Kadın cinayetlerinde yargının tehlikeli virajı mı?
"... Kamuoyunun takip ettiği davalarda bile yargıdaki eril kimliğin kendini geri çekme ihtiyacı duymuyor olmasıdır."
Fotoğraf: Evrensel
Avukat Eray KARINCA
Pınar Gültekin'in vahşice öldürülmesine ilişkin yargılama sonucunda verilen cezada sanık lehine yapılan haksız tahrik indirimi duyarlı kamuoyunu sarstı.
O genç kadın, canlı canlı varile tıkıştırılıp, yakılıp, üzerine beton dökülmeyi haklı kılacak ne yapmış olabilirdi de Muğla’nın önde gelen ailelerinden birinin çocuğu olan, bar işleten bu çam yarması adamı kızdırmış, mahkemeye göre onu haksız tahrik etmiş olabilirdi? Gerekçeli karar açıklanmadan bunu bilmek olanaksız. Keşke mahkeme sadece tahrike ilişkin olarak gerekçesini açıklasa ve kamuoyunu tedirgin etmesi idi! Açıklanmadığı için kamuoyunun gerilmesi ve merak etmesi doğal. Zira yargılama sırasında yansıyan bilgilere göre, sanığın cezadan kurtulmak için uydurduğu besbelli olan yalanları dışında taraflar arasındaki kadın aleyhine olan fiziksel, sosyal ve ekonomik eşitsizlik nedeniyle ortada ne tahrik vardı ne de sanığı haklı kılacak mantıklı, tutarlı bir argüman. -İnandırıcı olmamakla birlikte Pınar'ın para istediği, şantaj yaptığı iddiası doğruysa bile yapılacak iş kolluğa başvurmaktır kuşkusuz.-
Öte yandan buradaki gizli tehlike şu: Toplumumuzun yansıması, bir örneği olan eril yargımızın erkek seviciliğini ceza davalarında,
- Takım elbise, kravat indirimi olarak bilinen iyi hal indirimi
- Özellikle namus kavramı üzerinde şekillenen haksız tahrik indirimi
- Sanığın eylemi ile ceza arasındaki dengeyi sağlayacak olan cezanın alt sınırından uzaklaşılmayışı olarak çok sayıda davada görmekte idik.
Ancak kamuoyunun dikkatini çeken ve kadın örgütlerinin, feministlerin takip ettiği davalarda bu sorunlu tutum, eril kimlik ön plana çıkmamakta idi. Bu davadaki haksız tahrik indirimi ise bu hususun mahkemece umursanmamış olma ihtimalini akla getirmektedir. Yani kamuoyunun takip ettiği davalarda bile yargıdaki eril kimliğin kendini geri çekme ihtiyacı duymuyor olmasıdır.
Bu tespit doğruysa ve arkası da gelirse vay halimize! Artık ne İstanbul Sözleşmesi ne 6284 sayılı Aile ve Kadını Şiddetten Koruma Kanunu kurtarabilir kadınları. Çünkü yargı pratiği ve kültürü, kadını koruyan kanun maddelerini bir şekilde eğip büküp işlevsizleştirmeyi hızla başaracaktır. Eğer yargı bu virajı almışsa ve bundan böyle kamuoyuna mal olmuş davalarda bile eril kimliğini koruyacak, kadının şiddetten korunma mücadelesini umursamayacaksa, Türkiye'de kadın olmak, insan olmak daha da zorlaşacaktır.