İhsan Çaralan: 15-16 Haziran direnişini inşa eden işçi inisiyatifiydi
Dönemin Öğrenci Birliği Genel Sekreteri, Evrensel Yazarı İhsan Çaralan 15-16 Haziran'da hareketin işçi inisiyatifiyle inşa edildiğini ifade etti.
Fotoğraf: DİSK Arşivi
Hilal TOK
İstanbul
15-16 Haziran, işçi hareketinin mücadele tarihinde bir mihenk taşı olarak duruyor. O gün ile bugün arasındaki bağı bulmak, bugünün işçi hareketi önündeki engelleri tespit etmek ve çözüm yollarını bulmak konusunda oldukça elzem. O dönem hareketin işçi inisiyatifiyle inşa edildiğini ifade eden dönemin Öğrenci Birliği Genel Sekreteri, Evrensel Yazarı İhsan Çaralan işçilerin başarıya ulaşmak için patrona karşı mücadelesinin yanında sendikal bürokrasiye karşı mücadele etmesinin önemine dikkat çekiyor.
15-16 Haziran direnişi, sadece tarihin sayfalarında kalan bir anma günü mü? Bu direnişi hâlâ hatırlamanın önemi ne, direnişin deneyimi ve birikimlerinin bugüne katkısı nasıl?
50 yıldan beri kutlanan iki önemli gelenek var. Bunlardan birisi 6 Mayıs günü andığımız Deniz, Yusuf, Hüseyin’in şahsında devrimci gençlik hareketi. İkincisi ise 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi şahsında aslında 1960’lı yıllardaki işçi hareketidir. Eğer bu dendiği gibi geçmişte olmuş bitmiş bir hareket olsaydı, bu kadar uzun süre anılmazdı. Her iki hareket de bugün de hâlâ konuştuğumuzda, üstünden yeni şeyler konuşabildiğimiz, öğrendiğimiz hareketler. 15-16 Haziran hareketi iki günde olmuş bitmiş hareket değil tabii, öyle olsaydı bu da işçi sınıfının bir atağı gibi görünüp kalırdı. 1960’lı yıllardaki işçi hareketinin ucu 1963’te Kavel direnişi ile başlar aslında. Kavel direnişi sürecinde ortada bir sendika yasası ve grev yasası yoktur. Bu bakımdan da işçilerin yaptığı her türlü grev hareketi yasa dışıdır. Hareket yasa dışı olmasına karşın fiilen son derece uzun ve başarılı bir grevden sonra başarı ile sonuçlanmıştır. Arkasından gelen önemli olay DİSK’in 1967 yılındaki kuruluşudur. DİSK, Türk-İş’ten ayrılan 4 sendikanın kurulması ile oluşan bir örgütlenme olarak başlamış ve sonra çeşitli iş kollarını da kapsayarak büyümüştür. Türk-İş’in politikalar, politika dışı ya da partiler üstü diye ifade ettiği, aslında iş birlikçi sendikacılık anlamına gelen anlayışa karşı kurulmuştur DİSK. En azından işçilerin büyük çoğunluğu Türk-İş’ten ayrılırken kendilerini mücadeleci bir sendikacılık, hatta sınıf sendikacılığı çizgisinde bir sendika kurma amacı ile ortaya koymuşlardır burada örgütlenirken. 1952’de Türk-İş kurulmuştur, ama Türk-İş grev hakkı, toplu sözleşme hakkı olmayan bir konfederasyon olmuştur, daha çok bir dernek gibi faaliyet göstermiştir. Bugün sendikal harekette “sendika bürokrasisi” dediğimiz... Sendikaların daha burjuva gibi yaşayan, işçi sınıfının içinden çıkmış ama işçisiyle bağı kalmamış, işçi aristokrasisi olmuş, daha sonra da sendika bürokrasisi olmuş bir yapısı vardı. Yani milletvekillerinden bile yüksek maaş alan sendika yöneticilerinin olduğu bir üst kabuk oluşturmuşlardır ve bu kabuk bugün de işçi hareketinin başındaki en önemli belalardan birisidir. ’60’larda Türk-İş böyleydi aşağı yukarı. Sendika bürokratlarının yönetimindeydi. DİSK ile buradan ayrılanlar nispeten burada bir ilerleme sağlamak üzere, -yani sendika bürokrasinin denetiminde olmayan sendikalar oluşturmak gibi fikri de vardır mutlaka ama- sonuçta Türk-İş’in ekolünde yetişmiş kişilerdi. Ama 1967’den sonra, DİSK’e geçmek isteyen işçiler, patronlar tarafından, Türk-İş tarafından önlerine barikatlar oluşturulması karşısında mücadeleyi ilerleterek başka bir safhaya geçmişlerdir. Yani çeşitli işyerlerinden özellikle az çok mücadelenin içinde öne çıkan işçiler, kendileri inisiyatif alarak bir mücadele hattı oluşturmuşlardır.
İŞÇİLER KENDİLERİNİ DE DEĞİŞTİREREK İLERLEDİLER
İşçilerin böyle inisiyatif almasını sağlayan, ilerleten, mücadelelerinde başarılı olmasını sağlayan DİSK miydi?
Mesela şöyle söyleyeyim size; Sungurlar fabrikası diyelim. Bu dönemde Haliç’te önemli bir fabrikadır. Burada Türk-İş’ten DİSK’e geçecekti işçiler; patron kabul etmiyor, Türk-İş engel olmaya çalışıyordu. İşçiler fabrikayı işgal ediyorlar. Şimdi bakarsanız bu işgali DİSK’e geçmek için yapıyorlar ama burada asıl etki o mücadeleyi başlatan işçilerindir, DİSK’in değil. Asıl olarak burada o mücadelenin önüne gelip başlayan işçilerin inisiyatifi. İşçiler bu mücadelelerde kimle iş birliği yaptı? Sendikanın merkezinden çok kendilerinden önce bu mücadeleye girmiş ve başarılı olmuş işçilerle. Örneğin, Sungurlar işçileri, Demir Döküm fabrikasındaki temsilcilerle konuşarak yaptılar. Bunu nasıl yapacaklarını onlardan öğrenerek... Dolayısıyla ilk kez Türkiye’de işçiler kendi talepleriyle ve kendi inisiyatifleriyle karar aldıkları bir süreç başlatmıştır. ’67 ile 15-16 Haziran arasındaki süreci esas belirleyen budur. Bu fabrika işgalinde desteğe ilk giden öğrenciler oluyor genellikle. O dönemdeki öğrenci hareketi de yüksekti. O öğrenciler de gerek sosyalizmle ilgili yeni temas ettikleri bilgiler etrafında, gerekse genel olarak devrimci mücadelenin yüksek seyri içinde işçi hareketine karşı bir yakınlık duyuyorlardı. Arkasından mahalle halkı geliyordu. Arkasından ise jandarma ve polis geliyordu direniş olan fabrikaya. Sendikacılar bütün bu şeylerin ötesinde bir sonuca bağlanmasını bekliyorlardı. İşçilerin, patronu ve polisi, jandarmayı orada alt ederek taleplerini kabul ettirmesini bekliyordu. Şimdi aşağı yukarı bütün fabrikalardaki bu geçişler, o dönem bu anlattığım prosedür içinde aslında Türk-İş’ten DİSK’e geçişti. Ve bu geçişler aynı zamanda işçilerin içinde ileri bir işçi tabakasını da ortaya çıkarttı. İşçiler bir taraftan da bir eylem içinde kendilerini de değiştirerek dönüştürerek bir noktaya doğru ilerlediler, bilinçlerinde de ilerleme oldu.
DÖNEMİN İKİ ÖNEMLİ HAREKETİ: İŞÇİ VE GENÇLİK
15-16 Haziran’a gelirsek… O zaman da bu kararı aldıran, harekete geçen asıl olarak işçiler miydi?
İşçiler 15-16 Haziran’da zaten karar aldılar. Burada tabii ki DİSK’in tutumu önemliydi. Bilmeyenler için hatırlayalım; 15-16 Haziran direnişi, Adalet Partisi iktidarı ve CHP ile iş birliği içinde, aslında Türk-İş’ten DİSK’e geçişleri önlemek ve DİSK’in büyümesini engellemek üzere getirilmiş bir yasaya karşı başladı. Öyle bir yasa hazırlanmıştı ki, örneğin DİSK’in sadece bir tek sendikası yetkili sendika olabiliyordu; yüzde 33 ile Maden-İş Sendikası. Onun dışındaki bütün sendikalar etkisiz hale geliyordu. 15-16 Haziran direnişi bu gelişmenin son ve büyük eylemidir. Burada temsilciler kararı aldılar. Nitekim daha sonra sendika yöneticileri sıkıyönetim mahkemelerinde, 15-16 Haziran’da temsilcilerinin karar aldığını ve kendilerinin bir dahli olmadığını söyleyecek kadar da bu işin dışında kalarak sahip çıkmadılar direnişe. Bu bakımdan da ben bu mücadeleyi asıl olarak ileri işçilerin inisiyatif aldığı bir mücadele olarak anlamamız gerektiğini doğru buluyorum.
O dönem iki tane güçlü hareket var, biri işçi, biri gençlik hareketi. Gençlik hareketi antiemperyalistir, sosyalisttir, sömürüsüz savaşsız bir dünya mücadelesi içindedirler. Türk-İş’ten DİSK’e geçmek için mücadele eden, aynı zamanda hızla sınıf mücadelesi, sosyalizm tartışması da yapan bir işçi hareketi de vardır. Aynı denize doğru paralel akan iki nehirdir bu iki hareket. Bu iki nehir de coşkulu aktıklarında birbirine karışıyor. Mücadelenin temposu yükseldiğinde gençlik hareketi ile işçi hareketi birbirine karışıyor.
15-16 Haziran’da işçi hareketine darbe vuruldu önce, arkasından da gençlik hareketinin temelleri çökertilmeye çalışılmış, hem de önderleri katledilmiştir. Ve bu iki hareket, bugüne gelen mücadele geleneğinin de temellerini atmıştır. 15-16 Haziran sıkıyönetimle önü kesilen bir hareket oldu. Bu bakımdan da o günler işçi hareketinin hem zirvesidir hem de sonuna geldiğinin ifadesidir. Artık daha sonraki işçi hareketi yeniden başlayacaktır. Tabii bu sıkıyönetimde tutuklamalar oldu. Mücadeleye önderlik eden çeşitli işyerlerindeki işçi önderleri tutuklandı. Gençlerden de tutuklananlar oldu. Ben de ilk gözaltına alınanlardanım. Öğrenci Birliği genel sekreteriydim ve işçi hareketine karşı sıkıyönetimin ilan edilmesini protesto etmek için 20 Haziran’da başlayacak sınavlara girmeme kararı aldık. Ben telefonda bu kararı diğer fakültelere bildirirken dinlendim ve sabah saat 6’da gözaltına aldılar beni. Sıkıyönetim mahkemesi tarafından yargılandı işçi önderleri de. Ama esas darbe bu harekete önderlik eden işçilere oldu. Fabrikalarda kara liste oluşturularak işçiler tasfiye edildi. 4 bin 500 işçi işten çıkarıldı. Bu işçiler bir daha hiçbir fabrikada işe alınmadılar. Doğrusunu isterseniz sendikalar da buna göz yumdu. Belki de bazı sendikaların en azından bazı yöneticilerin patronlarla iş birliği içinde davrandıklarını da söylemem herhalde yanlış olmaz.
SENDİKALI OLMA MÜCADELESİYLE BÜROKRASİYE KARŞI MÜCADELE DE ŞART
O mücadeleden bugüne dair sonuçlar çıkarırken asıl olarak neyi tartışmalıyız?
O günden bugüne koşullar bugüne göre pek çok konuda çok farklı. Bütün o sözünü ettiğimiz süreçte işçiler inisiyatif alıp harekete geçebiliyordu. Bugün büyük ölçüde sendikal bürokrasi çok daha güçlenmiş durumda. Hem kendi deneyimlerinden hem sermaye ile olan ilişkilerinin daha da ileri gitmiş olmasından, hem de bugün ortaya çıkan pek çok başka imkanlardan da yararlanarak sendika bürokrasisi bugün hakikaten herhangi bir devlet bürokrasisinden bile daha bürokratik bir yapıya kavuşmuş bulunuyor. Mesela yakın zamanda TÜPRAŞ işçilerinin direnişi vardı. Bakıyorsunuz Koç Holding 88 kişilik liste çıkarmış, bunları çıkaracağız diye sendika ile konuşuyor. Sendika 80 olmasın da 40 olsun 50 olsun pazarlığı yapıyor. Sendikacılar en ileri gittiklerinde bile patronlarla işçiler arasında ara bulucu rolü oynuyor ve burada genellikle bu rolü patronlardan yana olarak oynuyorlar. Bu açıdan işçi hareketini daha büyük ve çeşitli yönleri ile bölme ve kontrol altına alma konusunda daha başarılı bir bürokrasinin bugün var olduğu bir gerçek. Öte yandan da işçi inisiyatifinin çok çabuk oluşabildiği koşulların da oluştuğunu görüyoruz. Mesela 2015’teki büyük metal direnişinde 3 gün içinde bütün fabrikalarda örgütlenerek sendikayı da reddederek patrona karşı da meydan okuyabildiklerine de tanık olduk. Bu bize şunu gösteriyor ki, bugünün işçileri o günün işçilerine göre belki bazı bakımlardan daha zor şartlarda ama bazı bakımlardan da daha kolay öğrenebilecek ve bu örgütünü hızla ilerletebilecek olanaklara sahip. Burada iletişim araçlarının gelişmesi, kişilerin bilgiye varma araçlarının büyük önem kazanmış olması gibi etkiler de var. Ocak ayındaki çoğu hareket sendikasız işyerlerindeydi mesela. Buradan şu çıkmamalı tabii; demek ki sendikasız olmak daha iyi. Değil, ama sendikalı olmak da meseleyi çözmüyor. O zaman sendikalı olma mücadelesi veya herhangi bir şekilde patrona karşı mücadele ve antidemokrat sendika bürokrasisine karşı bir mücadelede birleşmedikçe, işçiler sendikal bürokrasi engelini aşacak önlemleri alamadıklarında başarılı olma şansları son derece düşük diyebiliriz.
ÖRGÜTLENMEKTE ISRAR ETMEK ÖNEMLİ
Bugünkü işçi hareketinin durumu, hareketin aşamadığı sorunlar ve nedenleri ne? Bu sorunlar nasıl aşacak?
Günün en önemli sorunu tabii ki örgütlenme meselesidir. Yani bugün Türkiye’deki sendikalaşabilir aşağı yukarı 13 milyon işçilerden ancak 2 milyona yakını sendikalı. Ama bunların önemli bir kısmı da toplu sözleşme yapabilecek bir örgütlülük düzeyinde değil. Bu bakımdan ülkede en önemli şey, sendikalaşmanın yaygınlaştırılması. Biraz önce sözünü ettiğimiz sendika bürokrasisine olan güvensizlik, öfke, işçilerin satılmış olması, bunlar hep engellerdir. Ama buna rağmen bakıyoruz ki aslında son yıllarda sendika bürokrasisi bu kadar işçiyi satmasına rağmen bir işyerinde bile iki kere üç kere yeniden sendikaya ulaşmak için harekete geçebiliyor işçiler. Bu da işçilerin sınıfsal bakımdan sendikalaşmaya karşı olmadıklarını gösteriyor. Dolayısıyla temel şey budur; örgütlenmekte ısrar etmek. Tabii sendikaların mücadeleci sendikalar olması, sendikalı işyerlerinde o işçinin örgütlenmesi, yani işyerinde örgütlü değilse işçi hiçbir şekilde örgütlü değildir. Yani işçilerin işyerindeki üniteleri etrafında sendikalı olarak örgütlenmesi ve buradan kararlar alabilmesi, işyerinde toplu sözleşme yaparken burada tartışması, taleplerini burada belirlemesi ve bu taleplerin arkasında olacağım derken, örgütlü olarak lafını etmesi. Toplu sözleşme masasında sendikacı ile patronunu baş başa bırakmak yerine ona dışarıdaki eylemleri ile sendikacının ensesinde olduğunu göstermesi gerekiyor. Bu mücadelenin hakikaten ustaca yürütülmesi gereken bir mücadele olduğu aşikar. Bürokrasi ve patronlar, işçi izleme yöntemlerinin gelişmiş olması, teknolojiden bunun için yararlanmaları gibi birtakım deneyimlere sahip oldular ve bu işleri zorlaştırmaktadır. Ama eğer bir kurtuluşa gidecekse işçiler, bu zor işi başarmaları gerek. Bunu başarabileceklerini de her zaman gösteriyorlar aslında bakarsanız. Şu ağır şartlarda bile çeşitli işyerlerinde hâlâ sendikalaşmaların sürdüğünü ve işçilerin hareket halinde olduğunu görüyoruz.