23 Haziran 2022 04:12

İnsan kokusu

İnsanın yaşama attığı ilk çıpayla çıktığı yolculuğun seyir defteri kokuyla harmanlanarak yazılır.

Pınar Gültekin | Fotoğraf: DHA

Halis Ulaş
Halis Ulaş

İnsan yavrusu normal koşullarda yaklaşık 9 ayını anne karnında geçirdikten sonra doğar. Yeni doğan bir insan yavrusunu en yakın evrimsel akrabalarımız olan şempanze yavrusu ile karşılaştırdığımızda ötekine muhtaç bir biçare olduğunu görürüz. İnsan yavrusunun yeni doğan bir şempanze yavrusunun gelişim evresini yakalayabilmesi için bile yaklaşık on altı aylık bir hamilelik dönemi geçirmesi gerektiği belirtiliyor. Ancak insanın iki ayak üstünde doğrulduğu günden sonra insan yavrusunun 9 aydan fazla anne karnında kalması imkânsız hale gelmiştir. Çünkü hem dokuz aydan sonra gelişmeye devam edecek olan bebeğin baş büyüklüğünün annenin leğen kemiğinden geçmesinin hem de annenin bebeğin enerji ihtiyacını karşılamasının mümkün olmaması nedeniyle her insan yavrusu erken doğmak zorundadır.

Erken doğar doğmasına da bu erkenlik yaşamla bağdaşmayan eksiklikler ve yetersizliklerle maluldür. Bırakın ayağa kalkıp yürümeyi başını bile dik tutamaz yeni doğan bir insan yavrusu. Ne gözünü açıp dünya gözüyle etrafı seyreyleyebilir ne de etrafta konuşulanları kulak verip duyabilir. Ötekinin bakımına muhtaçtır.

Tüm malullüklerinin yanında insan yavrusunun bir işlevi vardır ki doğduğunda neredeyse erişkininkine denktir. Bu işlev koku almadır. İnsan yavrusu ana rahminde bir zarın içerisinde, kuş tüyü yastık niyetine uzandığı amniyon sıvısı içerisinde dış dünyanın debdebesinden uzak gelişimini sürdürürken iç dünyanın debdebesinin içinde yüzmektedir. İşte içinde yüzdüğü bu amniyon sıvısının içerisine dahil olan her molekül anneden insan yavrusuna akan bir nehir gibidir. Bu nehir insan yavrusunun burnundan girer, zihnine çentik atar ve yaşam izleğini oluşturur.

İnsan yavrusunun dış dünyaya ilk çıpasını doğduğu andaki çığlık ile attığı düşünülür. Oysa bu çıpa daha anne karnındayken dış dünyaya atılmış kokudur. Bu nedenledir ki doğduğunda neredeyse gözü görmeyen, kulağı duymayan insan yavrusu ilk memeye yönelir. Çünkü anne karnında attığı çıpanın zinciri memede demirlenmiştir. Yapılan analizlerle amniyon sıvısının koku spekturmu ile annenin memesinden yayılan kokunun spektrumunun büyük ölçüde paralellik gösterdiği saptanmıştır.  

Bebekler annelerini kokularından tanır. Elbet karşılıklıdır bu ilişki, anneler de bebeklerini kokularından tanır. Hani kucağına aldığında bebeğinin ensesinden yayılan ve hiçbir muadili olmayan o biricik kokuyu hangi anne tanımaz.

İnsanın yaşama attığı ilk çıpayla çıktığı yolculuğun seyir defteri kokuyla harmanlanarak yazılır. Bazen farkında olduğumuz bazen de farkına bile varmadığımız düşüncelerin, duyguların harmanı olan kokular. Örneğin Marcel Proust’un üç bin sayfayı aşan yedi kitaplık “Kayıp Zamanın İzinde” külliyatının pimini çeken bir kokudur. Çocukluğunda annesi tarafından hazırlanan sıcak bir fincan ıhlamura batırdığı madlen kekin kokusudur bu pimi çeken. İşte Proust bu kokunun çağrıştırdığı anayurdu olan çocukluğundan başlar kayıp zamanın izini sürmeye.

Kokuyla harmanlayarak yazdığımız seyir defterimize kendi kokumuzu da ekleyerek biricikliğimizi kurarız. Evet her insan yavrusunun ayrı bir seyir defteri olduğu gibi ayrı bir kokusu da vardır. Ancak insan yaş alıp 40’ını aştıktan sonra; belki aynı suyu içmenin serinliği, belki aynı havayı solumanın ferahlığı belki de yaşanmışlıkların deneyimi ile kokusu birbirine benzemeye başlar. İnsan yaş aldıkça eski bir kitap gibi kokmaya başlar. İşte bu kokuya neden olan doymamış bir aldehit olan nonenal molekülüdür. Namı diğer kütüphane aldehiti.

Evet her insanın kokusu biriciktir, yaş aldıkça biraz kitaplaşsa, biraz bilgeleşse de kokusu yine de biriciktir. İşte bu biricik koku bazen Bedri Rahmi’nin yazdığı bir kitabın sayfalarına siner ve bizi iyot kokusu eşliğinde 1945-52 yılları arasına götürür, bazen de kelimeleri lal bırakan bir kadın cinayetinin dava dosyasına siner ve katiline bahşedilen haksız tahrik indiriminden yayılarak vicdanımızı yakan kâfuri bir koku olur.

Meraklısına not: Kokunun derinliği konusunda benim için zihin açıcı bir yol gösterici olan ve bu yazının yazılmasında bana kaynaklık etmiş olan Vedat Ozan’ın 2009-2012 yılları arasında Açık Radyo’da yapmış olduğu “Koku” adlı haftalık radyo programını buradan dinleyebilirsiniz. Radyo programının yanı sıra Vedat Ozan’ın Everest yayınlarından çıkmış dört ciltlik “Kokular Kitabı” bulunmaktadır. 

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI