Karaaslan’dan ilk kitap: Kaplumbağalar Ölmesin
Erkan Karaaslan’ın 12 öyküden oluşan ilk öykü kitabı “Kaplumbağalar Ölmesin” okurlarıyla buluştu.
Ahşap arka plan (Fotoğraf: Pixabay) | Kaplumbağalar Ölmesin kitap kapağı
Ergün POLAT
İzmir
Erkan Karaaslan’ın Sel Yayınları’ndan çıkan ilk öykü kitabı “Kaplumbağalar Ölmesin” raflarda sizlerle buluşmak için yerini aldı. On iki öyküden oluşan kitap, okuyucuyu daha ilk öyküden başlayarak içine çekiyor ve akıcı diliyle bir solukta bitiveriyor. Kitabı okurken genç bir yazarın ilk kitabı olmasından kaynaklı tecrübesizlikten ziyade, uzun zamandır büyük bir titizlikle hazırlanmış ve doğru zamanı beklemiş bir olgunluk hissi alıyorsunuz.
Olay ve kesit öykülerinin iç içe geçtiği kitapta çocukluktan yaşlılığa doğru uzanan ve kimi zaman da birbirine göz kırpan birçok karakter yazarın iç dünyasını görmemizi sağlıyor. Yazar, öykülerini ağırlıklı olarak “kahraman bakış açısı”yla anlatmış ki burada şunu ifade etmek yerinde olur sanırım: Kahraman bakış açısını diğer öykülerinde rastladığımız “ilahi bakış açısı” na göre daha başarılı kullanmış. Belki de bunun nedeni öykülerinin kendi yaşamından da izler taşıyor olmasındandır.
Öyküler birbirinin devamı olmasa da sanki kronolojik bir bağ ile birbirini tamamlıyor. Saf ve naif duygularla hayata bakan bir çocuk, sayfalar ilerledikçe yerini toplumsal acıları da içine alan yorgun ve yaşamı sorgulayan bireylere bırakıyor. Ötekine olan düşmanlıktan linç kültürüne, kadına yönelik şiddetten iktidar ilişkisine kadar birçok toplumsal ve siyasi olay, ne sloganvari bir sesle kulaklarımızı tırmalıyor ne de mesaj kaygısıyla gözümüze sokulmuş. Son kırk yılını bu coğrafyada yaşamış her sıradan birey kadar öykü karakterleri de bu gerçekliğin ya tanığı ya da maktulü olarak karşımıza çıkıyor.
Erkan Karaaslan’ın öykü kitabını yeni öykü kitaplarından ayıran belki de en önemli yanı önceden bildiğiniz ve özlediğinizi bile artık unuttuğunuz bir tadı bize yeniden tattırması: geleneksel (klasik) öykü anlatıcılığı. Düş ve gerçeğin, sembollerle metaforların iç içe geçtiği modern öykü anlatıcılığının hakimiyetine inatçı ve cesaretli bir çıkış. Postmodern çağda klasik bir anlatımı tercih etmek popüler olana da bir tepki belki de.
“Gerçek” kimi zaman, semboller veya metaforlarla saklanmış hiçbir kıyafete gerek duymadan kendini daha güzel anlatabiliyor. “Bitmeyen Yaz” öyküsünde bir televizyona kilitlenmiş çocuğun masum hali gibi “…Gözlerimi televizyona dikmiş, olup bitenleri anlamaya çalışıyordum. Alevler içinde kocaman bir bina gördüm. Önünde toplanan kalabalık parmak sallayarak bağırıyordu. Ekrandaki yazıyı heceleyerek okudum. O tuz beş ki şi ya na rak öl dü…”
Geleneksel öykü dilini ve anlatımını yeni kitabında da devam ettirip ettirmeyeceğini şimdiden merak ettiğimiz Karaaslan’a, yavaş yavaş damağımızdan silinen bir geleneği bu güzel öykülerle tekrar buluşturduğu için teşekkür ederiz.