Müzikolog Uğur Küçükkaplan: Müzik inkılabıyla yüzleşmek istenmiyor
Müzikolog Uğur Küçükkaplan'la yeni kitabı 'Türk Beşleri'ni konuştuk.
Müzikolog Uğur Küçükkaplan (Fotoğraf: Kişisel arşiv)
İsmail AFACAN
İstanbul
‘Türkiye’nin Pop Müziği’ ve ‘Arabesk-Toplumsal ve Müzikal Bir Analiz’ kitaplarından tanıdığımız Uğur Küçükkaplan bu sefer ‘Türk Beşleri’ kitabıyla karşımızda… ‘İdeolojiden Tahayyüle Bir Cumhuriyet Ütopyası’ alt başlığını taşıyan kitap Ahmed Adnan Saygun, Cemal Reşid Rey, Ulvi Cemal Erkin, Necil Kâzım Akses ve Hasan Ferid Alnar’dan yola çıkarak erken cumhuriyetin müzik politikasını masaya yatırıyor. Yeni kitabını anlatan Küçükkaplan Türk Beşleri’nin hakkını şu sözlerle teslim ediyor: “Çok sesli müziğin bu topraklarda bir renk olarak var olabilmesi için verdikleri mücadeleyi, müzik eğitimi alanındaki emeklerini takdir etmek gerekiyor.”
Kimdir “Türk Beşleri”… Bu sanatçıların beşli olarak anılmasının temelinde neler yatıyor?
Cumhuriyetin birinci kuşak bestecileri arasında yer alan Ahmed Adnan Saygun, Cemal Reşid Rey, Ulvi Cemal Erkin, Necil Kâzım Akses ve Hasan Ferid Alnar için yakıştırılan bir isim Türk Beşleri. Bu ismi ilk kez, dönemin önde gelen müzik adamlarından Halil Bedii Yönetken’in Rus Beşleri’nden hareketle öne sürdüğü kabul ediliyor. Gerçekten de ondan önce bu tabiri kullanan birine rastlamıyoruz. Erken cumhuriyet dönemi kültür sanat politikalarının önemli bir ayağını teşkil eden müzik inkılabı ile 19. asırda Rusya’da cereyan eden siyasi ve sosyokültürel hareket arasında bir paralellik kurulmasının bu yakıştırmanın temelini oluşturduğunu söyleyebiliriz.
MÜZİK İNKILABININ GEREKÇELERİ VE AMACI
Türk Beşleri’nin hikayesinden yola çıkarak; erken cumhuriyetin müzik politikasına dair neler söyleyebiliriz?
Türk Beşleri olarak anılan besteciler cumhuriyet ideolojisine, özellikle de ulusu ve toplumu yeniden inşa ederken kültürel alanları tümüyle bu doğrultuda tasarlama fikrine gönülden inanıp destek vermiş kişiler. Nitekim hem sözlü ve yazılı beyanlarında hem de bestecilik kariyerlerinin ilk yıllarında ortaya koydukları eserlerde bunun somut izlerini çok net bir şekilde görebiliyoruz. Müzik inkılabının temel paradigmasını, tümüyle geride bırakılmak istenen Osmanlı kültürüyle özdeş tutulan geleneksel Türk musikisini terk edip, dönemin ulus devlet ve milliyetçilik anlayışı ekseninde yeniden inşa edilen Türk ulusunun gerçek müziği olarak görülen ve asırlar boyunca Anadolu’da bakir kaldığı iddia edilen halk müziğini ikame etme fikri oluşturmaktadır. Ne var ki bu otantik haliyle “Türk ulusunun yüzünü ağartmaktan uzak” bulunan halk müziği, Batı’nın çokseslendirme teknikleriyle işlenmeli, buradan da dahil olunmak istenen medeniyet dairesine uygun/yaraşır yeni bir müzik ortaya koyulmalıdır. Müzik inkılabının gerekçelerini ve amacını kabaca böyle özetleyebiliriz.
Şöyle bir tespitiniz var: “İki yüzyıllık Türk modernleşmesinin bütün ağrılarını gerek yaşamlarında gerekse müziklerinde bir ömür yüklenmişlerdir.” Bu ağrılar hem yaşamlarına hem de müziklerine nasıl yansımıştır?
Türkiye’de devletin ve toplumun yapısı Batı’dakinden oldukça farklı. Bunun da temel nedeni Osmanlı’dan bu yana çok baskın olan devletçi gelenek. Nitekim imparatorluktan cumhuriyete geçerken de bu geleneğin gücünü ve önemini kaybetmeden aktarıldığını görüyoruz. Dolayısıyla modernleşme, devlet katında kurgulanan bir hareket olarak başlamış, fakat Batı’da olduğu gibi topluma yayılamamış, tabanda karşılık bulamamıştır. Toplumun içinden gelişmiş dinamiklere yaslanamadığı için de uzun süre bürokratlar ve seçkin denilen sınıf arasında sıkışmıştır. Haliyle bir yerden sonra siyasi kutuplaşmaları doğurmuş, kültürel alanda büyük kopuşlar yaşanmasına sebebiyet vermiştir. İşte bu ideolojik tasavvurun bir parçası olarak kurgulanan müzik inkılabı kapsamında kendilerine yeni bir müzik ortaya koyma görevi tevdi edilen Türk Beşleri de, doğal olarak bu oluşumun tüm marazlarını hem eserlerinde hem de özel hayatlarında, sorumluluktan öte ağır bir yük olarak taşımak durumunda kalmışlardır.
‘HATALI KARARLARIN OLDUĞUNA İHTİMAL DAHİ VERMİYORLAR’
“Ne yazık ki Türkiye’deki Batı müziği müntesipleri, çağdaş Türk müziği olarak ifade ettikleri müziğin ilk temsilcileri olan Türk Beşleri’yle hâlâ yüzleşememiştir” diyorsunuz. İlk sorum bu yüzleşme neden gerçekleşmiyor? İkincisi bu yüzleşme niçin gerekli?
Çünkü ezberlerinden sıyrılarak Türk Beşleri’nden önce erken cumhuriyet dönemi ve müzik inkılabıyla yüzleşmek, o yıllarda atılan adımların sonradan nelere sebebiyet verdiğini nesnel bir şekilde ortaya koyup bunun muhasebesine girişmek istemiyorlar. Koşulsuzca bağlandıkları için kazanım olarak gördükleri gelişmelerin arasında yanlış, hatalı veya eksik denebilecek kararların olduğuna ihtimal dahi vermiyorlar. Bunun da tek bir sebebi var; siyasi açıdan daima enselerinde hissettikleri ve varoluşlarını tehdit eden bir tehlike olarak kodladıkları zihniyete kapı açmaktan, tabir-i caizse kendi elleriyle onlara ellerini güçlendirecek argümanlar vermekten ölesiye imtina etmeleri. Bu sayede hâlâ denetimlerinde olan bazı alanları, statülerini ve itibarlarını garantiye alarak, kendi içlerinde kurdukları ve birtakım imtiyazlara sahip oldukları sistemin zamanla nasıl çürüdüğünü de kamufle etmiş oluyorlar. Daha doğrusu öyle sanıyorlar. Oysaki hakikat, kendi doğrularımız ve çıkarlarımız doğrultusunda eğip bükebileceğimiz bir nesne değil. Bu yüzleşme gerçekleşmeden ne kemikleşmiş bazı siyasi meseleleri çözebilir, ne de iyiden iyiye kuraklaşmış olan kültür sanat alanlarını yeniden verimli hale getirebiliriz.
Türk Beşleri’nden eğitim almış yaşayan müzisyenler var. Uluslararası alanda ülke müziğini temsil ediyorlar. Öğrencilerine ve devamcılarına baktığımızda Türk Beşleri’nin günümüzdeki izlerini nasıl yorumlarsınız?
Türk Beşleri’nin düşünce ve ideallerine koşulsuzca bağlılık duyan, onlara verilen görevi adeta kutsal bir vazife olarak görenlerin sayısının azımsanamayacak ölçüde olduğunu söyleyebiliriz. Bununla birlikte cumhuriyetin kültür politikalarının siyasi arka planını kavrayabilmiş, müzik inkılabının temel paradigmasındaki çarpıklıkların ve atılan bazı yanlış adımların günümüzdeki olumsuz yansımalarının farkında olan kişiler de yok değil. Tabii diğer kesime göre sayıları çok daha az. Bunları cesur bir biçimde dile getirebilenler ise herhalde iki elin parmaklarını geçmez. Vaktiyle Saygun’un öğrencisi, benim de konservatuvarda hocam olmuş önemli bir bestecimizle yıllar önce yaptığım mülakatta, müzik inkılabına dair bazı uygulamaları doğru karşılamadığını söylemiş; ideolojik tartışmalarla kuşatılmış olmadıklarını ve Türk müziği bestecisi savıyla yola çıkmadıkları için kendilerini özellikle Türk müziği bestecisi olarak görmediklerini net biçimde vurgulamıştı.
‘GERÇEK BİR SAYGIYI HAK EDİYORLAR’
Türk Beşleri, ülke müziğine neler kazandırmıştır?
Devletin kendilerini bir tür prototip olarak görüp kullanmasına; övgüde son derece cömert olan seçkinlerin iş eserlerinin basılıp seslendirilmesine gelince derin bir sessizliğe ve ilgisizliğe bürünmesine rağmen, eğrisiyle doğrusuyla inandıkları yolda yürüyen ve bir varoluş mücadelesi veren bu insanlar, her şeyden önce gerçek bir saygıyı hak ediyorlar. Fikir ve ideallerini mutlak doğru, eserlerinde izledikleri yolu gidilebilecek tek istikamet olarak görmeden; onları Müslüman mahallesinin salyangozcuları olarak da yaftalamadan anlamaya çalışmak ve çok sesli müziğin bu topraklarda bir renk olarak var olabilmesi için verdikleri mücadeleyi, müzik eğitimi alanındaki emeklerini takdir etmek gerekiyor.