4 Temmuz 2022 05:19
/
Güncelleme: 12:27

NATO zirvesi ve Erdoğan’ın dış politika değişmezleri

İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyeliğiyle ilgili yaşanan kısa süreli krizden sonra Türkiye ile imzaladıkları üçlü mutabakat, Arap dünyasında da gözleri yeniden Ankara’nın dış politikasına çevirdi.

NATO zirvesi ve Erdoğan’ın dış politika değişmezleri

Fotoğraf: Dursun Aydemir/AA

Son dönemde Erdoğan’ın uluslararası ve bölgesel ilişkilerde takındığı tavır, uygulanan dış politikanın ve sonuçlarının bütün hatlarını içeren net bir fotoğraf sunuyor. İspanya’nın başkenti Madrid’de gerçekleşen NATO toplantısı öncesi İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerinin Türkiye tarafından “veto” edileceği açıklamalarıyla ilgili yaşanan tartışmalarda görüldüğü üzere bu fotoğraf bir yanıyla Erdoğan yönetiminin kendine has ajandasının bir yansıması iken, diğer yandan Karl Marx’ın uluslararası ilişkilerin “eşitsizlik” üzerine kurulu olduğuna dair saptamasının yeniden hatırlanmasının da vesilesi oldu. Her ne kadar hakim olan uluslararası hukukta devletlerin eşit statüye sahip oldukları ifade edilse de; devletlerin ekonomik, siyasi ve askeri pozisyonlarına bağlı olarak dünya siyasetindeki ağırlıklarının belirlendiği yeniden görülmüş oldu.

İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyeliğiyle ilgili yaşanan kısa süreli krizden sonra Türkiye ile imzaladıkları üçlü mutabakat, gözleri yeniden Ankara’nın dış politikasına çevirdi. Ortadoğu’daki nüfuzunu genişleterek imparatorluk düşlerini gerçekleştirmeyi hedefleyen Neoosmanlıcı politikaları nedeniyle Erdoğan’ı yakından takip eden Arap dünyası da Ankara’nın devletler arasındaki ilişkilerindeki sabiteleri konusunda bazı sonuçlara varmış durumda. Madde madde ilerleyerek varılan bu sonuçların bir bölümünü aktaralım.

1. Kürt fobisi: Kürt meselesi ve onu her türlü baskıyla ortadan kaldırma, şüpheye yer bırakmayacak şekilde dış politikada Erdoğan’ın önceliklerinden biri. Filistinli Yazar Vail Assam, Ankara'nın, İspanya’nın başkenti Madrid’de yapılan NATO zirvesinde İsveç ve Finlandiya’ya yönelik vetosunu kaldırmasının bir numaralı şartının, PKK ve onun Suriye kolu olarak değerlendirilen SGD’ye desteğin son bulması ve 33 Kürt’ün iade edilmesi olduğuna dikkat çekti. Al Kuds al Arabi gazetesinde yer alan makalede “Türk dış ve iç politikasına Kürt fobisinin musallat olduğu belirtilebilir” ifadesini kullanan Yazar Suriye’ye yönelik politikada da ana ekseninde Kürtlerin olduğunu vurguladı. Hatta Kürt güçlerinin Suriye’nin kuzeyinden sürülmesi karşılığında yıllarca savaştığı rejimin geri dönmesini bile kabul ettiğini hatırlattı.

2. Önce tehdit, sonra taviz: Bir vesileyle Erdoğan’ın radarına giren ülkelerin veya liderlerin hemen hepsi hepsi “ağır sözlerden” nasibini aldı ve yıllar içerisinde kurulabilmiş ilişkiler ağır hasar gördü. Ancak son olarak İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girmesinin veto edilmesi örneğinde olduğu gibi “Geri adım atarak her türlü tavizi vermek” yine değişmeyen bir tutum olarak kamuoyuna yansıdı. Rai al Youm gazetesi, “Finlandiya ve İsveç; Erdoğan’ın şartlarına boyun eğdi mi?​” sorusunu sorduğu baş yazısını “Tehditteki tırmanışı her zaman bir geri çekilme ve taviz ivmesi takip etmekte. İsterseniz bu durumu Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne sorun!” cümlesiyle sonlandırdı. Şüphesiz ki bu tavizlerin zirvesi, Erdoğan’ın Suudi Arabistan ziyareti öncesi İstanbul Konsolosluğunda vahşice katledilen Gazeteci Cemal Kaşıkçı davasının Riyad’a gönderilmiş olması.

3. İmzalanan ama uygulanmayan anlaşmalar: Vail Assam, sözünü ettiğimiz makalesinde üçlü anlaşmadan sonra iktidar yanlısı basının “Türkiye istediğini aldı” klişesini kullandığını belirtti. Aynı klişenin  Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin çekilmesiyle ilgili ABD ve Rusya ile imzalanan anlaşmadan sonra da kullanıldığını hatırlatarak “aradan 3 yıl geçmesine rağmen bugün bile iki anlaşma da uygulanmadı ve Kürtler geri çekilmedi. Ankara bugün bile ‘İstediğini elde ettiği’ anlaşmanın uygulanmasını talep ediyor!” ifadelerine yer verdi. Üçlü anlaşmadan sonra Türkiye’nin talep ettiği 33 kişinin İsveç Adalet Bakanlığının talep edilen kişileri Türkiye’ye iade etmeyeceğini söylemesi şimdiden mutabakatın aslında hiçbir hükmünün olmadığının bir özeti.

4. Devletler arasında eşitsizliğe dayalı ilişki: Arap dünyasında Türkiye uzmanı olarak tanınan Muhammed Nureddin, üçlü anlaşmayla ilgili basında yapılan analizlerde iktidar yanlısı gazetelerin bunu bir zafer olarak ilan ettiğini, buna karşılık bazı analizlerde ABD imzalamadığı sürece bu mutabakatın “Bağlayıcılığı olmayan taahhütler” olduğunun savunulduğunu dile getirdi. Nureddin, NATO ile Türkiye’nin 70 yıldır devam eden ilişkilerinin “eşitlik” üzerine kurulu olmadığını ve kritik hiçbir durumda “veto” hakkını kullanamadığını tarihsel örnekleriyle hatırlattı. Türkiye’nin elinde NATO kararlarını veto etme yetkisi bulunmakla birlikte, NATO ve ABD’nin elinde ekonomik ve siyasal içerikli daha fazla ve daha etkin baskı araçları olduğuna dikkat çekti. Nureddin makalesiyle eşitsizliğe dayalı uluslararası ilişkilerin sadece Erdoğan döneminin bir paradigması olmadığını hatırlatmış oldu.


TÜRKİYE NATO’DAN ‘İSTEDİĞİNİ ALDI’ MI?

Vail ASSAM
al Kuds al Arabi

Cumhurbaşkanlığı, Türkiye’nin iki ülke ile NATO’ya katılımın önünü açmak için imzaladığı mutabakat zaptı hakkında “Türkiye istediğini İsveç ve Finlandiya’dan aldı” yorumunu yaptı. Anlaşmanın uygulanmasını ve 33 Kürt terör zanlısının İsveç ve Finlandiya’dan iade edilmesini talep etti. Anlaşmanın imzalanmasından ve Erdoğan’ın anlaşmanın uygulanmasını ve iade edilmesini talep etmesinden saatler sonra İsveç’ten yanıt hızla geldi. İsveç Adalet Bakanı, Erdoğan’a cevaben ülkesinin talep edilen kişileri Türkiye’ye iade etmeyeceğini söyledi.

“Türkiye istediğini aldı” ifadesinin, üç yıl önce Suriye’nin kuzeyindeki saldırıyı durdurmak için Amerika ve ardından Rusya ile iki anlaşmayı açıklarken Türkiye ve medyasının kullandığı ifadenin aynısı olduğu kaydediliyor. Egemen, Kürt militanların altı gün içinde sınır şeridinden çekilmesine karar verdi. Aradan 3 yıl geçmesine rağmen bugün bile iki anlaşma da uygulanmadı ve Kürtler geri çekilmedi. Ankara bugün bile “İstediğini elde ettiği” anlaşmanın uygulanmasını talep ediyor! Ve yakında Türk yetkililerin İsveç ve Finlandiya’ya karşı mutabakatı uygulamamaları yükselen protestolarını görebiliriz. Tıpkı Türk Dışişleri Bakanının birkaç hafta önce Rusya Dışişleri Bakanı ile yaptığı açıklamada ortaya çıktığı gibi: “Rusya ve ABD, söz konusu terör örgütünün Suriye’nin kuzeyindeki bölgeleri temizleme sözü verdi ve bu taahhütlerin yerine getirilmesini talep etmek hakkımızdır” demişti.

Aslında Türkiye kimseyi alamayacak çünkü Avrupa’daki iade yasaları katı insan hakları düzenlemelerine tabii. Daha da önemlisi Türkiye, İsveç ve Finlandiya arasında imzalanan uluslararası bir anlaşma değil. Türk Yazar Murat Tekin, bunu “meşruiyeti tartışmalı” olarak nitelendiriyor ve “Türkiye’nin istediğini elde ettiği söylenemez” diyor. Türk liderlerin tırmandırıcı açıklamaları uluslararası diplomasinin gözünde bir propaganda fenomeni haline geldi. 2019’da Rusya ve Amerika ile anlaşmayı imzalamadan önce ne dediğini hatırlayalım: “İdlib’de bir an önce Türkiye’nin belirlediği sınırların dışına çıkmazlarsa bir süre sonra omuzlarının üzerinde o başlar da kalmayacak” demişti. Türkiye Cumhurbaşkanı, Suriye rejim güçlerinin İdlib’de askerlerini bombalamasına kızmıştı. Birkaç gün sonra Türk ordusu Washington ve Moskova ile iki anlaşma imzalamasının ardından Suriye’nin kuzeyindeki operasyonunu durdurdu ve ne Suriye rejimi ne de Kürtler bugüne kadar geri çekildi.

Türk dış ve iç politikasına “Kürt fobisinin” musallat olduğu belirtilebilir. İsveç ve Finlandiya’dan en önemli talepleri, aranan Kürtlerin iade edilmesidir. Kürt güçlerinin Suriye’nin kuzeyinden sürülmesi karşılığında yıllarca savaştığı rejimin geri dönmesini bile kabul etti. Türklerin alenen söylediği şudur; Erdoğan, 2019’da yaptığı bir önceki açıklamada, rejim güçlerinin Menbiç’e dönmesine aldırış etmediğini, “sonunda orasının onların toprakları” olduğunu ifade etmişti. Böylece Esad’ın Kuzey Suriye’yi kontrol etmesinin, Kürt güçlerinin kontrolünden daha tercih edilebilir bir seçenek olduğunu doğrulamıştı.

Özellikle Ankara, Suriye’deki eylemlerinde kendisini Şam, Tahran ve Moskova ile bağlayan Astana Anlaşması’nın kararlarına bağlıdır. Astana mutabakatları, Suriye devletinin kendi topraklarındaki egemenliğine saygı duymaktan açıkça bahsederken, Suriye silahlı muhalefetinin meşruiyetini tanımamaktadır. Ankara, Kürtlerin çekilmesinin ardından rejim ve Rus güçlerinin Kuzey Suriye’deki sınır şeridine geri dönmesini öngören 2019 tarihli Soçi Anlaşması’nı daha önce “zafer” olarak tanımlamıştı.


FİNLANDİYA VE İSVEÇ; ERDOĞAN’IN ŞARTLARINA BOYUN EĞDİ Mİ?

Rai al Youm
Başyazı

Adalet ve Kalkınma Partisine bağlı gazeteler, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin Finlandiya ve İsveç’in Türkiye’nin NATO üyeliğine ilişkin “vetosunun” kaldırılması ile sonuçlanan anlaşmanın imzalanmasını kutladı. Bunu, teröre karşı savaşta iki ülke ve Batı’dan somut kazanımlar elde eden büyük bir zafer olarak değerlendirdiler.

Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Ryabkov, ülkesinin İsveç ve Finlandiya’nın katılım planlarını ve genel olarak NATO’nun genişlemesini istikrarsızlık olarak gördüğünü söyledi. Onu genişletenlere, ona katılanlara ve İttifak’ı tehdit olarak gören diğer ülkelere güvenlik katmayacak” dedi. Bu nedenle, çarşamba günü Madrid’de sona eren NATO zirvesi öncesinde Türkiye’nin bu katılımı engellemek için “veto”sunu kaldırmasına Rusya’nın olumlu bakacağını düşünmüyoruz.

Türk hükümeti Finlandiya ve İsveç hükümetlerine birçok talepte bulundu. Terörist örgüt olarak nitelendirdiği PKK ve onun Suriye’deki kolu SDG’ye desteğini kesmesini talep etti. İsveç’te aralarında milletvekillerinin de bulunduğu 33 üyenin iade edilmesini istedi. Ancak Türkiye’nin aldığı tek şey, iki ülkeden Türkiye’ye karşı olan terörist grupları; PKK’yi ve Ankara’nın 2016 askeri darbesinin arkasında olmakla suçladığı Fethullah Gülen Cemaatini desteklemeyeceğine dair taahhüt oldu. Türkiye’nin taleplerine karşılık olarak iki ülkenin herhangi bir terör zanlısını teslim edeceğine dair kesinlikle bir işaret yok.

Cumhurbaşkanı Erdoğan için işleri daha da kötüleştiren şey, bir Beyaz Saray sözcüsünün iki ülkenin NATO’ya katılmasına yeşil ışık yakılmasını sağlamak için Türkiye’nin Rus S-400 füze sistemlerini satın almasının ardından F-16’ların satış yasağının kaldırılması ve ABD F-35 hayalet uçağı üretme projesine katılımının durdurulmasıyla ilgili  herhangi bir taviz vermediğini iddia etmesiydi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, siyasi, askeri ve ekonomik taleplerini gerçekleştirmek için kartlarını kullanmayı biliyor ve tüm ipleri oynayarak denge teorisine dayalı bir politika izliyor. İsveç ve Finlandiya’ya karşı “veto” kılıcını kaldırdığında ve onların NATO’ya katılmalarını engellediğinde, birçok destekçisinin gözünde bir kahraman gibi görünüyordu. Ancak bu sadece birkaç hafta süren bir adımdı ve iki ülke herhangi bir tavizde bulunmadan önce Türkiye’yi İttifaktan çıkarmakla tehdit etme noktasına ulaşan Avrupa ve Amerika’nın baskılarına yanıt olarak hızla geri çekildi. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ çarşamba günü yaptığı açıklamada, “Hükümet, terörist olarak gördüğü kişilerin iade edilmesi için İsveç ve Finlandiya’ya sunduğu talepleri yenileyecek” dedi. Bu da demek oluyor ki üçlü anlaşmada bunların Türkiye’ye teslimi yer almıyor, bu da bizim söylediklerimizi doğruluyor.

Avrupalıları ve politikalarını takip edenler, fırtına karşısında eğilebileceklerini çok iyi biliyorlar. Ancak özellikle kendilerine sırt çeviren müttefiklerine karşı neferleri uzun ve zayıflıklarını biliyorlar.  Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Türkiye ile ekonomik iş birliğini azaltarak ve ulusal para birimini (lira) düşürerek mültecileri Avrupa üzerinde baskı kartı olarak kullanmasına verdikleri güçlü tepkiydi. Aynı şey, Türkiye’nin Papaz Bronson’u tutuklamasına Amerika’nın tepkisi için de söyleniyordu. Kongrenin veya üyelerinin çoğunun Finlandiya ve İsveç’in katılımına ilişkin Ankara’nın vetosunu bir “şantaj hamlesi” olarak gördüğü bir durumda Türk hükümetinin F-16 uçaklarını satın alma talebinin onay için Kongreye sunulması durumunda aynı cevabın tekrarlanacağı da göz ardı edilmiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, yaklaşık 20 yıldır iktidarda kalmayı başarmış profesyonel bir siyasetçi. Ancak mevcut politikaları birçok Türk ve Avrupalının gözünde ters tepmeye başladı. Özellikle Ukrayna savaşından sonra dünya sahnesindeki değişiklikleri anlamadığı için. Halen aynı anda iki koltuğa oturmaya, dengeyi sağlamak için tüm iplerde oynamaya ve özellikle Rusya ile Batı arasında dengeli ilişkiler kurma umuduyla “İkna edici olmayan” tarafsız bir yaklaşım benimsemeye çalışıyor. Ukrayna krizinde tarafsız bir ara bulucu rolü oynamak istemesine rağmen, her iki tarafı da kaybedebilir gibi görünüyor. Tehditteki tırmanışı her zaman bir geri çekilme ve taviz ivmesi takip etmekte. İsterseniz bu durumu Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne sorun…

Evrensel'i Takip Et