mimli işçiydi artık:
“Direnişin ardından, sınıfsız bir toplum kuruluncaya kadar mücadeleye devam edeceğiz diyerek kimsenin kölesi, uşağı olmadığı insanı bir düzen yaşamak istedik. Bir süre yattık. Sonra bıraktılar bizi, tahliye olduk. Hapishaneden çıktık tabii bizi fabrikaya almadılar. Ev kirası veriyoruz, çoluk çocuk var. Bir yığın işyerine başvurdum, iş bulamadım. MİT benim de dahil olduğum bir liste hazırlamış. O dönem öne çıkan hiçbir işçi fabrikalara giremiyor. Açlığa terk edildik anlayacağın. 2-3 ay iş bulamadım. Sonra terlikçi bir arkadaşımın yanında çalıştım, 30 yıl terlikçilik yaptım. Ama mücadeleden de hiç kopmadım.”
’68 hareketinde 15-16 Haziran’ın emeğin baş tacı edildiği, sermayeye kafa tutulan bir süreç olarak değerlendiren Vahit Tulis, sıkıyönetimin köşeye sıkıştıramadığı, o günlerden bugüne sosyalizm düşüncesinden bertaraf ettiremediğini ortaya koyuyor sözleriyle:
“Sosyalizm dışında insanların kurtuluşu yok, bunu bugün görüyoruz. Bugün üniversite bitirenler iş bulamıyor, işsizliğin, yoksulluğun, çaresizliğin arşa çıktığı bir süreç yaşıyoruz. Bıkmadan usanmadan insanların ezberini bozmalı, bu sistemin insanlara verdiği zararı anlatmalıyız. Yapacağımız ilk şey umutsuzluğa kapılmamak! Kapitalizm insana, doğaya, hayvana, kuşa, denize, dereye düşman. Böyle bir dünyayı kabullenmeme mücadelesi vermeliyiz hep birlikte.”
"EĞER BİRLİK OLUNMAZSA MÜCADELE BAŞARILI OLMAZ"
Dönemin Arçelik İşçisi İbrahim Özyürek de direniş günlerini şöyle anlatıyor:
“Çayırova’da fabrikayı boşaltarak üretimi durdurduk. Çayırova, Gebze bölgesindeki diğer fabrikaları eyleme dahil etmek için çağrıda bulunduk. Diğer fabrikalardan işçilerle yola koyulduk. Kartal bölgesine kadar yürüdük. Otosan fabrikası ile birleştik Kadıköy sapağına geldiğimiz vakit numune hastanesinin önünde ciddi bir arbede oldu. Arçelik işçisi kadınlar tankların üzerine çıkmıştı bayraklarla. TEKEL işçisi kadınlar da vardı. Arçelik işçisi öfkeliydi. Önceden sarı sendika vardı. Lojmanlar yapılacaktı işçilere, saat ücretleri artacaktı. Böyle vaatler verildi ama hiçbiri tutulmadı. ’68’in temmuzunda askere gittim ben. Askerlik döneminde bu huzursuzluklar daha çok artmış. Ben askerdeyken işçiler Maden-İş’te örgütlenmişti. Sendikanın kapatılma kararı alınınca bütün işçiler doğal olarak isyan ettiler. İşçi birlikte hareket ettiği vakit yapabileceklerini orada bizzat yaşayarak gördü. Haziran direnişinden sonra işyerinde daha rahat ettik kimi konularda. Mesela yemek listesini biz hazırlıyorduk. Şöyle bir örnek vereyim, cuma günleri daha farklı yemek çıkardı, biz kişi başına yarım lüfer yazmıştık. Artık siyasal, sendikal bilinci de daha fazlaydı işçinin. Mücadelenin içinde daha çok öğrenilmişti bu. Artık taleplerimizi istemek ve yaptırmak konusunda daha rahattık. Birlikte her engel aşılır. Eğer birlik olmazsa işçi, bireysel olarak bir başarıya ulaşamaz. Biz 15-16 Haziran’da birlikte mücadele ederek yasayı geri çektirdik. Bugün de işçilerin izleyeceği yol birlik olmak ve bunda kararlı durmaktır.”