Prof. Dr. Mustafa Durmuş: Fed, dünya işçi sınıfının belini kırmak istiyor
Prof. Dr. Mustafa Durmuş: Yedek sanayi ordusu (işsizler) büyüdüğünde işçilerin eylemlilik gücü azalmaya başlıyor. Fed işçilere karşı bir tür lokavt ilan ediyor.
Mustafa Durmuş | Fotoğraf: Kişisel arşiv
Uğur ZENGİN
İstanbul
ABD Merkez Bankası (Fed) politika faizini 75 baz puan artırdı. 1994 yılından bu yana en sert faiz artışı olarak kaydedilirken, Fed faiz artışına devam edecek. Yıl sonuna kadar 175 baz puan artış öngörülürken, ABD’den gelen faiz hamlesinin dünya işçi sınıfı için yakıcı sonuçları olacak.
Ekonomi-Politikçi Prof. Dr. Mustafa Durmuş’a göre ABD’nin ve küresel ekonominin resesyona girmesi kaçınılmaz. ABD’deki enflasyon tartışmalarının odağında ‘artan işçi ücretlerinin enflasyon yarattığı’ iddiası olduğunu kaydeden Durmuş, “ABD’deki enflasyon birkaç nedenden kaynaklanıyor. Birincisi Kovid-19 ve Ukrayna-Rusya savaşından sonra tedarik zincirlerindeki kırılma, meta fiyatlarının artması, petrol fiyatlarının yükselişi, nakliyenin zorlaşması. Ve asıl gözden kaçırılan, kârlardaki müthiş yükseliş. Enflasyonu artıran en önemli nedenlerden bir tanesi -Türkiye’de de bu böyle- spekülatif ya da değil kârlardaki çok yüksek artış” dedi.
Bunlara bağlı olarak Fed’in resesyonu kabullenerek “İşsizler ordusunu büyütmeye dönük bir karar” aldığını kaydeden Durmuş, “Yedek sanayi ordusu (işsizler) büyüdüğünde işçilerin eylemlilik gücü azalmaya başlıyor. Fed işçilere karşı bir tür lokavt ilan ediyor” dedi.
Fed’in faiz oranlarını tahminler doğrultusunda artırdı. Öncelikle şunu soralım, Fed ne yapıyor?
ABD’deki yüzde 1.50-1.75’e çekilmiş bir faiz oranı, yüzde 8’lik enflasyon karşısında eksi faiz anlamına geliyor. Türkiye’de olduğu gibi yüzde 14 ile merkez bankasından bankalar borçlanıyor, sonra yüzde 30’lara kadar faiz ile satıyorlar. Dolayısıyla çok yüksek bir faiz artışı olup olmadığı tartışmalı. Piyasalar bunu 1994’ten bu yana, yani 28 yıldır en yüksek faiz artışı olarak yorumluyorlar. Bunu aslında 2024 yılı sonuna kadar da yüzde 3.4 bandına kadar çekecekler. Beklenti o. Artış devam edecek gibi görünüyor. Bir sonraki artış da 0.75 baz puan olarak görünüyor.
Bu hamleyle piyasadaki likitide fazlasını alacaklar. Buna miktarsal sıkılaştırma deniyor. 45 milyar dolar ile başlayacaklar, bu yıl sonuna kadar 90 milyar dolara kadar çıkacak. Faiz artışıyla bunu bir arada değerlendirdiğimizde çok önemli bir iktisadi etkisi olacak. Bu resesyon etkisidir. “Önümüzdeki 18 ay içinde enflasyonu yüzde 2 ve altına çekme planlıyoruz, bunu yaparken de herhangi bir resesyona neden olmayacağız” diye açıklama yapsa da Fed, iktisatçıların çoğu bu hamlelerin kaçınılmaz olarak resesyona neden olacağını görüyor. Tarihte de, Fed’in büyük çapta faiz artışlarının resesyonla sonuçlandığını görüyoruz. Bu ABD tarihinde çok görülen bir şey.
"FED İŞÇİLERE KARŞI BİR TÜR LOKAVT İLAN EDİYOR"
Böylesi bir resesyonun sınıfsal sonuçları muhakkak olacak. Fed kararına bağlı olarak bu resesyonun dünya işçi sınıfını nasıl etkiler?
Resesyon, ekonomik faaliyetlerin yavaşlaması, bazı işletmelerin piyasan çekilmesi, işsizliğin artması demek. Nitekim Fed’in açıklamasında da işsizlik oranının yüzde 2’den yüzde 4.1’e kadar yükseleceği öngörülüyor. Bunun nasıl bir etkisi var? Büyüme oranı yavaşladığı, işsizlik oranı yükseldiğinde işgücü piyasaları gevşemeye başlıyor. Şu anda işgücü piyasalarının sıkı olduğu, işgücü kıtlığı olduğu yönünde ABD’de çok yoğun tartışmalar var. “İşçi bulup çalıştıramıyoruz, ücretler çok yüksek” deniyor. İşçi bulamamalarının gerçek nedeni, pandemi ile birlikte işçi ücretlerinin çok düşmüş olması ve insanların bu ücretlerle çalışmak istememeleri. Birçok insan çok kötü koşullar ve bu ücretlerle çalışmayı reddediyorlar. Aslında böyle bir gerçeklik ABD’de kamuoyuna “Bakın işçiler çok güçlendi, ücretler çok yükseldi dolayısıyla maliyetler arttı. Ve asıl olarak enflasyonu aşağı çekemezsek işçiler yarın daha çok isteyecek. Daha fazla isteyince enflasyon-ücret-enflasyon sarmalıyla enflasyon daha da artacak. İşçileri hedef gösteriyorlar. “İşte bu yüzden enflasyonu aşağı çekmemiz lazım aksi halde ücret artışlarını durduramayız” deniyor.
Kısacası Fed’in faiz kararı bir boyutuyla, önemli biçimde işçi sınıfının belini kırmaya dönük bir karar. Marx’ın yedek sanayi ordusu dediği işsizler ordusunu büyütmeye dönük bir karar. Bunu da resesyonu kabullenerek yapıyor. Yedek sanayi ordusu büyüdüğünde işçilerin eylemlilik gücü azalmaya başlıyor. Fed işçilere karşı bir tür lokavt ilan ediyor.
"ENFLASYONU TETİKLEYEN KÂRLAR KONUŞULMUYOR"
Bu tezin de iki iddiası var. Gerçekten işçilerin ücretleri yükseldi mi ve enflasyonun gerçek nedeni ücretlerdeki artış mı peki?
ABD’de de dünyanın kalanında da işçi ücretleri reel olarak ciddi anlamda artmadı. Hatta işçilerin milli gelirden aldıkları pay kâra göre giderek azaldı. Türkiye’de de benzer bir durum var. Türkiye’de ilk çeyrekte işçilerin milli gelirden aldıkları pay 3 puan azaldı. Bu gerçek ortadayken, işçi ücretlerinin artık büyümenin önünde engel oluşturduğu ve enflasyon sarmalına yol açtığı gerekçesiyle dolaylı biçimde faiz oranlarını artırarak işçi ücretlerini aşağı çekmek aslında bir sınıf savaşı. Bu sınıf savaşı sadece finans kapitalin ABD’de vermiş olduğu bir savaş değil. Bunun dünya işçi sınıfını ilgilendiren boyutları var.
ABD’deki enflasyon birkaç nedenden kaynaklanıyor. Birincisi Kovid-19 ve Ukrayna-Rusya savaşından sonra tedarik zincirlerindeki kırılma, meta fiyatlarının artması, petrol fiyatlarının yükselişi, nakliyenin zorlaşması. Ve asıl gözden kaçırılan, kârlardaki müthiş yükseliş. Enflasyonu artıran en önemli nedenlerden bir tanesi -Türkiye’de de bu böyle- spekülatif ya da değil kârlardaki çok yüksek artış. Fakat maalesef bunu konuşmuyorlar. Kısacası kendi içinde çelişkili bir tespitten yola çıkılarak bir sınıf savaşı perspektifinden alınmış bir karar bu faiz oranlarının yükseltilmesi. “Başka çaremiz yoktu” denildiği için birçok insan tarafından kabul görülüyor.
"BORCUN MALİYETİ ARTTI, TÜRKİYE’DE ENFLASYON TETİKLENDİ"
ABD’deki bu resesyon dünyada nasıl iktisadi sonuçlar yaratır?
Hep konuştuğumuz bir şey var. ABD’de faiz oranlarındaki yükseliş doları güçlendiriyor. İkincisi, resesyon etkisi, borçlanma maliyeti ve sermaye çıkışları. ABD resesyona giderse, dünyanın ekonomik motorlarından bir tanesi olduğu için dünya da resesyona giriyor. Çin’de de yeni kapanma tedbirleri nedeniyle resesyonist eğilim güçlendi. ABD’de de resesyon söz konusu olduğunda bunu dünya ekonomisini ve en çok da Türkiye gibi ülkeleri resesyona sokması kaçınılmaz. Nitekim 2018 yılında Fed bünyesinde yapılmış bir çalışma var. 50 ülkede yapılmış bir çalışma. “Fed faiz oranlarını artırdığında ne oluyor” diye soruyorlar. Özellikle az gelişmiş ülkeler ve yükselen ekonomiler resesyona giriyor. Bu öngörebildiğimiz bir şeydi.
Başka faktörler de var. Dolar daha pahalı olduğu için petrol dahil pek çok şeyi dolarla satın aldığı için satın alma maliyetleri artacak. Bu üretimin arz yönünü ve dolayısıyla enflasyonu çok olumsuz biçimde etkileyecek.
Türkiye’nin yaklaşık 450 milyar dolar uzun vadeli, 180 milyar dolar kısa vadeli dış borcu var. Doların her yükselişi borcun maliyetini artırıyor. Bunların yerine konabilmesi için yeni borçlanmalar gerekir. CDS’lerin 850’yi geçtiği bir dönemde Türkiye bunu nasıl yapabilir? Daha da önemlisi yaparsa da çok yüksek bedeller ödeyerek yapabilir. Bu da ağırlıklı olarak işçi sınıfı başta olmak üzere tüm topluma yıkılan bir bedel olacak.
Sonuncusu da sermaye çıkışları. 2013’te de Fed bir sıkılaşmaya gitmişti. Türkiye’den sermaye çıkışları hızlanmıştı. Ani çıkışların devreye girmesi durumunda mevcut kriz derinleşmeye başlar. Döviz krizi dediğimiz kriz gerçekten kaçınılmaz hale gelir. Bu durumda dengeler değişebilir.
Bu etkiler ne zaman hissedilmeye başlanır?
Bu bir süreç. Buna geçiş etkileri adını veriyoruz. Bunun çok uzun sürmesi beklenmemeli. Bu etkilerin aylar içinde yayılmasını beklemek lazım. Para politikası ve faiz etkileri çok hızlı harekete geçen etkilerdir. Bu seneyi bitirmeden bu etkileri bariz biçimde yaşayacağız diye düşünüyorum.
TÜRKİYE’DE MERKEZ BANKASI, FAİZ VE İKTİDAR…
Şöyle bir sonuç anlaşılabilir: “Bak ne güzel Erdoğan faizleri yükseltmeyerek hayırlı bir iş yapıyormuş”… Ne dersiniz?
Ülke ekonomilerinin dinamikleri ve ağırlıkları birbirinden oldukça farklı. Birinde enflasyon yüzde 8.6. Diğerinde bu resmi olarak dahi 9 katı.
Ayrıca Türkiye’de faiz oranlarının yüksek olmadığını söylemek yanlış olur. Piyasa faizlerine baktığınızda yüzde 22-35 arasında değişiyor. Dolayısıyla burada yükseltilmeyen faiz 1 haftalık repo faizi. Yüzde 14’te tutmanın da halka hiçbir faydası yok. Çünkü büyük bankalar yüzde 14’ten borçlanıp tekrar hazineye yüzde 25’lerden borç veriyorlar. İnanılmaz bir kaynak aktarımı. Servet aktarımı. Dolayısıyla bunu yaparak hayırlı bir iş yapmıyor. Bu mekanizmanın çarkına çomak sokmak lazım. Faizleri ikiye ayırarak konuşmak lazım. Politika faizlerinin yükseltilmesi, finans kapitalin ağababası konumundaki Merkez Bankası borçlanmasını bu kadar ucuz hale getirmemek lazım. Piyasadaki faiz oranlarını düşürmek lazım. Esnafın, küçük üreticinin, tüketicinin kullandığı faiz oranlarının düşük tutulması lazım. Böyle bir ayrıştırma yapmakta büyük fayda var.
Son olarak faiz oranlarının ABD’de yükseltilmesi enflasyona ilişkin bir fayda sağlarsa o da finans kapitale yarayacaktır. Elinde hazine kağıdı var, borsa kağıtları var… Enflasyon yüzünden finansal kağıtların reel değeri eriyor. Enflasyonun aşağı çekilmesinin bir nedeni enflasyonun aşağı çekilerek bu değerlerin korunması. Bunun için finansçılar yüksek enflasyonu sevmezler.