BİRTEK-SEN Genel Başkanı Mehmet Türkmen: İnsanca yaşayacak bir ücret mümkün
Birleşik Tekstil Dokuma ve Deri İşçileri Sendikası, 3 Temmuz’da 1. Kongresini gerçekleştirdi. BİRTEK-SEN Genel Başkanı Mehmet Türkmen ile hem kongreyi hem de sendikanın hedeflerine dair konuştuk.
Fotoğraf: Evrensel
Deniz KAR
Antep
Bu yılın şubat ayında çeşitli tekstil ve dokuma fabrikalarından işçi temsilcilerinin girişimiyle kurulan Birleşik Tekstil Dokuma ve Deri İşçileri Sendikası, 3 Temmuz’da 1. Kongresini gerçekleştirdi. Genel başkanın ve yeni yönetimin seçildiği kongreye, onlarca fabrikadan çok sayıda işçi katıldı. Sık sık sınıf sendikacılığı vurgusunun yapıldığı kongrede, geride bıraktığımız altı ayda yapılan çalışmalar paylaşıldı, önümüzdeki döneme dair yol haritası çıkarıldı. BİRTEK-SEN Genel Başkanı Mehmet Türkmen ile hem kongreyi hem de sendikanın hedeflerine dair konuştuk.
İŞÇİLER FAZLA MESAİYE İHTİYAÇ DUYAR HALE GELDİ
Kongrede uzun çalışma saatleriyle ilgili karar önerisi vardı. Kararda ‘Günde 7 saat, haftada 5 gün, yani haftalık en fazla 35 saat çalışma, haftada en az 2 tam gün dinlenme ve yıllık en az bir ay izin hakkının işçiler içerisinde bir talebe dönüşmesi’ ifadeleri yer alıyordu. Bugün işçiler içinde pazar günleri de dahil fazla mesai yapma yaygın bir istek gibi görünüyor. İşçiler içinde yaygınlaşan bu durumun sebebini nasıl açıklıyorsunuz?
Fazla çalışma isteği işçilerin fazla çalışmayı sevdiklerinden değil, aldıkları ücret artık geçinmeye yetmediğinden. İşçiler fazla mesaiye ihtiyaç duyar hale geldiler. Bunun çarpıcı örnekleri de oluyor. Şubat ayında yaşanan grevlerde işçilerin taleplerinden biri de ayda dört ya da üç pazar mesai yapma garantisi istemesiydi. Bunun için patronla pazarlık yapar hale geldi işçiler. İşçilerin fazla mesaiye muhtaç olmadan, pazar tatilinden vazgeçmeden insanca yaşamaya yetecek bir ücret talebiyle mücadele etmek yerine fazla mesai talep eder hale gelmesi bir yandan da işçi hareketinin düzeyini gösteriyor.
İşçiler içinde bu durum yaygınlaşırken bunun bir talep olarak öne çıkması nasıl mümkün olacak?
Biz, işçilerin fazla mesaiye muhtaç olmadan, insanca yaşamasına yetecek bir ücret elde etmesinin mümkün olduğunu ve bunun için de örgütlü hareket etmesi gerektiğini düşünüyoruz. İşçi sınıfı örgütlü olmadıkça, örgütlü olarak elde edilebilecek talepler ne yazık ki gündemine girmiyor. O yüzden bunların elde edilebilir talepler olduğu görüşü, işçi sınıfı içinde yaygın bir propaganda ve örgütlenmeyle mümkün olabilir. Teknolojinin, üretim tekniğinin bu kadar geliştiği ve işsizliğin bu kadar arttığı bir dönemde artık 35 saatlik çalışma süresi, yani haftada 5 gün, günde 7 saatlik çalışma süresi için mücadelenin önemli bir karar olduğunu düşünüyoruz. Bunun için mücadele önümüzdeki dönemin en önemli gündemlerinden biri olacak.
İŞÇİ SINIFININ KENDİ TARİHİNDEN ÖĞRENMESİ GEREK
Kongrede yoksulluk sınırı üzerinde ücret için mücadele çağrısı da yapıldı. Yoksulluk ve açlık sınırı rakamları bugün işçiler içinde ne kadar tartışılır durumda? Bunun işçiler içinde bir talebe dönüşmesi için nasıl bir çalışma yürütülecek?
İşçiler içinde ne yazık ki bir talep olarak tartışılır durumda değil. Bunun talep olmaması, işçi sınıfının ihtiyacı olmadığı anlamına gelmiyor. Bunun sebebi, işçilerin bugünkü mücadele düzeyi, bugünün güç dengeleri. Bunu işçilerle tartıştığımızda, ‘Memlekette artık mühendis, doktor bile bu ücreti alamıyor, biz nasıl alacağız?’ diyor ve talebini ona göre belirliyor. Bunu belirlerken, ‘Bu hükümet, bu patron bundan daha fazlasını bize vermez’ gibi bir anlayış var. Türkiye’de ’89 bahar eylemleri, maden işçilerinin mücadelesi gibi mücadelelerde, daha düşük taleplerle başlayıp, mücadele ilerledikçe taleplerin daha da yükseldiğini ve daha ileri kazanımlarla sonuçlandığını biliyoruz. Mesela Ünaldı grevinde yüzde 50 zam talebiyle başlayan direniş, yüzde 100’e yakın bir zamla sonuçlanmıştı. Ama işçi sınıfının kendi tarihinden de öğrenmesi gerekiyor. Türkiye’de bugünün genç işçi kuşakları yakın tarihin işçi hareketinin birikiminden yoksun. Bizim işçi hareketinin mücadele deneyimini genç işçi kuşaklarına anlatmak, bu konuda özellikle ileri işçileri eğitmek ve bu tür talepler için mücadelenin gerçekleşebilir olduğunu göstermek gibi bir sorumluluğumuz da var.
Çeşitli çevrelerde, ‘Ücretlerde yaşanacak yükselme enflasyonu da tetikler’ şeklinde bir yaklaşım var…
Bu aslında işçileri enflasyonun altında ve sefalet koşullarında yaşamaya mahkum etmeye hizmet eden bir anlayış. Enflasyon dediğimiz şey, işçi sınıfının kazanımlarının, birikimlerinin sermayeye aktarılması anlamında bir servet transferi işlevi görüyor. Enflasyonun yüksek olduğu koşullarda bir avuç zenginin kârı büyük oranda artarken işçi sınıfının kazanımları ve geliri eriyor. Gelir dağılımındaki uçurum da gittikçe büyüyor. Enflasyonu düşürmenin yolu da işçilerin daha az ücret talep etmesi, işçilerin zam talebinden vazgeçmesi değil. Tam tersine en son aralıkta işçi ücretlerine zam yapıldı, ocakta yansıdı. Ocaktan sonra hiçbir yerde zam yapılmadı ama enflasyon artmaya devam etti. Son 6 ayın gerçek enflasyonu yüzde 70’in üzerinde. Siz hiç zam yapmasanız da enflasyon sürekli artmaya devam ediyor. Sadece bu bile bunun doğru olmadığını göstermeye yeter. Ücretlerin yükselmesi de elbette gerçekleşebilir bir durum ve örnekleri var. Ünaldı grevinden sonra halı dokuma işçilerinin ücretleri oldukça yükselmişti ve bugün asgari ücretle kıyasladığımızda dokuma kalfasının aldığı ücret asgari ücretin 4 katıydı. Bugün aynı düzeyde olsa yoksulluk sınırının üzerinde bir ücret demek. Bu zaten daha önce gerçekleşmiş ve gerçekleşebilmesi mümkün olduğu defalarca kanıtlanmış bir şey.
Önümüzdeki dönem işçileri ekonomik ve siyasal alanda neler bekliyor? Sendikalara önümüzdeki dönem düşen görevler neler?
Önümüzdeki dönem işçi hareketinin en önemli gündeminde bence ücretler ve ek zam talebi olacak. Çünkü Türkiye’de ekonomi hükümetin uyguladığı ekonomik politikalar yüzünden kötüye gidiyor ve bunun da bütün faturası emekçilere yıkılmış durumda. Bunun, işçiler içinde öfke biriktirdiğine, ciddi patlamalara gebe olduğuna inanıyoruz çünkü işçiler geçinemiyor artık. Türkiye’de sendikalılık oranı zaten çok düşük, yüzde 13 gibi bir sendikalaşma oranından bahsediliyor. Toplu sözleşmeli çalışan oranına baktığımızda bu oran yüzde 5’e kadar düşüyor. Buna rağmen, bu yüzde 5’in örgütlü olduğu sendikalar bile kararlı bir tutum alsa, işçi sınıfının bugün karşı karşıya olduğu bu saldırı, bu yoksullaşma karşısında bir mücadele cephesi kurulursa, işçi sınıfının örgütsüz kesimlerini de etrafında birleştirecek bir mücadeleyi örgütlemek mümkün. Ama ne yazık ki uzun süredir sendikalarda bu yönde eğilim çok zayıf. Kendi örgütlü oldukları fabrikalardaki işçilerin çıkarlarını bile savunamaz durumdalar. Yapılan toplu sözleşmelere baktığımızda sendikalar, enflasyon farkının yansıtılmasını bir kazanım olarak kabullenmiş durumda. Türkiye’deki bütün sendikaların, emek örgütlerinin başta ücretler, işçilerin enflasyona ezdirilmesi karşısında, insanca geçinecek bir ücret, insanca çalışma koşulları talepleri etrafında çok daha güçlü bir birlikteliği ve ortak bir mücadele cephesini örmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu birlik etrafında işçi sınıfının ve emekçilerin ortak mücadelesini örgütleme görevimiz olduğunu düşünüyoruz. Bu vesileyle Türkiye’deki bütün sendikalara da böyle bir birliği, böyle bir mücadele cephesini örgütlemek için çağrı yapıyoruz.
"HEDEFİMİZ ÜLKE GENELİNDE ÖRGÜTLENMEK"
Sendika Antep’teki çeşitli fabrikalardan işçi temsilcileriyle birlikte kuruldu. Örgütlenme Antep’le mi sınırlı, yoksa ülkede tekstil iş kolunun yoğun olduğu bölgelerde örgütlenme başladı mı?
Sendikamız Antep’te 15 civarında fabrikadan işçi temsilcilerinin girişimiyle, Antep’teki işçi hareketinin birikimi üzerine ve son dönem Urfa’da özellikle Özak Tekstil ve Uğur Tekstil direnişlerinin birikimi, oradaki mücadeleye öncülük eden işçilerin girişimiyle kuruldu. Bir süredir Antep dışında da özellikle birkaç bölgede sendikamızın çalışması var. Bunlara örnek, Adana, İstanbul, Trakya, Denizli, Uşak gibi bölgeler. Bölgede de Antep dışında Urfa, Malatya başta olmak üzere pek çok bölgede sendikamızın faaliyeti var. Burada bizimle ilişkiye geçen işçiler var. Belirlediğimiz temsilci arkadaşlar var. Bir süre önce bütün bu saydığımız bölgeler başta olmak üzere, tekstil iş kolunun yaygın olduğu işçi havzalarında dağıtmak üzere on binlerce broşür hazırladık. Bazı yerlerde dağıtımı başladı. Kongremizde de yine Uşak’tan, İstanbul’dan ve Urfa’dan işçi temsilcileri de sendikamızın yönetiminde yer aldı. Bundan sonraki hedefimiz de sendikanın ülke genelinde örgütlenmesi şeklinde olacak.
YERLİ VE MÜLTECİ İŞÇİLER BİRLİKTE MÜCADELE ETMELİ
Bugün göçmen işçiler en çok hangi iş kollarında çalışıyor, tekstil iş kolunda göçmen işçilerin oranı nedir ve çalışma koşulları ne durumda?
Mülteci işçiler hizmet, inşaat, tarım gibi pek çok iş kolunda çalışıyor ve en yaygın biçimde çalıştıkları iş kolu tekstil. Konfeksiyon atölyelerinde işçilerin büyük çoğunluğunu Suriyeliler oluşturuyor. Bunların tamamı kayıt dışı, sigortasız, 12 saat, asgari ücretin altında ücretle çalışıyorlar. OSB’deki fabrikalarda da çok sayıda işçi var ama yaygın değil. Çünkü çalışma izni alarak kayıtlı çalışanların sayısı çok az.
Göçmen işçilerin çalışma ve yaşam koşulları yalnız onları mı ilgilendiriyor?
Sermayenin, mülteci işçilerin ucuz iş gücü olarak kullanmasını, yerli işçiler üzerinde bir şantaj olarak kullandığını, yerli ve göçmen işçileri amansız bir rekabete zorladığını görüyoruz. O yüzden mülteci işçilerin kayıtlı, sigortalı ve yerli işçilerle aynı haklara sahip olması için, yerli ve mülteci işçilerin birlikte mücadele etmesi gerekiyor. Patronların göçmen işçileri ucuz iş gücü olarak, yerli işçilerin işini tehdit eden, yerli ve göçmen işçileri rekabete zorlayan, sömürüyü daha da ağırlaştıran bir koz olarak kullanmasının önüne böyle geçebiliriz.
Kimi ırkçı çevrelerin propagandası ve söylemlerinin de etkisiyle yerli işçiler içinde mülteci işçilere yönelik ciddi ön yargılar var. Mülteci işçilerin yerli işçilerin işlerini elinden aldığı, onların yüzünden daha kötü koşullarda çalışmak zorunda kaldıkları şeklinde. Mülteci işçileri işçi sınıfının bir parçası olarak görmek, onlara düşman olmak yerine, hepimizi birden sömüren patronlara karşı birleşip mücadele etmek işçi sınıfı için çok daha mantıklı bir ihtiyaçtır diye düşünüyoruz.