Fransa’ya değişim gelecek mi?
Fransa’da Macron ve sol güçleri karşı karşıya getiren seçimler bugün. Almanya’da halkın yüzde 16’sı artık üç öğün yemek yiyemiyor. İngiltere’de de enflasyon artışı ve işçilerin durumu gündemde.
Fotoğraf: Thomas Bresson /Wikimedia Commons (CC BY 4.0) | Kolaj: Evrensel
Fransa’da bugün yapılacak ikinci tur milletvekili seçimleri Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un beş yıllık görev süresini daha sosyal ve ekolojik bir politikaya doğru “çatallamak” için tarihi bir fırsat sunuyor. İlk turda NUPES (sol güçlerin koalisyonu) ve “Ensemble!” (Macron’un etrafındaki koalisyon) dirsek dirseğe mücadele etti ve sol güçlerinin birliği kıl payı (yüzde 25.85’e karşı yüzde 25.78 ile) birinci geldi. Bu ikinci tur, neoliberal Macronistler ile NUPES arasında bir referandum gibi görünüyor. Dört senaryo söz konusu: Macron’cu bir nispi çoğunluk, devlet başkanı için mutlak bir çoğunluk, NUPES için nispi bir çoğunluk ya da NUPES’in sol güçlerinin mutlak bir çoğunluk elde etmesi.
Türkiye’den bakıldığında Almanya’da yoksulluktan, açlıktan söz etmek dalga geçmek gibi gelebilir. Ancak Almanya’da da yoksullar daha yoksul, zenginler daha zengin olmaya devam ediyor ve dünyanın en zengin ülkelerinden birinde yoksullar günlük öğünlerini ikiye indirmek zorunda kalıyorlar.
İngiltere’den Guardian Gazetesi Yazarı Aditya Chakrabortty, “İşçiler güçlü rakiplerine karşı nasıl kazanabilir?” sorusunu soruyor ve İngiltere’nin ikinci en büyük sendikasında uygulanan mücadele taktiklerini örnek gösteriyor; ‘ücret-fiyat sarmalı’ olarak ifade edilen ve ücret artışlarının enflasyonun tırmanmasına yol açtığı iddiasının doğru olmadığını ve fiyat artışlarına işçilerin değil vurguncu patronların yol açtığını savunuyor.
HER ŞEYİN DEĞİŞEBİLECEĞİ BİR SEÇİM
Cyprien CADDEO
Diego CHAUVET
L’Humanité
İkinci tur Milletvekili seçimleri, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un beş yıllık görev süresini belirleyecek. NUPES göreceli de olsa milletvekili çoğunluğunu elde edebilir ya da en azından Macron’cuları bundan mahrum bırakabilir mi? Bu yazıda, olası hipotezlere bir göz atacağız.
1. Macron önde ama mutlak çoğunluk sağlayamıyor
Bu senaryoda, Ensemble! (Macron’un etrafındaki koalisyon) sandalye sayısında önde gidiyor ancak mutlak çoğunluk için gereken 289 milletvekili eşiğine ulaşmak için yeterli sayıya ulaşamıyor. Bu aynı zamanda NUPES’in en az 200 civarında koltuğa sahip olacağı anlamına geliyor. Bu durumda Cumhurbaşkanın eli tamamen özgür olmayacaktır: Çoğunluğu, örneğin emekli maaşları konusunda (hükümetin getirdiği bir yasayı oylama olmaksızın geçirmesine izin veren madde) 49-3’ü kullanamayacaktır. Mutlak çoğunluktan daha azıyla Macron’cular muhalefetin gensoru önergelerine çok daha fazla maruz kalacak ve bu durumda yürütme devrilebilir. Fransız Komünist Partisi (PCF) Sözcüsü Ian Brossat’ya göre: “Ne olursa olsun, bu hipotez gerçekleşirse Macron her zamankinden daha zayıf pozisyonda olacaktır. Bu durumda değişim ve sosyal adalete yönelik çok güçlü bir istek dile getirilmiş olacak ve kendisi de tüm bunları dikkate almak zorunda kalacaktır.” Macron’cular da kendi tarafları dışında destek aramak zorunda kalacaklar. Panik halindeki tepkilerine bakılırsa, buna pek hazır değiller. (...) Peki ya NUPES? Yenilgiye uğrasa da Meclisteki ilk muhalif güç olacaktır.
2. Macronist çoğunluk, en kötü durum senaryosu
Bu, NUPES için en kötü ve Emmanuel Macron’u tatmin edebilecek tek hipotezdir. Macron, 289 veya daha fazla milletvekili ile reformlarını parlamentoda engel olmaksızın geçirecek “sağlam bir çoğunluğa” sahip olma hedefine ulaşacaktır: 65 yaşında emeklilik, haftada 15 ila 20 saat çalışma şartına bağlı RSA (Yoksulluk yardımı), okulların piyasalaştırılması... Her halükarda, en çok korktuğu şeyi yapmak zorunda kalmayacak: Kendisininkinden başka siyasi güçlerle, hatta “Les Républicains” (Sağ parti “Cumhuriyetçiler”) ile anlaşmak zorunda kalmak gibi mesela.
Reformların “tartışılacağı” ve 22 Haziran’da toplanacağı duyurulan “Ulusal Yeniden Kuruluş Konseyi”nin oluşturulması, Meclisi baypas ederek yoktan yeni bir kurum icat etmeye yönelik açık bir girişimdir.
3. NUPES’in Matignon’da (Başbakanlıkta) bir ayağı var
Bu durumda NUPES önde... ancak 289 milletvekili barajına ulaşamadığı için çoğunluğu sadece göreceli. Bu, birleşik sol için açık bir siyasi zafer ve giden çoğunluk için tarihi bir yenilgi olacaktır. Sol meşru bir şekilde hükümetin lider güç olduğunu iddia edebilir, ancak bir LR (Cumhuriyetçiler) ve LaREM (Macron’un partisi) koalisyonu hükümete güvenoyu vermeyi reddedebilir. Öte yandan Macron, sosyal açıdan yıkıcı reformlarını hayata geçirecek siyasi meşruiyetten mahrum kalacaktır. O zaman Macron’un ısrar ettiği gibi Fransa yönetilemez mi olacak? Bu senaryo daha önce görülmemiş bir şey değil: 1988’de de gerçekleşmişti (...) Ancak NUPES’in gensoru önergelerine karşı çıkmak için manevra alanı olacaktır (gensoru önergelerinin gündeme alınması için 58, yürütmenin düşürülmesi için ise 289 milletvekiline ihtiyaç var). Her halükarda, birleşik sol, asgari ücretin artırılması veya 60 yaşında emeklilik gibi yasa tekliflerini kabul ettirmek için müttefikler bulmak zorunda kalacaktır…
4. Sol, hükümeti devralıyor
NUPES’in hedefi de budur: Mecliste en az 289 milletvekili ile mutlak çoğunluğu elde etmek. Adım yüksek olsa bile bu mümkün: Özellikle 18-24 yaş arası gençlerde (Ipsos’a göre ilk turda yüzde 69’u oy kullanmadı) büyük bir seferberlik dalgası gerekecek. Bu durumda, Emmanuel Macron’un 2017’de iktidara gelmesinden bu yana bildiğimiz siyasi hayat darmadağın olacaktır. Cumhurbaşkanı da bunun farkındadır ve bu senaryoyu boşa çıkarmak için kampanya sırasında kimsenin kendisine bir Başbakan ismi dayatamayacağını vurgulamıştır...
Sol, ülkenin önde gelen siyasi gücü haline gelecek ve mutlak bir çoğunluğa sahip olarak Elize’ye (Cumhurbaşkanlığı) karşı bilek güreşini kazanabilecektir. Ardından (NUPES lideri) Jean-Luc Mélenchon’un başbakan olacağı bir hükümet atanacak ve Mélenchon’un programı uygulanmaya başlayacaktır: 1500 avro asgari ücret, gençler için 1.063 avro aylık gelir, 60 yaşında emeklilik, büyük bir ekolojik dönüşüm projesinin başlangıcı... Elbette bu, güçlü bir dirençle karşılaşmadan hayata geçirilemeyecektir. “Sol hükümetler her zaman zorluklarla karşılaşmıştır” diye hatırlıyor sosyalist Maxime des Gayets. Ona göre belirleyici desteği sağlayacak olan da toplumsal seferberliklerdir. “Her halükarda, hem partizan hem de sosyal koalisyonlar kurmak gerekecek” diye ekliyor. Asıl mesele bu.
(Çeviren: Diyar Çomak)
AÇLIK VE REKOR KÂR
Christian KLEMM
Yeni Almanya
Enflasyonun yıla yüzde 5,4 ile başladığı ocak ayında İngiltere’nin Batı Yorkshire kentinde 11 yaşındaki bir çocuk, “Ekmek ve süt alamayacağımız günlerin geleceğinden korkuyorum. Durum daha da kötüleşebilir” demişti.
Altı ay sonra durum burada -Almanya’da- da aynı derecede kötü: Bir araştırmaya göre, Almanların yüzde 16’sı mevcut fiyat artışları nedeniyle üç öğün yemek yiyemiyor. Ve yüzde 13’ü enflasyon devam ederse bir öğünden vazgeçmeyi düşünüyor.
Almanya, mayıs ayında yüzde 7,9’luk bir enflasyon oranına sahipti; Büyük Britanya’da bu oran şimdi yüzde 9. Ama açlar madalyonun sadece bir yüzü. Diğeri ise: İngiliz petrol devi Shell, bu yılın ilk çeyreğinde 6,7 milyar avroluk rekor kâr elde etti.
Dolayısıyla, hissedarlar açısından bakıldığında, Rus saldırganlık savaşı bir ikramiye. Savaş bölgesindeki insanlar için ise bunun tersi geçerli: Ölüm ve keder onların günlük hayatlarının bir parçası.
Kapitalizm saraylar ve harabeler yaratır; 19. yüzyılda İngiltere’de başlayan sanayi devrimi sırasında durum böyleydi. Ve bugün hâlâ böyle.
Federal Konsey’in geçen hafta daha önce Federal Meclis tarafından kararlaştırılan uzun süreli işsizler için yaptırım düzenlemelerini askıya almaya karar vermesi bir hediyeydi. Yerel yoksullara ücretsiz gıda dağıtılan merkezlerin depoları şimdiden iyi bir şekilde dolduruldu.
Fiyata bakmadan alışveriş sepetini doldurmak Almanya’da yoksullara verilen Hartz IV’ten (sosyal yardım) etkilenenlerin hayali. Federal hükümet yarım ağızlı yardım paketinden başka bir şey ortaya koymazsa, şimdiye kadar sadece Afrika’da veya Arap ülkelerinde gördüğümüze benzer manzaralar yaşayabiliriz: Avrupa’nın ortasındaki açlık isyanları!
(Çeviren: Semra Çelik)
ENFLASYONU TIRMANDIRAN İŞÇİLER DEĞİL, VURGUNCU PATRONLARDIR: NASIL MÜCADELE ETMELİ?
Aditya CHAKRABORTTY
The Guardian
Bazı günler tüm ülke 50 yıl geriye, 1970’lere dönmüş gibi görünüyor… Hükümet kaos içinde mi? Yine 70’ler! Rekor enflasyon mu? 70’ler tabii ki. Peki İngiltere çapında patlak veren grevler? Onlar da 70’lere aitler.
Doğrusu, ekonominin düzenli olarak bugünkünden iki-üç kat hızlı büyüdüğü ve zengin ile yoksul arasındaki uçurumun çok daha az olduğu 70’lere zaman yolculuğundan o kadar da korkmuyorum. Eğer bu bir distopya ise, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ndeki (IPCC) bilim insanlarından çok daha kötü öngörüler duyuyoruz ve onlar gelecekten bahsediyorlar.
Ancak mevcut fizik kurallarına uymak gerekirse, tüm hikaye saçmalıktan ibaret. Sendikalar bugün 1979’daki üye sayılarının ve güçlerinin çok azına sahip ve hastalık ödeneğinden grevlere kadar, İngiliz işçileri Batı Avrupa’daki en sert muameleye tabi. Bunun bir sonucu olarak ortalama ücretler son yirmi yılın en hızlı düşüşünü yaşıyor ve pek çok işçi geçinebilmek için sosyal yardımlara ve hatta gıda yardımı yapan kuruluşlara bel bağlıyor. Sendikaların Londra’da düzenlediği yürüyüşün arka planında bu var.
Lime lime olmuş toplumsal sözleşmemizden geriye kalanlara yönelik en büyük tehdit 1970’ler tarzı sendikalar değil, 2020’ler dönemi kapitalizmidir. Özelleştirilen trenlerden eczanelere ve yaşlılara yönelik bakım evlerine kadar her sektör bugün çok uluslu yatırımcıların elinde. Bunlar dünyanın dört bir yanında kolları olan ve temel ihtiyaçlarımızı vergi cennetlerine akıtacakları küçük gelir kaynakları olarak gören şirketler.
Bu durumun ortaya çıkardığı en temel sorulardan biri şu: İşçiler böylesine güçlü rakiplerine karşı nasıl kazanabilirler? Bu soruya verilebilecek en iyi yanıtlardan bazıları, adını belki de pek bilmediğiniz bir kadından geliyor. Sharon Graham geçen yıl İngiltere’nin en büyük ikinci sendikası Unite’ın başkanlığına seçildi… Geçtiğimiz Eylül ayındaki İşçi Partisi konferansında zafer turu atmak ve kardeşlerle birkaç kadeh içki içmek yerine grev alanına gitti. Bunu çok sık yapıyor.
Sekiz ay önce görevi devraldığından bu yana Graham, sendika üyelerinin 52 binini 300’den fazla ihtilafta temsil etti. Çözüme bağlananların dörtte üçünü sendika kazandı. Sadece geçtiğimiz birkaç ay içinde Gatwick’teki havalimanı işçileri yüzde 21, Plymouth’taki Devonport tersanesindeki işçiler yüzde 13 ve Oxford’daki BMW Mini fabrikasındaki çalışanlar önümüzdeki üç yıl içinde yüzde 21 ücret zammı alacaklar. Kaldıraç adı verilen bir stratejiye öncülük etti. Çokuluslu şirketlerle mücadele ederken, şirketin, sahiplerinin, hissedarlarının ve çeşitli danışmanlarının her ayrıntısını incelemek üzere muhasebecileri ve diğer analistleri devreye sokuyor.
Yüzlerce sayfaya ulaşan belgeler haftalar boyunca toplanıp bir “kirli dosya” oluşturuluyor ve Graham ile ekibi, kurumsal rakiplerine iş vermeyi düşünen müteahhitler, müşteriler ve yabancı hükümetler üzerinde baskı kurmaya başlıyor. Bunun son derece başarılı bir strateji olduğu kanıtlandı. British Airways’in işten çıkarıp yeniden işe alma politikasına sendikanın verdiği tepkinin işlerine zarar vereceği konusunda finans analistlerini uyarmış, bir otobüs şirketine ihale verilmemesi için Norveç hükümetine lobi yapmıştır. Ve bu yöntemle defalarca kazandı.
Pek çok akademisyen ve yorumcu modern finansallaşmış işletmelere bakarak bir umutsuzluk edebiyatı üretiyor… Ancak Graham, modern şirketlerin nasıl küreselleştiğine, dış kaynak kullanımı ile dışarıdan tedariklere ve genellikle devletlere bağımlı olduğuna bakan ve bu faktörleri onlara karşı kullanan ilk kişidir.
Bu hafta ofisini ziyaret ettiğimde… siyasetçilerle çektirilen fotoğrafların yokluğu dikkat çekiciydi. Graham’ın temel prensiplerinden biri de bu: İlle de İşçi Partisi demiyor. Söylentilere rağmen, Unite sendikası partiye bağlı kalmaya devam edecek, ancak Graham seçim zamanı dışında 20 milyon sterlinlik siyasi fonun çoğunun toplum örgütlenmesine harcanmasını istiyor. Bunun (İşçi Partisi Lideri Kier) Starmer’ın kampanya bütçesinde açacağı delik potansiyel olarak çok büyük…
Graham üyelerini Starmer karşısında “hayal kırıklığına uğramış” olarak tanımlıyor, onun da “sendikal hareketten utanıyormuş” gibi davrandığını söylüyor. Bu her zamanki sol-sağ hizipçiliği değil; İşçi Partisi solu arasında moda olan dört günlük çalışma haftası ve evrensel temel gelir gibi fikirleri dile getirdiğimde, “Tanrı yardımcım olsun” diye mırıldanıyor. Graham, taleplerini İşçi Partisi aracılığıyla dillendirmek yerine, sendikanın kendi sesiyle konuşmasını istiyor.
…Sendika üyelerinin talep ve deneyimlerini yansıtan analiz ve politikalar üretmek üzere kendi kurum içi düşünce kuruluşunu kuruyor. Birkaç hafta öncesine kadar, ülkedeki tüm sendikal hareketin resmi olarak atanmış tek bir ekonomisti vardı... Graham iki ekonomisti işe aldı ve daha bu hafta Unite tarafından finanse edilen bir doktora yapmak üzere bir başkası için ilan verdi.
Bu stratejinin ilk meyvesi Guardian ile özel olarak paylaşılan bir rapor oldu. Rapor, Başbakan Boris Johnson ve İngiltere Merkez Bankası başkanı (enflasyona dair) ücret-fiyat sarmalı konusunda ne kadar uyarırsa uyarsın, buna dair bir kanıt olmadığını gösteriyor. Küresel güçler petrol ve gaz gibi temel ihtiyaçların maliyetini artırırken, Londra borsasının en büyük 350 şirketinin hesapları üzerinde yapılan dikkatli bir çalışma, yöneticilerin bunu kâr marjlarını yüzde 73 oranında artırmak için bir kılıf olarak kullandıklarını gösteriyor. Enerji şirketlerini dışarıda bıraktığımızda rakamlar hâlâ yüzde 50’nin üzerinde. İngiltere Merkez Bankası ipotekli krediler (mortgage) ve kredi kartı faizlerini artırıp resesyonu hızlandırırken, politika kurucular yarım asırlık bir savaş veriyor. Enflasyonu yükseltenler işçiler değil, genellikle onların işverenleridir.
…ABD’de Bernie Sanders ve diğerleri vurgun vergisi tehdidinde bulunurken, Starmer’ın ekibi, kendisini kuran işçi hareketine çok fazla bağlı görülebileceği korkusuyla felç olmuş durumda.
Ülkenin dört bir yanındaki işçiler daha yüksek ücretler için bastırdıkça, Graham çok daha fazla öne çıkmak ve sağdan çok daha fazla kin çekmek üzere. Sendika bürokrasisi bağlamında Unite’ın da kendi sorunları var. Ama kapitalizm hakkında doğru soruları soruyor ve enerjisini, giderek daha ılımlı hale gelen parlamento dışına doğru odaklıyor. Graham da “Benim siyasetçilerle ilgili deneyimim takip ettikleri, liderlik etmedikleri yönünde” diyor: “O halde biz liderlik edelim.”
(Çeviren: Dış haberler servisi)