Yazar İsmail Biçer: Temel sorun şiirin günlük hayatta varlık alanını yitirmiş olması
İsmail Biçer, "Şairsel Mevzular"da şairler, yazarlar, aydınlar, edebiyat ve şiir dünyasını çok yakından ilgilendiren konular, kendi alanlarında ilgi gören yapıtlara dair düşüncelerini paylaşıyor.
İsmail Biçer ve 'Şairsel Mevzular' adlı kitabının kapağı | Fotoğraf: Kadir İncesu
Kadir İNCESU
İsmail Biçer’in 2007’den bugüne uzanan dergi, gazete ve gazetelerin kitap eklerinde yayımlanan inceleme-deneme türündeki yazıları, “Şairsel Mevzular” adıyla Ayrıkotu Kitap’tan çıktı. Biçer, yeni kitabında şairler, yazarlar, aydınlar, edebiyat ve şiir dünyasını çok yakından ilgilendiren konular, kendi alanlarında ilgi gören yapıtlar üzerine düşüncelerini paylaşıyor. Yalın, çarpıcı bir dilin kendini rahatlıkla gösterdiği, bilgelik taslamadan okuru içtenlikli ve sorgulayıcı bir yolculuğa çıkaran “Şairsel Mevzular” ekseninde, Biçer’le konuştuk.
Bir şairin, yazarın ya da sanatçının “çok yönlü” olması gerektiğini, hangi nedenlerden dolayı bir zorunluluk olarak görüyorsunuz?
Bir şairin, yazarın veya sanatçının, kendi alanlarında iyi ve kalıcı ürünler verebilmesi, onun çok yönlü ve hayata dair çok geniş bir pencere kurmasından geçer. Bunun bende olduğunu iddia etmiyorum, hiç öyle bir iddiam da yok. Ancak iz bırakmış yazar ve sanatçıların, entelektüel donanımları olduğunu ve hatta birer “düşünce insanı” olduklarını görüyoruz. Bu anlamıyla; bizden de, dünyadan da sayısız örnekler (isimler) sıralayabiliriz.
Yeni kitabım “Şairsel Mevzular”ın ilk yazısı olan “Şairin Düşünürlüğü Üzerine Kısa Bir Deneme” başlıklı yazımda, bu konuyu şöyle dile getiriyorum: “Elbette, her sanatçının (yazın ve şiir ustasının) uzmanlık alanı, yoğunlaştığı ve kendini ifade ettiği alandır. Ama çok yönlü bir sanatçı (şair-yazar) için, bunun geçerli bir durum olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü o, kendi türü dışında da eserler ortaya koyabilir. Hem şair hem romancı, hem romancı hem şair ya da denemeci olabilir. Bu onun çok yönlülüğünün göstergesidir. Sürekli okuyan ve okuduklarını yazıya döken kalem, belli bir süre sonra kendiliğinden düşünce üretmeye ve bu ürettiğini aktarmaya, sınırlarını genişletmeye başlar.”
"ŞAİR, KENDİ KİMLİĞİ İLE VARDIR"
“Şairin düşünürlüğü” üzerinden devam edersek; şair yalnızca “şair” olarak kalsa…
Elbette kalabilir. Şair, kendi kimliği ile vardır. Benim bu konuda dile getirmeye çalıştığım, şairin güçlü ve kalıcı dizeler üretmesinin altında, dünyayı çok iyi taramış olması yatmaktadır. Dünyayı çok iyi tarayan bir şairin birikimlerinin, azımsanmaması gerekir.
Şair nasıl bir düşünce yapısında olmalı ki, “düşünür” olarak adlandırılabilsin?
Yaşamın içerdiği her konuya ve olaylara, son derece ciddi bakmalıdır. Ciddi bir bakış açısı geliştiremediğiniz her konuya eksik ve sağlıksız bakmış olursunuz. Bir konuyu, bir sorunu var eden birden fazla etmen vardır. Tüm bunları içine alan bir bakış açısı geliştirmeniz gerekir. Tüm bunların ötesinde, bu bakış açıları ve yöntemleri çalışmalarınıza sirayet etmeli ve kendini orada göstermeli. Çeşitli nehir kollarının bir araya gelerek, denizleri ve okyanusları oluşturması gibi.
"ŞİİR DIŞINDAKİ ÇALIŞMALAR BENİM ARA DURAKLARIM"
“Şairsel Mevzular” deyince okurun aklına ilk anda neler geliyor; bu konuda şairin ve okurun önceliklerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Farklı bulduklarını dile getiriyorlar. Sürekli şiir kitapları ya da şiir üzerine kitaplar yayımlayan bir şairden, beklemedikleri bir şey olabilir. Ancak bu yeni bir durum değil. Bizim şairlerimizin çoğu benzer çalışmalar yaptı, yapmaya da devam ediyor. Dünyada da böyle… Hatta benzersiz örnekler var; okumaya doyamadığımız.
Öncelik boyutunu ele alacak olursak; bir şairden, şiir kitapları beklenir. Bu son derece doğal… Ancak bilinmeli ki; şiir dışında gerçekleştirdiğim deneme-inceleme, söyleşi ve öykü türündeki çalışmalar benim ara duraklarım. Bu durakları da oldukça seviyor ve önemsiyorum; hepsinin birbirini beslediğine inanıyorum. Elbette okuru da…
Günlük hayatta sınırlı sayıda sözcüğün kullanıldığı bir gerçek… Okurun, şiirdeki imgeye ulaşması, bu açıdan bakıldığında bir sorun yaratmıyor mu?
Günlük hayatın diliyle, şiirin dili çok farklı… Dolaşımdaki dil üzerinden sadece şiiri değil, edebiyatın diğer türlerini de anlamakta zorlanırsınız. Şiir kendini imgeler üzerinden yaratır. Bu nedenle; şiir anlatan değil, çağrıştıran bir dile sahiptir. Günlük hayatın dili üzerinden yaşamını idame eden birinin, şiirin dilini (imgeyi) yadırgaması son derece doğal… Ancak bunun yaratacağı en büyük sıkıntı; günlük hayatta sınırlı sözcüklerle hareket etmenizdir ki, bu da başka insanlarla iletişiminizi ve günlük hayattaki başarınızı kısıtlar hale getirmesi. Dilinizi yeni ve farklı sözcüklerle zenginleştirmediğiniz sürece, çorak yaşamaya mahkum kalma tehlikeniz vardır.
"ŞİİR ESKİ ÖNEMİNİ VE İNCELİĞİNİ YİTİRMİŞ DURUMDA"
Günümüz şiirinin temel ve sürekli sorununun ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Birincisi; günümüz şiirinde bir sorun var mı? İkincisi; varsa, bu süreklilik arz eder mi? Birincisinden yola çıkacak olursak: Şiir eski önemini ve inceliğini, bir hayli yitirmiş durumda. Değişen dünya koşulları, toplumların (insanların) önceliklerini de değiştirdi. Bambaşka bir çağ ve o çağın yarattığı bir insan modeli oluştu. Duygu dünyasından akıl dünyasına uzanan, daha doğrusu bireyin kendini hayat karşısında garantiye aldığı ve bunun savaşını verdiği bir yaşam biçimi oluştu. Şiirin, edebiyatın, sanatın, kültürel değerlerin yerini sanal ve finans değerler aldı. Böyle bir durumda, şiirin var olma ve yaşama imkanı neredeyse kalmadı.
İkincisi; bu durum değişebilecek gibi görünmüyor. Sürekli bir sorun… Şairlerin bunun önüne geçecek gücü yok. Bizde de, dünyada da böyle. Toparlayacak olursam: Şiirin temel sorunu, şiirin kendi içinde yaşadığı sorun değil. Bu olmuş olsaydı, bir şekliyle aşılır ya da olması gereken (şiiri besleyen) bir tartışma boyutunda kalırdı. Temel sorun; şiirin günlük hayatta, değişen dünya koşullarının yarattığı öncelikler karşısında, varlık alanını yitirmiş olması.