Yazar Yavuz Ekinci: Ülkemizde bir şehzade savaşının şafağındayız
Yazar Yavuz Ekinci ile 'Belki de Dünyanın Sonundayım' kitabını konuştuk.
Yazar Yavuz Ekinci (Fotoğraf: Şerif Karataş / Evrensel)
Şerif KARATAŞ
İstanbul
Yazar Yavuz Ekinci yeni romanı “Belki de Dünyanın Sonundayım” ile güven ve iktidar ekseninde, insanlık tarihi kadar eski bir sorunun izini sürüyor. Dünyada ve ülkemizde giderek otoriterleşmeye işaret eden Ekinci, “Ülkemiz üzerinde düşünecek olursak şu anda bir şehzade savaşının şafağındayız. Bu savaş hem iktidar içinde hem de muhalefet içinde devam ediyor” dedi. Otoriterleşmenin olduğu yerde ilk olarak özgürlüğün kaybolduğunu belirten Ekinci, “Oysa insan özgürlüğe aşıktır. Ve insanın iradesi varlık nedenidir. Ben insana inanıyorum” dedi. Yeni romanıyla birlikte bütün eserleriyle Everest’te olacak Ekinci sorularımızı yanıtladı.
Tarihi bir romanı yazmak yerine, kendi kurgunuzla yola çıkarak tarihsel dönemleri de içeren bir roman yazmayı neden tercih ettiniz?
Tarihi bir roman yazmayı hiç düşünmedim. Belirli bir tarihi dönemi, tarihi şahsiyeti anlatmayı ise istemedim. Kendi kurguladığım bir şehzadenin ardından gitmek istedim. Tıpkı önceki romanımdaki peygamber gibi. Hayal etmek, uydurmak… Kurmaca dünyası bana gerçek dünyadan daha çekici geliyor ve bana daha fazla haz veriyor. O yüzden tümünün kurmaca olduğunu bilmeme rağmen hayattın gerçekliğine sırt çevirip okumaya dönüyorum.
‘BABA-OĞUL MESELESİ İNSANLIK TARİHİYLE EŞ DEĞER’
Baba-oğul meselesini sultan ve şehzade arasındaki iktidar mücadelesi üzerinden anlatmayı tercih etmenizin sebebi neydi?
Baba-oğul meselesi insanlık tarihiyle eş değerdir. Ve sonsuza kadar da devam edecek. Aslında merkeze almak istediğim konulardan biri baba-oğul ise bir diğeri de kardeşlerin kendi arasındaki çekişmedir. Aileler çocuklarını eşit sevdiğini söyleseler de çocuklar eşit sevildiğini düşünmezler. Şehzade Davut sevilmediğini, horlandığını, tercih edilmediğini düşünüyor. Tipik bir kardeş rekabeti. İktidar dediğimiz de aklımıza mutlaka baba gelir. Kimi anlar beni kendine çeker. Bir şehzadenin ölümle kalım arasında yaptığı yolculuk da beni kendine çekti. Günlerce tıpkı Şehzade Davut gibi tedirginlik ve korkuyla yol aldım.
Unutulma korkusu üzerinde duruyorsunuz. Okura, “Beni kim hatırlayacak?” sorusunu sürekli hatırlatıyorsunuz. Neden?
İnsanların en büyük korkusu unutulmaktır. Bu dünyaya hiç gelmemiş gibi gitme endişesi. Bin yıllardır bu duyguyla savaşıyoruz ama bu duygu kalbimizin bir köşesinde var. Birlikte mücadele etiklerimizi unutmayacağız diye haykırıyoruz oysa kısa bir sürede onu unutuyoruz. Hepimiz ölümle burun buruna geldiğimizde ‘Beni kim hatırlayacak’ diye sorarız. Bu hatırlamayı kimi zaman dostlarımızdan, kimi zaman ailemizden kimi zaman da mücadele arkadaşlarımızdan bekleriz. Ama biliriz ki bu beklentimiz boş çıkacak ve bir hiçliğe savurulacağız.
Romanın ana kurgusunda sürekli sorgulanan güven duygusu oluyor…
Güven öldürür, endişe yaşatır. İktidarın sert yolunda ilerlerken her zamankinden daha fazla güvene ve şüpheye ihtiyaç duyarız. Şehzade Davut ve onun dünyası üzerinde düşünecek olursak güven bir sorundur. Çünkü insanların kendi çıkarları için birbirini sattığı bir dünyadan bahsediyoruz. Bu zamanlarda herkesin bir fiyatı ve zaafı vardır. Şehzade Davut, bu uzun yolculuğunda güven ve şüphe arasında gidip gelir. Kime güveneceğini bilmiyor. Ona gelen bilgilerin ne kadarının yanlış ne kadarının doğru olduğunu bilmiyor. O yüzden her şeye şüpheyle yaklaşıyor. Çünkü en ufak bir hatada başının gideceğini çok iyi biliyor. Kaybederse sadece kendisi değil ona ait her şey yok olacak.
‘İNSANA İNANIYORUM’
İktidar mücadelesini biraz güncel yönüyle sormak istiyorum. Dünyada giderek otoriterleşen iktidarlar söz konusu. Sultan ve şehzadenin gözünden bu durumu açıklayacak olursanız neler söylersiniz?
Ülkemiz üzerinde düşünecek olursak şu anda bir şehzade savaşının şafağındayız. Bu savaş hem iktidar içinde hem de muhalefet içinde devam ediyor. Gün geçtikçe bu savaş daha da kızışacak. Kanlı ve kurnaz oyunlar sahnelenecek.
Dünyada otoriterleşmeye doğru bir eğilim var ama ben dünyanın otoriter bir yere dönüşeceğini düşünmüyorum. Dünya hiç olmadığı kadar birbirine bağlı durumda. Herhangi bir yerdeki en küçük bir olay bütün dünyayı etkiliyor ve ilgilendiriyor. Otoriter yerlerde ilk kaybolan özgürlüklerdir. Oysa insan özgürlüğe aşıktır. Ve insanın iradesi varlık nedenidir. Ben insana inanıyorum.
‘İNSANLIĞIN ORTAK HAFIZASI MİTLERDİR’
Yeni romanınızda yine mitlerle karşılaşıyoruz. Yazar olarak, mitler sizin için ne ifade ediyor?
İnsanlığın ortak hafızası mitlerdir. Onlar olmadan düşünemeyiz. Yazarlığımın ilk günlerinden beri sırtımı hep mitlere dayadım. Mitlere, efsanelere karşı büyük bir düşkünlüğüm var. Eski metinleri sıklıkla okurum. O metinleri okurken benden binlerce yıl önce yaşamış insanların da bir zamanlar bu metinleri okuduğunu düşünürüm. Okurken ne düşündüklerini merak ederim. Yazarken her daim Mezopotamya’nın, Anadolu’nun seslerine kulak veririm.