07 Temmuz 2022 04:24

Menekşe kokusu

İşte o menekşelerden biri 14 yaşındaki Menekşe Kaya’ydı. On iki yaşındaki kardeşi Koray’la birlikte 2 Temmuz 1993 günü Madımak cehenneminde son kokusunu verdi.

Sivas'ta, 2 Temmuz 1993'te Madımak Oteli'nin yakılması sonucu yaşamlarını yitirenler, katliamın 14. yıldönümünde anıldı. | Fotoğraf: İsa Sansar/AA

Halis Ulaş
Halis Ulaş

"Bir menekşe kokusunda seni aramak var ya,
Bu hep böyle böyle gider mi?”
Ahmet Kaya

Kadim zamanların çiçeğidir menekşe. Hatta kalu bela daha dün gibidir rengârenk çiçeklerinin güneşe ilk göz kırptığı zamana kıyasla. Bu topraklardan köken alan söylencelerden bize kalmış hüzünlü bir mirastır menekşe.

Menekşe kimi zaman ana tanrıça Kibele’nin sevdiceği Attis’in toprağa damlayan kanı olarak çıkar karşımıza, kimi zaman İsa’nın alçakgönüllülüğünün ve yarasının simgesi olarak, kimi zamanda Napolyon’un Josephine aşkının bir nişanesi olarak.

En çok mor yakışır menekşeye ama kimi zaman sarıdır, kimi zaman pembe, kimi zaman beyaz, kimi zaman da hercaidir menekşe. Hercaidir çünkü hangi renk açacağına karar veremediğinden farklı büyüklüklerdeki kadifemsi taç yaprakları renk renktir.

Bir tek rengi mi hercaidir menekşenin? Hayır, menekşenin kokusu da hercaidir. Menekşenin kokusu tatlı, kuru ve pudramsı olarak tanımlanmaktadır. Belki bu yüzden tatlılarda, şekerlemelerde ve hatta likörlerde kullanılır menekşe.

Menekşeye kokusunu veren iyononlardır. İyononlar bir kez koku reseptörlerimize bağlandı mı; tatlı, kuru ve pudramsı koku zihnimizin kıvrımlarını büyüler. Hem de öyle metaforik olarak büyülemez. İyononlar kısa bir süre sonra, adeta zihnimize abrakadabra demişçesine koku algımızı durdurur. Yani menekşe kokusunu belirli süreliğine alamamaya başlarız. O belirli sürenin sonunda sanki menekşeyi ilk defa kokluyormuşçasına büyü yeniden başlar. İşte bu nedenle menekşenin rengi gibi kokusu da hercaidir.

Keşke her menekşenin kokusu yok olduktan sonra yeniden var olup bizi büyüleyebilse. Oysa bazı menekşelerin kokusu bir kez kayboldu mu bir daha asla geri gelmiyor. İşte o menekşelerden biri 14 yaşındaki Menekşe Kaya’ydı. On iki yaşındaki kardeşi Koray’la birlikte 2 Temmuz 1993 günü Madımak cehenneminde son kokusunu verdi. Birlikte diyorum çünkü Menekşe’nin ve Koray’ın küçücük bedenleri birbirine sarılmış, kokuları birbirine karışmış şekilde bulundu.

Anneleri Hüsne Kaya birbirine sarılarak ölüme giden yavrularının ardından şu cümleleri kurdu: Her evde vardır; çocuklar birbirini kıskanır; çocukça nedenlerle didişirler. Menekşe ile Koray da öyleydi. En çok aynı odada yatmamak için kavga ederlerdi. Menekşe, ‘Koray erkek çocuk, başka odada yatsın’ derdi. İki göz odamız vardı, nerede yatacak ise... Menekşem kızardı, ama soğuk kış gecelerinde Koray’ı yatağına alıp, sarıp sarmalayıp, ısıtarak uyuturdu. Anne derdi, ‘Koray ile yattığımda ben de hiç üşümüyorum.’ Ölüme de üşümemek için birbirlerine sarılıp gittiler.”

Menekşe ve Koray’ın birlikte kalmaktan başka çarelerinin olmadığı iki göz o gecekondu 1988 yılının Eylül ayında bir gecede korkuyu harç ederek eş, dost ve akraba imecesiyle kondurulmuştur. O korkuyla karılmış kerpiç harcın kokusu Menekşe ve Koray’ın da minik ellerine de sinmiştir.

Hüsne Hanım ve İsmail Bey Sivas Katliamı’ndan sonra tekrar çocuk sahibi olmak ister. “Tek çaremiz oydu. Başka çaremiz yoktu” derler. “En azından bize can olur; az da olsa yavrularımızın acısını kapatır” diye düşünürler. 3 Ekim 1994 günü doğar kızları. Adını Menekşe Can koyarlar. Hüsne Hanım; “Menekşe kızımın adıydı. Can’ı ölen canlar için koyduk” der.

Aradan yıllar geçmiştir ne adalet gelmiştir ne de Menekşe ile Koray’ın kokusu; üstüne İsmail Bey de gitmiştir. Hüsne Hanım ve Menekşe Can baş başa, can cana kalmıştır.

Menekşe Can her büyüdüğünde Sivas’a gitmek ister ama annesinin acısı her defasında bir set gibi engeller Menekşe Can’ı. Menekşe Can Cumhuriyet Üniversitesini kazanınca set yıkılır ve annesi Hüsne Hanım ile birlikte Sivas ellerine giderler. Evet, aradan yıllar geçmiştir ama o acı Hüsne Hanım’ın deyimi ile ruhuna kazınmış bir dövme gibi durmaktadır.

Hüsne Hanım’ın acısı dile gelir ve “Hiç öyle sakinleştirici sözler söylemeyeceğim kimseye; o gün Madımak Oteli önünde, maksadı ne olursa olsun bulunan herkes, 14 yaşındaki Menekşe’m ile 12 yaşındaki Koray’ımın ölümünden sorumludurlar. Benim yüreğim yanıyor, umarım onların da vicdanı sızlıyordur” der ama ötesini getiremez. Çünkü kendi çektiği acıyı başka anaların çekmesine gönlü el vermez ve cümlelerini şöyle sürdürür; “Ama hiçbirinin evlatlarını kaybetmesini istemem yine de evlat acısı başka..."  Tıpkı Hasret Gültekin’in eşi Yeter Gültekin ve annesi Hacıhanım Gültekin’in başka anaların evlat acısı çekmesine gönülleri elvermediği için idam cezasına karşı çıktıkları gibi.  

Hüsne Hanım “Bana hayatta ne istersin? Diye sorsalar. İki şey isterim” diyor. “Biri kızım Menekşe Can’ın mutlu olması; diğeri ise Menekşe’m ile Koray’ımı rüyamda görmek”.

Evet, Hüsne Hanım 2 Temmuz 1993 gününden beri Menekşe ile Koray’ı rüyasında göremiyor. Hatta kızı Menekşe Can’ı hiç tanımadığı abi ve ablasını rüyasında gördüğü için kıskanıyor. 

Siz sadece Menekşe ile Koray’ın kokusunu değil annelerinin rüyalarını da çaldınız…

Meraklısına not: Soner Yalçın’ın 29 Haziran 2008 tarihli “İki evladını yitirmiş bir annenin hazin öyküsü” yazısını buradan okuyabilirsiniz. Yönetmenliğini Soner Yalçın’ın yaptığı Sivas katliamını ablası Menekşe’yi ve abisi Koray’ı hiç görmemiş olan Menekşe Can’ın gözünden anlatan “Menekşe’den Önce” filmini de izlemenizi öneririm.

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI