BİRTEK-SEN Genel Başkanı Mehmet Türkmen: İşçi atan fabrikalar kalanlara fazla mesai yaptırıyor
Aldıkları ücret yetmediği için işçiler 150 yıl önce büyük mücadeleler vererek aldıkları tatil ve izin günü hakkını kullanmamak için patronla pazarlık yapma noktasına gelmiş durumdalar.
Mehmet Türkmen | Fotoğraf: Evrensel
İktidar, hayat pahalılığına yetişemeyen işçi ve emekçileri “Rahatlatacak” zamlar, dolayısıyla ücretlerin yükseltilmesi için bu kez temmuz ayını işaret ediyor. Zaten zorunlu olan enflasyon farkları zam müjdesi olarak sunulurken, asgari ücretin yükseltilmesinin buna dahil olup olmayacağı hâlâ muamma. Erdoğan da, ilgili bakanlar da somut açıklamalar yapmaktan kaçınıyor ve işaretler olmayacağını gösteriyor. Asgari ücretin yükseltilmesi, seçim takvimiyle de ilişkilendirildiğinden Erdoğan’ın asgari ücreti yıl sonunda gündeme alacağı olasılığından söz ediliyor.
Öte yandan ücretlerin açlık sınırının altında kalması, milyonlarca işçinin çalışma şartlarını daha da ağırlaştırıyor. İşten atma haberleri artıyor. Türkiye’nin önemli sanayi ve ticaret merkezlerinden biri olan Antep’te tekstil ve dokuma sektöründeki işçi çıkarmaların sayısı binlerle ifade ediliyor. Antep, ücretlerin erimesine karşı ocak, şubat aylarında yapılan işçi direnişlerinin yaygın yaşandığı kentlerin başında gelmişti. Başpınar Organize Sanayi Bölgesi’nde 31’i tekstil iş kolunda olmak üzere 35 fabrikada çoğu sendikasız olan işçilerin başlattığı fiili grev ve direnişlerin çoğu kazanımla sonuçlansa da alınan o zamlar bugün enflasyon karşısında hükümsüzleşti.
Şubat ayındaki eylemler sırasında kurulan Birleşik Tekstil, Deri ve Dokuma İşçileri Sendikasının (BİRTEK-SEN) Genel Başkanı Mehmet Türkmen’le işten çıkarmaların nedenini, ücretlerdeki erimenin yol açtığı sonuçları konuştuk.
Ücretlerin açlık sınırı altına düşmesi çalışma koşullarına nasıl yansıyor? İktidarın zam vaadi karşılık buluyor mu? Sendikalar neden sessiz? İşçiler örgütlenmeye neden mesafeli? BİRTEK-SEN işçilerdeki bu güvensizliği nasıl aşacak?
Mehmet Türkmen yanıtladı.
İŞÇİ ATAN FABRİKALAR KALANLARA FAZLA MESAİ YAPTIRIYOR
Antep sanayisinin önemli sektörlerinden dokuma ve tekstildeki binlerle ifade edilen işçi kıyımıyla başlayalım. İşçiler neden işten çıkarılıyor?
Pandemiyle birlikte dünyadaki tedarik zinciri önemli oranda değiştiğinden, Türkiye sermayesi iktidarla birlikte bunu bir avantaja çevirdi. Özellikle uzak Asya’daki siparişlerin önemli bir bölümü hem ucuz iş gücü, hem de coğrafik olarak yakınlık nedeniyle Türkiye’ye kaydı. Böyle olunca tekstil sektöründe özellikle halı ve iplik fabrikalarında pandemi yasaklarında bile işçiler aralıksız çalıştırıldı. İşçinin öldüğü bölümlerde bile üretime ara verilmedi. Bugün yaşanan işten atmaların ne anlama geldiğini yorumlamak için bunu hatırlamak gerekiyor. Çünkü Antep pandemi başta olmak üzere son yılları tekstil, halı ve iplik patronlarının her geçen ay öncesine göre daha hızlı büyüdükleri, ihracat, büyüme ve kârlılık rekorları kırdıkları bir dönem olarak geçirdi geçtiğimiz mayıs ayına kadar. Bu dönem boyunca da işçiler her türlü hak gasbına uğradı ve kölelik koşullarında çalıştı ve tekstil patronları, büyüme rekorlarını kırarken işçilerine beş kuruş fazladan vermediler. Ama aynı patronlar son 1-1.5 ayda biraz işlerin durgunlaşması nedeniyle binlerce işçiyi kapı önüne koydular. Sadece Başpınar Organize’de 20 fabrikadan işten atılan işçi sayısı 2 binin üzerinde. Bu ilişkilerimizin olduğu, sahadan gelen bilgilerle ulaştığımız rakam, bunun çok daha üzerinde işçinin işten atıldığını biliyoruz.
Erdoğan da, Bakan Nebati de “Enflasyon yüksek ama çarklar dönüyor, işsizlik patlamıyor” diyor. Çarklar dönüyor lafı, “Ekonomi modelimiz çalışıyor”un temel argümanlarından biri yapıldı. Antep’teki işten çıkarmalar çarkların dönmediğini mi gösteriyor? Durgunluğun nedeni ne?
Bu 1-1.5 aylık durum kısa süreli konjonktürel bir durum. Ham madde fiyatlarının düşmesi, uluslararası nakliye ile ilgili yaşanan krizler gibi sebepleri var. Bu, birkaç aylık daha, halı ve iplik sektörü ve burada kullanılan ham maddeyle ilgili özel bir nedene bağlı bir durgunluk. Bu anlamıyla Antep’te tekstil sektöründe işçilerin hem açlık, yoksulluk içinde, hem de çok ağır çalışma koşullarında öğütülme pahasına çarklar dönmeye devam ediyor. Hatta şimdiden, işçi atan fabrikaların bir kısmında pazar mesaileri başlamış durumda. Yani 250 işçiyi işten atan fabrika kalan işçiye pazar günü, hafta içi fazla mesai yaptırıyor.
İşçiler de buna uyuyor çünkü aldığı ücret yetmiyor.
Evet. Eylül 2021’den beri dövizdeki tırmanış ve ona da bağlı olarak enflasyondaki hızlı artış devam ediyor. Son bir yıllık gerçek enflasyon oranı bağımsız araştırma grubu ENAG’ın verileriyle yüzde 160’ın üzerine çıkmış durumda. TÜİK, açıkladığı rakamların gerçekle bir bağı olmadığını, ürün sepetini açıklamayarak da göstermiş oldu. Bu şunun için önemli, bu ülkede enflasyon farkı artık zam olarak ifade ediliyor ama enflasyon farkı zam demek değil. Ama son dönemde ne yazık ki sendikalar bile büyük oranda bunu kabul etmiş görünüyor, ki yapılan toplu sözleşmelerin neredeyse tamamı TÜİK enflasyonunun bile altında kalmış durumda. TÜİK’in enflasyon rakamları işçinin daha düşük ücrete çalıştırılmasını sağlıyor.
Hafta içleri ve pazarları fazla mesaiye kalma ne kadar yaygınlaştı?
Başpınar’daki üyelerimizle geçtiğimiz hafta bir işçi kahvaltısı yaptık her 20 işçiden en az 6-7’si pazar günü ek iş yaptığı için gelemeyeceğini söyledi. Bir o kadarı da pazar mesaisi olduğu için gelemedi. Yani gelebilenler de fabrikada pazar mesaisi olmadığı için gelebildi, pazar mesaisi olsa onlar da fazla mesai yapacak. Şu an Başpınar’da usta veya yönetici pozisyonundaki çalışanlar dışında hiçbir işçi aldığı ücretle geçinemiyor. Ya ek iş yapıyor, gidiyor bir yerde dürüm tezgahı açıyor, gidiyor inşaat işi yapıyor, boya işine gidiyor vs. Yani işçilerin çoğu ek iş yaparak yaşayabiliyor. Mesela şubat ayında direnişler yaşanırken biz BİRTEK-SEN olarak hemen hemen bütün fabrikaların önünde işçilerle birlikte olmuştuk. Patronla pazarlık konularından biri de şu oluyordu: “Bize dört pazar mesai yapma garantisi veriyor musunuz?” diyordu işçiler. Yani işçiler 150 yıl önce büyük mücadeleler vererek aldıkları tatil ve izin günü hakkından bu izni kullanmamak için patronla pazarlık yapma noktasına gelmiş durumdalar. İşçiler aldıkları ücretle geçinemedikleri için tatil yapmaktan, haftanın bir gününü olsun ailesiyle geçirmekten vazgeçiyor.
Daha fazla çalışmak geçim derdini çözüyor mu?
Şunu araştırmalardan biliyoruz ki, eğer daha fazla çalışmak daha fazla para kazanmak anlamına gelseydi herhalde dünyada işçi ücretlerinin en yüksek olduğu ülkeler, çalışma saatlerinin en uzun olduğu ülkeler olurdu. Ama tam tersi bir tablo var. Örneğin dünyada asgari ücretin en yüksek olduğu ilk 7 ülke, çalışma saatlerinin en düşük olduğu ülkeler, 35 saat. Demek ki daha çok kazanmanın yolu daha çok çalışma değil. Bizi daha fazla çalışmaya, insanlıktan çıkaran fazla mesaiye, tatil yapmadan çalışmaya mecbur bırakmadan haftada beş gün, günde 7 saat, haftada 35 saat çalışma karşılığında insanca yaşamamıza yetecek bir ücret almak. İnsanca yaşamaya yetecek ücret DİSK’in de, Türk-İş’in de her ay açıkladığı yoksulluk sınırıdır. En son mayıs ayı için yapılan hesaplamaya göre 19 bin 600 lira. Yani dört kişilik bir ailenin asgari düzeyde eğitim, sağlık, barınma, beslenme, tatil ihtiyaçlarını karşılayacak bir ücrete sahip olması gerekir.
Bunu sağlayacak bir mücadeleyi örgütlemek BİRTEK-SEN olarak önümüzdeki dönem daha fazla yoğunlaşacağımız bir başlık olacak. Temmuz ayı başında bir kuruluş kongresi yapacağız, bu kongre süreci aynı zamanda Başpınar genelinde Antep’ten başlayarak bütün Türkiye’de tekstil iş kolunda işçi ücretlerinin insanca yaşanacak düzeye çıkarılması, çalışma saatlerinin düşürülmesi ve insanca çalışma koşullarının sağlanması mücadelesinin örgütlenmesi için bir kampanya çalışması yürüteceğiz. Bugün bütün işçiler yoksulluk sınırı üzerinde bir ücretle çalışmayı fazlasıyla hak etmektedir. Sendikaların görevi çalışma saatlerinin düşürülmesi, yıllık izinlerin en az 30 gün olması ve hafta sonu tatilinin iki gün kesintisiz olması için mücadele etmektir.
Mesailer, pazar çalışmaları, ek işler… Çalışma süresi haftalık kaç saate ulaşıyor?
Türkiye’de haftalık çalışma saati dünya ortalamasının çok üzerinde ve sürekli arttığını görüyoruz. Ortalaması 55 saate yakın. Ki, bunun daha üzerinde çalışma saatlerinin olduğunu biliyoruz, örneğin Antep’te haftalık çalışma saati ortalama 60 saatin üstünde. Dün üç işçinin yaptığı işin bugün bir işçiye yaptırıldığı pek çok örnek görüyoruz. Örneğin Merinos 15 yıl önce üç kişiye yaptırdığı işi bugün bir kişiye yaptırıyor, 15 yıl önce bir kişiye verdiği ücreti bugün üç kişiye paylaştırıyor ve daha çok çalıştırıyor. Merinos 15 yıl önce de kâr ediyordu, kâr marjı düşmedi. Yani Merinos ve onunla benzer üretimi yapan fabrikalar bugün işçiye aldığı ücretin iki katını vererek ve bir kişi daha istihdam ederek de kâr etmeye devam edebilir, bugün bunu tartışmamız gerekiyor.
ÜCRETLERİN YÜKSELMESİ ENFLASYONU ARTTIRIR MI?
Ücretleri açlık sınırının da altında kalan milyonlarca çalışan şu günlerde yeniden yükseltilen “çalışanlarımızı rahatlatacağız, ücretleri yükselteceğiz” vaadine odaklanmış durumda. Eş zamanlı olarak “ücretlerin yükseltilmesi, enflasyonu arttırır” argümanı da gündeme getiriliyor. Böyle midir?
İşçi ücretlerinin artışını talep etmenin yanlış olduğu düşüncesi yeni değil. 150 yıl önce Marx’ın yaşadığı dönemde de vardı. Bugün değişik çevrelerden de görüyoruz “siz sürekli zam istiyorsunuz ama zam aldıkça otomatikman enflasyon da artıyor, bunun çözümü ücret zammı değil” deniyor. Oysa biz yine Marx’ın belirttiği şekilde, ücretin nasıl, neye göre belirlendiğini biliyoruz. İşçi ücreti, emeğin yeniden üretimi dediğimiz, yani kendisini yeniden üretebilmesi için beslenme, barınma, dinlenme, kültürel ihtiyaçlarını giderip çalışmaya devam etmesini sağlayacak bir ücret olarak belirlenir. Bunda elbette işçi ile patron arasındaki örgütlülük, güç dengeleri, örgütlülük düzeyi faktörler tabii ki bu oranı etkiler ama aslolan budur. Türkiye büyüyor, karlılık oranları büyüyor, fakat işçi ücretleri reel olarak eriyor. Ve gerçek enflasyon rakamları ortada. Bu yaklaşım burjuvazinin değirmenine su taşıyan safsatadan başka bir şey değildir.
SENDİKAL BÜROKRASİYE GÜVENSİZLİK ÇOK DAHA FAZLA ARTTI
İşçi pazar mesaisi talep etme durumuna gelmişken sendikalar ne yapıyor? Ve işçiler arasında sendikalaşmaya dönük bir yönelimden bahsedilebilir mi?
Tablo böyleyken beklenen şey buna karşı güçlü bir sendikal örgütlenmenin de doğal bir refleks olarak gelişmesi. Ama özellikle ocak-şubat aylarında sadece Antep’te değil, İstanbul’dan İzmir’e ülkenin pek çok yerinde 110’dan fazla fiili grev ve direniş yaşandı. Bunların neredeyse tamamı sendikasız işçiler ve direniş başladıktan sonra da sendikal örgütlenmeden özellikle uzak duran bir tutum oldu işçiler içinde. İş bırakmış, tazminatsız işten çıkarılmayı göze alarak en radikal eyleme başlamış şalteri indirmiş ama yasal ve anayasal bir hak olan sendikaya üye olmaktan imtina ediyor.
İşçiler neden geri duruyor?
Bunun birkaç sebebi var. En başta işçi sınıfı saflarındaki bilinç (sınıf bilinci) eksikliği geliyor. Bu işçilerin kendi sınıfının mücadele tarihinin bilgisinden mahrum olduklarını gösteriyor. Ama işçilerin sendikaya uzak durmasının en önemli nedenini sendikal bürokrasinin bugünkü durumunda aramak gerekiyor. İşçi sendikalı olmanın, ya da üye olacağı sendikanın onun koşullarını değiştireceğine inanmıyor. Çünkü olumlu çok az, olumsuz çok fazla örnek var. Ocak-şubat döneminde direnişe çıkan 35 fabrikanın sadece biri sendikalıydı, Öz İplik-İş’in örgütlü olduğu Boyar Kimya, işçiler sendikaya rağmen direnişe çıktı ve sendika ortada yoktu, telefonlara bile çıkmadı. TEKSİF birkaç hafta önce Sanko’da yüzde 46 bir zamla sözleşme imzaladı. Ve sendika bunu sektörün en iyi sözleşmesi olarak duyurdu. Ama Antep’te işçiler sendikasızken bu zam oranının fazlasını iş bırakarak aldılar. Bir diğer faktör de şu, sendika yetkiyi aldıktan sonra işçinin iradesinden eser kalmıyor. Patronun iki dudağı arasındaki kaderi bir de sendikacının iki dudağı arasına alınıyor.
İLERİ İŞÇİLER BİRTEK-SEN ETRAFINDA BİRLEŞİYOR
BİRTEK-SEN, sendikalara karşı gelişen güvensizliği ve tahribatı nasıl aşacak? Bunu gidermek için neler yapıyorsunuz ve nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?
BİRTEK-SEN’in bunun için bence çok önemli iki dayanağı var, birincisi sendikaların işçi sınıfı mücadelesinde ortaya çıkışının temeli olan işçilerin inisiyatifine dayalı bir örgütlülük olması. Daha kurulurken bile, bazı bağımsız sendikalar gibi kendisini işçinin yerine koyarak bir sendikadan tasfiye edilmiş birkaç “meslekten sendikacı”nın karar vererek kurduğu bir sendika değil. BİRTEK-SEN fabrikalardaki işçi önderlerinin iki ay, üç ay süren tartışmaları sonucunda kuruldu. Bu toplantılara 20’den fazla fabrikadan 200’e yakın işçi katıldı. 15-16 fabrikadan fabrika temsilciler kurulu diye 20-25 kişilik bir işçi inisiyatifi oluştu. Başpınar Tekstil ve Dokuma İşçileri Birliği, ilk oluşum buydu. Ve bu oluşum bütün toplantılarda baskın eğilim mücadeleci temelde yeni bir sendika kurma fikri olunca sendika kurucularını da, tüzüğünü de kendi içinde belirleyerek kuruldu. Bu bileşimde Antep’te son 20-25 senede yaşanmış tekstil ve dokuma sektöründeki bütün önemli işçi direnişlerine öncülük etmiş ileri işçiler de yer alıyor. Yeni bir sendika olsa da işçi sınıfının mücadele deneyimini fiziki olarak bağrında taşıyan bir sendika olarak doğdu. Bunun üzerine dört ay önce yaşanan işçi direnişlerini yaşadı ve bu birikimi ikiye katlamış oldu. Şimdiden çok sayıda fabrikada bu birikime sahip ileri işçiler bu sendikanın etrafında birleşmiş durumda. Önümüzdeki dönem hem sendikal bürokrasiye olan tepki, hem gittikçe ağırlaşan çalışma koşulları, eriyen ücretler ve buna karşı işçiler içinde biriken öfkeyi ve mücadele eğilimini örgütleyebildiğimiz ölçüde BİRTEK SEN’in tekstil iş kolunda güçlü bir sendika olarak örgütlenmesinin önünde bir engel yoktur.
Şu soru da tartışma konusu: Sendikal bürokrasiyle mücadelenin tek yolu bağımsız sendika kurmak mı?
Hayır. Bunu değişik yönleriyle biz de tartışıyoruz. Şu akla gelmemeli, evet BİRTEK-SEN bağımsız bir sendika olarak, tekstil iş kolunda mevcut üç konfederasyona bağlı yetkili üç sendikada hakim olan sendikal bürokratik yapıya karşı bir tepki olarak ortaya çıktı. Ama BİRTEK-SEN’in içindeki unsurlar, BİRTEK-SEN’i ortaya çıkaran inisiyatif, ileri işçiler düne kadar da bu sendikalar içinde örgütlenme çalışması yürüten işçilerdi. Bunu yaparken de yanlış yapmadılar, çünkü işçi sınıfının örgütlü kesiminin önemli ana gövdesini hala bu sendikalar tutuyor. Ve bu sendikalarda hakim olan sendikal bürokrasiye karşı mücadelenin tek yolu onlardan ayrılıp bağımsız sendika kurmak değil. Bir yolu da bizzat bu sendikaların tabanındaki işçilerin bu anlayışa karşı örgütlenmesi ve bu sendikaların başından bu bürokratik patron ve sermaye işbirlikçi sendikal anlayışı tasfiye ederek sendikalarını yeniden bir sınıf örgütüne dönüştürmesi. BİRTEK-SEN’in kuruluş amacı yalnızca bu sendikalardan daha çok üye yapmak, onlardan daha çok büyümek değil, bundan da önemlisi pratik olarak ortaya koyacağı sendikal çizgiyle (sınıf sendikacılığı) özel olarak bu sendikalarda genel anlamda sendikal harekette ileriye bir dönüşümün yaşanmasında teşvik edici bir rol üstlenmek.
İŞÇİLER İKTİDARIN ARGÜMANLARINA İNANMIYOR
Değindiniz, Antep ücretlerin erimesine, geçinememeye karşı ocak, şubat aylarında yapılan işçi direnişlerinin yaygın yaşandığı kentlerin başında geldi. İşçiler direnişler sonunda istedikleri oranda olmasa da zam almışlardı ama üzerinden geçen dört ayda alınan zamlar manasızlaştı, çalışma şartları daha ağırlaştı. Durum böyleyken “Şubat ayındaki eylemler neden yeniden ortaya çıkamıyor” sorusuna Erdoğan’ın “Şu ay düzelteceğiz, mayısta zam yapacağız, olmadı temmuzda” diyerek şartların düzelme beklentisini rehin alması ne kadar etkili? Rahatlatacağız, düzelteceğiz vaadi karşılık bulan söylem mi?
Belli ölçülerde karşılığı var ama artık 3-4 yıl, hatta bir yıl önceki gibi değil. Çünkü işçiler içinde AKP iktidarının ve Erdoğan’ın verdiği sözler, vaatler ve bunların ikna ediciliği büyük oranda çözülmüş durumda. Bunu biz de görüyoruz.
Bu, “Enflasyonun nedeni dış güçler, içerideki stokçular” vs. argümanı için de geçerli mi?
Kesinlikle. Her gün işçilerin içindeyiz, sürekli yüzlerce işçiyle birlikteyiz, duraklarda, kahvelerde sohbetler yapıyoruz, toplantılarda bir araya geliyoruz, son aylarda bunlara prim veren işçi hatırlamıyorum. Sosyal medya hesaplarımız var, örneğin Antep İşçi Postası diye bir sayfamız var, 20 binden fazla işçi takip ediyor, orada yaptığımız her paylaşımın altına yüzlerce yorum oluyor, arada tek tük tepkiler veriliyor ama bir yıl öncesine göre çok ama çok azalmış durumda. Hükümetin bu tür argümanlarına inanan işçi sayısı öncesine oranla büyük oranda düşmüş durumda.
IRKÇI SÖYLEMLERLE MÜCADELENİN DAYANAĞI SINIF MÜCADELESİ
Ekonominin etrafında kurulan siyaset gündemi işçiler arasında nasıl tartışılıyor? Sınır ötesi operasyon, konser, festival yasakları, kutuplaştırma, ağır mahkeme kararları, mezhep tartışmaları geçim derdi karşısında ne kadar yer buluyor ve nasıl bakılıyor?
Aslında çoğunlukla olumsuz anlamda yer buluyor. Yani işçiler saydığınız başlıklar gibi politik gündem konusunda kendi sınıfsal çıkarları, kendi yaşam koşullarıyla bunlar arasındaki bağı doğru şekilde kurarak tartışamıyor.
Bunun önemli bir nedeninin sendikaların, emek örgütlerinin bu konularda gereken tutumu almaması olduğunu düşünüyorum. Sendikaların savaş, demokrasi, mülteciler gibi ülkenin diğer sorunlarıyla da mücadele etmesini beklemek belki hayalcilik gibi gelebilir ama bunu talep etmek zorundayız çünkü olması gereken bu. Siyasal özgürlüklerin, demokrasinin olmadığı bir ülkede işçi sınıfı için de özgürlükler olamaz, grev özgürlüğünden, sendikal örgütlenme özgürlüğünden de bahsedemeyiz. Böyle olmayınca ne yazık ki işçi sınıfı bu gündemleri kendi çıkarlarına aykırı tutum ve eğilimlere dönüşür bir biçimde tartışıyor. Bunlardan biri Suriyeli mülteciler sorunu.
Yoğunlaştırılan kutuplaştırma mülteci işçilere nasıl yansıyor?
BİRTEK-SEN olarak mülteci işçiler arasında da çalışmamız var. Hatta örgütlendiğimiz bazı yerlerde yerli ve Suriyeli işçilerin ortak örgütlenmesine dair de yoğun çağırılarımız var, sendikamız üyesi Suriyeli işçiler var. Yarın, 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü vesilesiyle göç, çalışma ve barınma şartlarını birlikte tartışacağımız bir etkinlik düzenliyoruz. Sığınmacılar ve mültecilere yönelik nefret, Suriyeli düşmanlığı çok fazla gündemimiz oluyor. Son dönemde Ümit Özdağ gibi bazı politik simaların, kimi ırkçı şoven çevrelerin Türkiye’deki geçim sorunu, pahalılık, işsizlik ve bunun karşısında biriken öfkeyi sığınmacılara yöneltmeyi hedefleyen söyleminin çok masum olduğunu düşünmüyorum. “Yaşanan sorunların nedeni Suriyeliler” söyleminin işçiler arasında karşılık bulmasına sık rastlıyoruz. Ümit Özdağ ve benzeri simaların ırkçı söylemlerini yoğunlaştırdığı mayıs ayında bir işçi kurultayı yapmıştık. 25 fabrikadan 80 işçi katıldığı kurultayda sendikamızın üyesi bir Suriyeli arkadaşımız da konuşma yaptı. Sadece bir işçi “Bunları niye konuşturuyorsunuz, bunların yüzünden biz iş bulamıyoruz” diye tepki gösterdi. Ve o işçinin tepkisine kurultaya katılan ondan fazla işçi arkadaşımız tek tek söz alarak bunun sorumlusunun Suriyeliler olmadığını, sınıf kardeşi olduğumuzu, bu tür kışkırtmaların işçi sınıfını bölmeye dönük olduğunu söylediler. Bu bize şunu gösterdi, elbette meselenin insani boyutu var, Suriyelilerin uğradığı ayırımcılığa karşı olmak vs. ama asıl sınıfsal yönünü öne çıkarmak gerekiyor. İşçilere bu sorun karşısında nasıl tutum alması gerektiğini doğru anlattığınızda ırkçı şoven eğilimlere karşı da mücadelenin en önemli dayanağının aslında sınıf mücadelesi olduğu görülüyor.
BİRTEK-SEN Antep’te kurulduğu ve çalışmalarını Antep’te yoğunlaştırdığı için burayla sınırlıymış gibi bir algı oluşabilir. Sendika olarak Antep dışındaki faaliyetleriniz nasıl ilerliyor?
Son bir iki aydır İstanbul, Trakya, Çukurova, Denizli, Uşak gibi tekstil işçilerinin yoğun olduğu pek çok havzada temsilciler belirledik, oralarda da örgütlenme çalışması başlatıyoruz.