15 Haziran 2022 09:15

Radyum kızları, silikozis erkekleri

Gerek radyum kızları gerekse silikozis erkekleri farklı zaman dilimi ve coğrafyalarda bulunsalar da kapitalist üretim sürecinin kâr hırsının kurbanları olmuşlardır.

ARŞİV | Fotoğraf: Fahad Faisal/Wikimedia Commons (CC BY-SA 4.0)

Cemal Hüseyin Güvercin
Cemal Hüseyin Güvercin

Tarihte en önde gelen bilim insanlarından biri olan Marie Curie, radyum ve radyoaktivite buluşları ile fizik ve kimya alanında iki Nobel Ödülü almış ve dünyanın artık geri döndürülemez bir çağa girişinin işaret fişeğini de ateşlemiştir. Radyumun keşfi, o yıllarda bilimin ulaştığı zirve ve insanlığın en son mucizesi olarak kabul edilmiştir. Sadece yeni bir element değil aynı zamanda her derde deva bir tıbbi üründür.

Hatta satıcıların, bu mucize maddenin insanların yaşamını uzatabileceğine, cinsel dürtülerini artırabileceğine ve kadınları daha güzel hale getirebileceğine dair söz verdiği, parlayan bir elementtir. Onlara göre, radyum, sonsuz sağlık veren güneş ışınlarının, sıvı haliydi. Radyum karıştırılmış diş macunları, makyaj malzemeleri, çikolatalar, pastiller ve radyumlu su, güzellik ve şifa niyetine yaygın şekilde kullanıldı. Bazı doktorlar da soğuk algınlığından, romatizmaya, felçlerden kansere kadar pek çok hastalığı tedavi etmek için bu mucizevi maddeyi kullandılar.

1920'lerin başında, muhtemelen en yeni ve gözde cihaz, karanlıkta parlayan bir kadranı olan kol saatiydi. ABD’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesiyle, askerlere moral vermek için dağıtılan parlak kol saati, düşmana görünecek bir ışık yakmaya gerek duymadan, karanlıkta da zamanı gösteriyordu. Karanlıkta nasıl parlayabiliyordu? Sorunun yanıtı saatin reklamında gizliydi: "Radyumun büyüsü sayesinde mümkün oldu!" Radyum gerçekten de büyülü görünüyordu ve deyimi yerindeyse 1920’li yıllar “Radyum Yılları” idi.

Radyumlu kol saatleri ilk kez Amerika'da üretildi ve savaş sonrası herkesin sahip olmak istediği bir ürün olmuştu. Üreticisi olan Birleşik Devletler Radyum Şirketi adlı firma, kol saatinin içindeki minik rakamları ve saat kadranını radyum ile boyamaları için 17-18 yaşlarındaki genç kızları, saatine 5 Sent ödeyerek “kadran ressamı” olarak işe alıyordu. Zira, incelik ve dikkat gerektiren bu boyama işini genç işçilerin, ressam titizliği ile ve olabildiğince hızlı yapmaları gerekiyordu. Çalışan sayısını düşük tutmak ve işleri hızlandırmak için genç kızlara "dudakla işaretleme" adı verilen bir yöntem öğretildi. İşçiler, saatteki her rakamı boyadıktan sonra, boya fırçasını dudaklarının arasına alıp, dili ve dudaklarıyla radyumlu fırçanın ucunu, her defasında yeniden sivriltmeleri gerekiyordu. Günde 200'den fazla kol saatini ve her kol saati içindeki on iki sayı boyayan kızlar, boyadıkları her sayıyla biraz daha radyum yutuyorlardı.

Savaş sonrası bozulan ekonomik yapı ve ağır işsizlik döneminde iş bulabilmek neredeyse imkansızdı. 1924'te Waterbury'deki saat fabrikasında kadran ressamı olarak işe başlayan Mae Keane, daha ilk gününde uyumsuzluk çıkarmış, radyum boyasının tadından hoşlanmamıştı: “Acımsı, kum tadı vardı, fırçayı ağzıma sokamazdım!" Patronun bunu fark etmesi üzerine, oradan alınıp idari ofiste çalışmaya başlamıştı. Bu kararı olmasaydı, kaderi diğer arkadaşlarından farksız olacaktı. Kadran ressamlarından hiçbiri bu işin tehlikeli olduğunu düşünmüyorlardı bile, ayrıca ekonomik krize rağmen iyi para kazandıkları bir işleri vardı.

Ancak 1920'lerin ortalarına gelindiğinde, bu genç işçilerin çoğu korkunç hastalıklara yakalanmışlardı. Yuttukları radyum adeta kemiklerini içeriden yiyordu. Ağızda kapanmayan yaralarla birlikte, çene kemikleri kırılanlar, bütün dişleri çürüyüp dökülenler, ayakları kırılanlar, omurgaları çökenler… Kolon, akciğer, meme, kan kanseri olanlar… “Radyum saatleri aydınlatırken, çalışanların hayatlarını karartmıştır”. 1927 yılına kadar, radyumlu boya zehirlenmesine bağlı nedenlerle 50'den fazla kadran ressamı ölmüş ve artık onların kamuoyundaki adı “Radyum Kızları” olmuştur. New Jersey'deki bir fabrikada kadınlar, zehirlenme nedeniyle şirkete dava açıp kazansalar da maalesef birçoğu için tazminatlar kendi cenaze masrafları için kullanılmıştı. Mahkeme süreçlerinde, patronların radyumun sağlığa zararlarını bildikleri halde çalışanları uyarmadığı, hiçbir önlem almadığı ve onların yavaş çekimli ölümlerini seyrettikleri ortaya çıkmıştı. Dava, işyeri güvenlik standartları ve meslek hastalıkları yasalarının çıkmasına ön ayak olmuştur. Kadran ressamlarına gerekli koruyucu donanım sağlanmış ve 1970’lere kadar radyumlu saat üretimi devam etmiştir.

1968’de kurulan ulusal laboratuvar ile 4000 civarında olduğu tahmin edilen radyum kızlarından hayatta kalan 2400 işçi hem sağlık durumları açısından hem de radyasyonla ilgili bilgi edinmek üzere hazır denekler olarak 1993’e kadar izlenmiştir. Konuyla ilgili birkaç kitap yazılmış ve radyum kızları aynı isimle beyaz perdeye de aktarılmıştır.

Mucizevi bir şekilde iki radyum kızı uzun süre hayatta kalmıştır. Radyumlu fırçayı ağzına almayı reddeden Mae Keane, yıllar içinde migren, diş, çene ve cilt sorunları yaşayıp, meme ve kolon kanserlerini atlatmış ve 2014’te 107 yaşında ölmüştür. Mabel Williams ise kanser ve pek çok sağlık sorunu ile yaşayıp son radyum kızı olarak 2015’te 104 yaşında ölmüştür. Ölen bütün radyum kızlarının mezarlarına radyasyon ölçen Gieger sayacı tutulduğunda en az 1600 yıl daha, radyasyon uyarısı verecektir.

Türkiye’de 1990’lı yıllar, güneydoğudaki çatışmaların en yoğun olduğu yıllar olmuştur. Bu dönemde uygulanan zorunlu köy boşaltmaları, yaylaya çıkış yasakları, koruculuk sisteminin getirilmesi vs. yöre halkının kaderini de belirlemiştir. Bingöl’ün Karlıova ilçesinin 2100 nüfuslu Taşlıçay köyü, mevcut 32 bin küçükbaş hayvanla, en temel geçim kaynağı hayvancılık iken, 90’larda koruculuk sistemi getirilmesi ve yayla yasağı nedeniyle yörede hayvancılık hızla gerilemiştir. Köyden 86 kişi korucu seçilip maaşa bağlanmış, geri kalan nüfus tamamen işsiz kalmış ve yoksullaşmaya başlamış, bütün bunlara güvenlik kaygıları da eklenince, genç erkeklere artık gurbetin yolu görünmüştür.

İstanbul’a gelen ilk grup tesadüfen kot taşlama işine girerler ki o yıllarda taşlanmış kot modası da hızla yayılır ve oluşan yüksek talep kot taşlama sektörünü kamçılar. Taşlama, kumun, kuru hava kompresörü ile kotların yüzeyine tutulup aşındırılması işlemidir. Bu sektörde çalışan işçilerin maaşı 2-3 kat artar ve bu cazibe sadece Taşlıçay köyünden değil Tokat, Sinop, Siirt, Erzurum, Yozgat gibi illerden de gençleri İstanbul’a bu sektöre çeker. En sağlıksız koşullarda, merdiven altı, kapalı ve denetimsiz mekanlarda günlük 12 saatte varan çalışma süreleri, taşlamayla birlikte gençlerin akciğerlerine, ortamda oluşan ve silika içeren kum tozlarının dolmasına yol açacaktır. Klasik olarak bu tozlara uzun süre ve düşük dozda maruz kalmakla en az 10 yıl sonra akciğerlerde görülen silikozis hastalığı, böylesine yoğun ve akut maruziyetle birlikte birkaç yılda ortaya çıkmaktadır. 

Silika tozlarının akciğere dolmasına vücut savunmasının verdiği cevap ile akciğerde fibrozis denilen yoğun bağ dokusu artışı olmakta ve akciğerin süngerimsi dokusu, adeta taş gibi sertleşmektedir. Silikozis denilen bu hastalığın tedavisi de yoktur. Genelde maden işçilerinde görülen ve erken ölüme yol açması nedeniyle “Dul bırakan hastalığı” diye anılan silikozisin, kot taşlamacılığına bağlı formu, dünyada ilk kez 2005’te ülkemizde görülmüştür. Aslında uygun koruyucu donanım ve ortam güvenliği ile tam olarak korunmak mümkünse de işverenlerin ek maliyet anlamına gelecek bu yatırımları yapmaması ve daha önemlisi kamusal denetimin olmaması, adeta ölüm atölyelerine göz yumulması bir trajediye davetiye çıkarmıştır.

Çalışma Bakanlığı’na göre 5-10 bin işçi bu sektörde çalışmış ve 839 işçi silikozis tanısı almıştır, geri kalanlar ise halen hastalık riskini taşımaktadır. Taşlıçay köyünde 300 hasta olduğu tahmin edilmektedir. Bu işçilerin bir başka önemli sorunu, çoğunun sigortasız çalıştırılmış olmalarıdır. Sivil toplum örgütleri, sendikalar, bazı siyasi partiler ve Türk Tabipleri Birliği’nin yürüttüğü ortak mücadele ile önemli kazanımlar elde edilmişse de halen devam eden davalar bulunmaktadır. Kot taşlamaya bağlı silikozis nedeniyle ölen hasta sayısı 74 olmuştur. Sağlık Bakanlığı, ancak 40. ölümden sonra kot taşlamayı yasaklamıştır. Radyum kızlarının başına gelenlerin benzeri olmak üzere: “Taşlama kotları ağartırken, silikozis erkeklerinin hayatlarını karartmıştır.”

Gerek radyum kızları gerekse silikozis erkekleri farklı zaman dilimi ve coğrafyalarda bulunsalar da kapitalist üretim sürecinin kâr hırsının kurbanları olmuşlardır. Yaşamlarını sürdürmek için büyük bir emekle yaptıkları işler, hızla sağlıklarını bozmuş yaşamlarının sonunu getirmiştir. Peki bütün bunlar artık geçmişte mi kaldı?

Türkiye’de 2021 yılında 2017 işçi ve 2022 yılı ilk 5 ayında ise 646 işçi iş cinayetlerinin kurbanı oldu. Ülkede her gün ortalama 6 işçi sessizce can veriyor, her gün 6 mezar kazılıyor. Peki neden? Sorumluları kim?

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI