Bir kişi çalışmadan yaşasın diye bin kişi yaşamadan çalışıyor*
Sokakta en çok “Her şeyin farkındayız” sözü duyuluyor. Ancak zaman sadece sorunları konuşmak zamanı değil, çok daha önemlisi sorunların hangi yöntemle, nasıl çözüleceği…
Fotoğraf: Arif Bektaş/ Evrensel
Adem KORKMAZ
Zam kasırgası ve hayat pahalılığı herkesin malumu. Herkesin dedikse bir avuç istisnalar hariç, bu kasırganın altındaki milyonlarca emekçi eziliyor. Çünkü ekonomi büyürken de küçülürken de kaybeden, fatura kesilen hep işçi ve emekçilerdir. Tüm bunlarla birlikte kâr rekorları kıran şirketler, bankaları da hatırlatmakta fayda var. Bir örnekle Koç Holdinge ait Yapı Kredi Bankasının yılın ilk 3 ayında kârı yüzde 400 arttı. Kısaca kapitalist işleyiş tıkırında. “Ben hayatımda böyle bir şey görmedim” diyen, emekli olduğu halde hâlâ çalışmak zorunda kalan 65’lik dede, “Gezmek tozmak benim de hakkım değil mi” diye soran 21 yaşındaki genç 3 yıldır kesintisiz çalışıyor. Fazla çalışmaktan ve düşük ücretten yakınan, “Çocuğuma vakit ayıramıyorum ve çocuğumun cebine harçlık koyamıyorum” diyen 45’lik işçi, “Artık zamları ve ekonomiyi konuşmak istemiyorum, psikolojim bozuluyor” diyen orta yaşlı kadın işçiye… Ya da “Ekonomi iyi ben de çok şükür geçiniyorum, bu iktidardan daha iyisi yoktur diyen emekçiye kadar… Kocaeli Körfez’de işçi durakları kalabalık.
UMUTSUZLUK KENDİNİ VAR EDİYOR
Kürsülerde seçim tartışmalarının ve iktidar değişiminin hararetli tartışıldığı bir dönemde işçiler arasında bu konunun dozu biraz düşmüşe benziyor. Birincil gündem geçim sıkıntısı diyebiliriz. Şu zamlandı, bu zamlandı, kimin ne dediği tartışmaları da aslında yerini sessizliğe bırakmış durumda. İşçiler çok konuşmak istemiyor, yüzlerindeki gerginlik belirgin bir şekilde gözüküyor. Aslında geçim sıkıntısı da “çözülemez umutsuzluğu” ile birlikte her gün kendini var ediyor. Onlarca işçiden benzeri duyduğumuz “Ben tek başıma ne yapabilirim ki, hemen kellemizi alırlar, işten atarlar, bizim fabrikada olmaz, biz koyun oldukça güden çok olur” vb. ifadeler henüz işçilerin kendi aralarında “Bir şey yapmalıyız”ın henüz yeterince gelişmediğini ifade etmek mümkün. Tüm bunlarla birlikte lokal anlamda yani işyeri, atölye ve fabrika birimlerinde topluca ek zam isteme, ücretlerin düşüklüğünü fabrika yönetimine bildirme vb. iyileştirme talep eden işyerleri de mevcut. Örneğin bir mühendisin aktardığı bilgilere göre taban ücret 5 bin 500 olan bir fabrikada mavi yaka ve beyaz yaka topluca iyileştirme talebinde bulunmuşlar. Keza limanlarda en başat konu düşük ücretler… Bir örnekle, İki ay önce işçilerin ücretlerde iyileştirme talebini reddeden Evyap liman patronu, ara bir iyileştirme olarak yüzde 22 zam yaptı.
‘BİRLİK’ NÜVE HALİNDE
Öfke ile “Biz ne yapabiliriz ki, bizim elimizden ne gelir” düşüncesi olmakla birlikte, gelişen ve güçlenen bir fikir daha var. O da “birlik” tartışmaları. Henüz nüve halinde olan bu durumun akacağı mecrayı hep birlikte göreceğiz. Hepimizin bildiği zam kasırgası son zamanlarda yoğunlaşmasına rağmen uzun zamandır halkın birincil gündemi. 1 Mayıs’a giderken duraklarda yapılan sohbet ve tartışmalarda çözüm veya “kurtarıcı” hep başkaları olmuştu. Hemen hemen “İşçilerin birleşmesi lazım”ı hiç duymamıştık. Bir metal işçisi “Bu ülkede işçinin ayak sesleri eksik” diyerek çözümün kendilerinin elinde olduğunun en yalın cevabını vermişti. Başka bir işçi ise “ Biz birlik olmadan tek bir sorunu çözemeyiz, sorun bizde” ile kendisini ifade etmişti. “Bizim elimizden bir şey gelmez” diyen işçiye yine aynı fabrikadan işçi arkadaşı “ Gelen sırtımıza biniyor, giden sırtımıza biniyor, hep başkasından bekliyoruz. Sesimizin tek ve gür çıkması lazım” diye cevap veriyor. Başka bir genç işçi “21 yaşındayım 3 yıldır sürekli çalıştım. Tatil yok, maaş yetmiyor. Gezemiyorum. Hayat bu değil, ben artık böyle yaşamak istemiyorum. Bir an önce bir değişim şart” öfkesine aynı fabrikada çalışan ve gezi eylemlerine katıldığını belirten bir işçi “Yaşadıklarımıza bakınca öfkelenmemek elde değil. Geziye katıldım. Bence bugün de ayaklanmamız lazım. Zaten bir şey olsun en yemin ederim önde ben yürüyeceğim” dedi. “Zamlar dışında bir şey konuşmuyoruz” diyen orta yaşlı bir metal işçisinin söylediği ise tüm bu süreci özetler niteliktedir. İşte toplam sorunlar yumağında çözümün ne olacağı, kimle olacağı, hangi talepler için harekete geçeceğimizin en az tartışıldığı bir dönemde Emek Partisinin başlattığı “İnsanca Yaşam Kampanyası” işçi ve emekçiler için karanlıkta bir fener görevi görüyor. Kampanya kısaca; Zamlar durdurulmalı, ücretler yükseltilmedir. Enerji, temel tüketim ürünlerinde zamlar geri alınmalıdır. Günlük çalışma 7 saat, kesintisiz haftalık 2 gün tatil… İşçileri kendiliğindenliğe bırakmayan, türlü türlü Ali Cengiz oyunları ile her gün her dakika her saniye emekçilerin gözlerine perdeler çekiliyor. Örgütlenme ünündeki engeller, grev yasakları, tak adam tek parti iktidarının antidemokratik uygulamaları, sendikal bürokrasi ile bitlikte işçiler adeta nefessiz bırakılmış durumda…
SADECE SORUNU DEĞİL, ÇÖZÜMÜ DE KONUŞMAK…
Bugün tek bir bildiri, tek bir afiş, çözüme dair tek bir söz, misafirlik yaptığımız her bir işçi evinde konuştuklarımızın altın değerinde olduğu bir süreç yaşıyoruz. En çok duyduğumuz “Her şeyin farkındayız” sözüne biz sorunları değil, çözümü konuşmaya geldik diyoruz. Uzatmadan ayaküstü bir sohbette bir işçinin milyonların duygularına tercüman olan “Sorunları düşünmek ve konuşmaktan çözüme odaklanamıyoruz” sözüydü. Kim aydınlatacak, kim yollarına fener olacak? Gözlerindeki o perdeyi nasıl yırtacağız? Elinde feneri olan ama yeteri kadar kullanamayanlara yüklediği sorumluluğu varın siz düşünün…
* Zaven Biberyan