5 Temmuz 2022 05:02

Yazar Mehmet Salim: Bir hücre kadar dar ve yoğun yaşanılır öyküde

Yazar Mehmet Salim okurlarla buluşan son kitabı ‘Gardiyanın Aşk Mektupları’nı Evrensel’e anlattı.

Yazar Mehmet Salim: Bir hücre kadar dar ve yoğun yaşanılır öyküde

Mehmet Salim (Kaynak: Kişisel Arşiv) | Gardiyanın Aşk Mektupları kitabı kapağı (Kaynak: Vivo Yayınları)

Kürşat YILMAZ
İstanbul

Mehmet Salim’in üçüncü öykü kitabı “Gardiyanın Aşk Mektupları”, Vivo Yayınları’ndan çıktı. Üniversite öğrencisiyken cezaevine giren Salim, siyasi mahpus olarak 11 yıl 3 ay cezaevinde kaldı. Salim’in ilk kitabı “Serçenin Kanadındaki Sevinç”ti. Cezaevindeki mahpusların kısa portrelerinden oluşan ikinci kitabı ise; “Dar Alanda Uzun Voltalar” adını taşıyor.

Salim hapishanede yazmaya başladığını belirterek; “Oradaki sıkıştırılmış yoğun yaşamla öykünün yoğunluğu birbirine benziyor. Bir hücre kadar dar ve yoğun yaşanılır öyküde” diyor.  Yıllarca dar bir alanda volta atmış birisinin dışarı çıkıp başkalarının voltalarına katılmasının zor bir durum olduğunu ifade eden Salim “Hâlâ evde, otobüs durağında volta atan eski mahpuslara öykülerle eşlik etmek güzel bir duygu” diyerek anlatıyor öykü yazmasının nedenini.

Salim’le üçüncü öykü kitabı “Gardiyanın Aşk Mektupları”nı konuştuk.

‘ESKİ MAHPUSLARA ÖYKÜLERLE EŞLİK ETMEK GÜZEL’

“Gardiyanın Aşk Mektupları” üçüncü kitabın. Anılarını, yaşanmışlıkları, izlenimlerini hep öykü yoluyla anlatmayı seçmişsin. Bunun nedenini nasıl açıklarsın?

Sanırım öykü yaşamın parçalanmışlıklarını kısa, yoğun ve çarpıcı bir şekilde dile getirdiği için ilgimi çekiyor. ‘Herkesin yaşamı roman olabilir’ ama yaşam anlardan oluşur ve öykünün de bu anları en iyi ifade eden biçim olduğunu düşünüyorum. Yaşama daha yakın ve doğrudan doğruya yaşamın içinde. İnsana dair bütün ilişkiler öykünün konusudur: Hüzün, sevinç, kırgınlıklar, iç çatışmalar, çocukluk, yas, ölüm... Bundan dolayı yaşamın olduğu her yerde öykü de vardır. Belki de hapishanede kalmanın da bunda etkisi var. Çünkü ben hapishanede yazmaya başladım ve oradaki sıkıştırılmış yoğun yaşamla öykünün yoğunluğu birbirine benziyor. Bir hücre kadar dar ve yoğun yaşanılır öyküde. 

“Dar Alanda Uzun Voltalar” tamamen bir hapishane kitabıydı. Bu kitabında ise bazı öykülerinde kahramanlar hapishaneden yeni çıkmış ve yaşama ayak uydurmaya çalışıyor…

Yıllarca dar bir alanda volta atmış birisinin dışarı çıkıp başkalarının voltalarına katılması gerçekten zor bir durum. Nerede duracağınızı, nerede döneceğinizi, başkalarına çarpmadan nasıl yürüyeceğinizi yeniden öğrenmeniz gerekiyor. Bunun çok kolay olmadığı açık. İçeriden çıkanın birçok korkusu, kaygısı oluyor. Birçok arkadaş ekonomik sorunlarla boğuştu/boğuşuyor. Erkeklerin çoğu genç yaşta içeri girdiği için çıktıktan hemen sonra askere alındılar. Voltadan çıkıp askeri yürüyüşe katılmanın bütün zorluklarını yaşadılar bunlar. Özellikle otuz yılı devirip dışarı çıkanların sorunlarının dağ gibi olacağını düşünüyorum. Hâlâ evde, otobüs durağında volta atan eski mahpuslara öykülerle eşlik etmek güzel bir duygu.

‘YERİNDEN YURDUNDAN EDİLMİŞLERİN DUYGULARI YANSIDI’

11 yıllık hapishane sürecinden sonra yurt dışına çıktın. Bazı öykülerinde sürgünde yaşamak zorunda kalanların yaşadığı zorluklara değinmişsin, sanırım senden de bir şeyler var...

Olmaz mı! Sürgünün binbir yüzü var. Herkes bunu farklı farklı yaşar. Ben de birçok ilticacı gibi yabancı bir kültürün, dilin, farklı bir gökyüzünün altında yaşamanın zorluklarını yaşadım. Kamp yaşamı hapishaneyi aratmayacak durumdaydı. Şimdi farklı olsa da o zamanlar otuz kilometrelik alanın dışına çıkamıyordunuz ve dilleri, kültürleri farklı, savaşlardan kaçıp gelen, travma geçiren insanlarla aynı mekanı paylaşmak zorunda kalıyordunuz. Benim için iki kez zor oldu. Dışarıdaki yaşama ve yabancı bir ülkeye alışmam gerekiyordu. Bu süre boyunca korkular, umutsuzluklar, hüzün, özlemler bana eşlik etti. Bugün hâlâ yerinden yurdundan edilmiş milyonlarca insan bu duyguları yaşıyor. Bunun öykülere yansımaması imkansızdı. 

’90’lı yıllar gözaltında kayıpların çokça yaşandığı dönem. “Uğur Böceği” adlı öykün de gözaltındaki birinin kısacık zamanda ölümle yaşam arasında gidip gelmesini anlatıyor. Yaşanmış bir olaydan mı esinlendin bu öyküyü yazarken?

Evet yaşanmış bir olaydan yola çıkarak yazdım. ’90’lı yıllar devletin namlusunun sokağa dönük olduğu yıllardı. Onlarca devrimci ev baskınlarında öldürüldü ve binlercesi gözaltında kaybedildi. Eğer mücadele ediyorsanız şakağınıza dayalı bir namlunun ucuyla yaşıyordunuz. Öyküdeki gibi tetik her an düşebilir ve siz öldürülebilirdiniz. Öyküdeki kısa an asılında çok kısa değil, yıllara varan bir süreç olarak devam etti. Bu yıllarda mücadele edenler bu gerilimle yaşadılar. Herkes öyküdeki kahraman gibi ‘şanslı’ değildi ve öldürülürken yanında bir ‘uğur böceği’ de yoktu. Namludan tesadüf olarak kurtulanları ise yıllara varan cezalar bekliyordu. Bizim dönemimizde girenler hâlâ bugün içerideler ve otuz yıldır demir ve betonun katılığında yaşıyorlar.   

Çeviri de yapıyorsun. Bu kitaptan sonra başka bir öykü kitabı ya da çeviri planın var mı?

Evet çeviri de yapıyorum. En son çevirdiğim bir kitap basılmayı bekliyor. Ama işin doğrusu tam gün çalıştığım için ikisini birlikte yürütmek zor oluyor. Bundan dolayı öyküyle de istediğim gibi uğraşamıyorum. Ama hayat devam ediyor ve hayat devam ettiği sürece bir şekilde hayatımda da öykü olacak.

Evrensel'i Takip Et