13 Temmuz 2022 04:44

Orman yangınları: Gerçeğe ‘idam’ perdesi

İstanbul Valiliği ormanlara girişi yasakladı. Fakat yasak tabiat parklarını, mesire yerlerini ve ormanlarda kurulmuş her türlü tesis ve işletmeyi kapsamıyor. Yani işin içinde para varsa yasak yok!

Arşiv | Fotoğraf: DHA

Paylaş

Meltem AKYOL
İstanbul

Resmi verilere göre Türkiye’deki ormanlar 1973’ten beri artıyor. Gerçek ise verilerden farklı. Türkiye'de 1980'li yıllardan bu yana ama özellikle de 2000’li yıllardan sonra 748 bin hektar orman amacı dışında kullanılmak üzere şahıslara, şirketlere ya da kurum ve kuruluşlara tahsis edilerek madencilikten enerjiye, turizmden ulaştırmaya geniş bir yelpazede kullanıma açıldı. Yine 1970’lerden bu yana 620 bin hektarlık alan orman alanı dışına çıkarıldı.

Verili gerçek böyle iken 2021 temmuz ve ağustosundaki yangınlarda 140 bin hektar ormanlık alan zarar gördü, geride bıraktığımız haziran ayında Marmaris’te çıkan yangında da zarar gören ormanlık alana 4 hektar daha eklendi. Dahası bu temmuz ortasından itibaren orman yangınları tehlikesinin artacağı öngörülüyor. Ve bu somut gerçek son günlerde kundaklama, ‘terör’, idam, uçak-helikopter tartışmalarının gölgesinde kalıyor. Yangın riskindeki artışı ve ormanların durumunu konuştuğumuz İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cihan Erdönmez uyarıyor: 2032 yılında yine aynı şeyleri konuşmak istemiyorsak önlem almak zorundayız!

10 YANGINDAN 9’U İNSAN KAYNAKLI

Son dönemde orman yangınlarında idam cezası tartışılıyor, mesele cezaların yetersizliği mi? Orman yangınlarının nedenleri neler?

Öncelikle idam cezası tümüyle karşı olduğum bir uygulama. Türkiye’nin de bunu çoktan gündeminden çıkarmış olması lazım. İdamın gerçek sorunları kapatıp kamuoyunu oyalamak için ortaya atıldığını düşünüyorum.

Bugüne kadar pek çok konu için gündeme getirildi. İktidar partileri özellikle çok sıkıştıklarında kamuoyunda tartışmaları belli bir kanaldan alıp başka bir yöne yönlendirmek istediklerinde böyle birkaç laf söyleyip insanları gerçek sorunlardan uzaklaştırıyorlar. ‘Terör’ amaçlı kasıtlı çıkarılan orman yangınlarında insanlar ölürse zaten müebbet hapis cezası olduğunu söyleyeyim. İdamdan sonraki en yüksek ceza veriliyor. Kaldı ki bu cezanın verildiği bir durum da yok bugüne kadar. Ortada olmayan bir duruma ceza üretmenin yangınları önlemek açısından nasıl bir yararı olacak? Bunlar konuyu ana hattından çıkarmak için yapılan tartışmalar.

Yangınlar çoğunlukla kasıtlı olarak mı çıkarılıyor?

Hayır. Son Marmaris yangınını kasıtlı olarak birisinin çıkardığı söylendi ama çoğunluk bunlardan oluşmuyor. Orman Genel Müdürlüğünün istatistiklerine göre yangınlar çoğunlukla kaza ve ihmal nedeniyle çıkıyor. Her on yangından dokuzu insan kaynaklı. Geri kalan bir tanesi de yıldırım düşmesi nedeniyle çıkıyor.

İnsan kaynaklı yangınların çoğu da ihmal kategorisine giren yangınlar. Anız yakarken ateş sıçraması, sigara izmariti, çoban ateşi, elektrik nakil hatlarından çıkan kıvılcım, avcıların yaktığı ateş vs… Örneğin Orman Genel Müdürlüğünün istatistiklerine göre yılda ortalama olarak çıkan 2 bin 500 yangının 144 tanesinin nedeni sigara izmariti. Aynı istatistiklere göre ‘terörist’ amaçlarla çıkarılan yangın sayısı yılda 5-6 civarında. Doğru saptamak lazım; gerçek neden insan, çoğunlukla da kaza. Çözümü de burada aramak lazım.

PARA VARSA YASAK YOK

Peki yangınların temel nedenlerine ilişkin atılan adımlara dair sizin değerlendirmeniz nedir?

Büyük yangınları söndürmek çok zor ve maliyetli. Yangının çıkmasını engellemek hem daha az para hem de daha az emek harcayarak gerçekleştirilebilecek bir hedef. Orman Kanunu’nun 74. Maddesi mülki amirlere yetki sınırları içerisindeki ormanlara giriş çıkış yasağı koyma ve ormanlardaki her türlü faaliyeti tatil etme yetkisi veriyor. Tabi bu karar orman idaresinin ‘büyük bir risk var, havalar sıcak vs. sınırlama getirelim’ talebiyle oluyor. Sınırlamalar da yapılıyor aslında.

Örneğin, 3-4 Haziran tarihlerinde İzmir'de 50 kişilik kalabalık bir grupla İzmir ormanlarında bir farkındalık gezisi yapıyordum. Valilik haziran ayı içerisinde ormanlara giriş çıkışı kısıtlamıştı. Ama bu yasak rekreasyon faaliyetlerine ayrılmamış ormanlarla sınırlıydı. Mesela Yamanlar Dağı’ndaki Karagöl Tabiat Parkına giderken jandarma ‘buyurun geçebilirsiniz’ dedi. Eğer doğa yürüyüşü için ormana gidiyoruz deseydik yasak diyecekti. Tabiat parkı korunan alan olmasına rağmen yoğun kullanıma açılmış bir rekreasyonel alan. Türkiye’nin tabiat parklarının çoğu öyle korunan alan falan değil, koruma kağıt üzerinde. Kapıda kasıtlı olarak sordum, ‘ateş yakabiliyor muyuz?​’ diye. ‘Yerde yakmamak kaydıyla, mangalınız varsa yakabilirsiniz’ dediler.

Valiliğin yasağı para ödemeden ormana gidip yürüyüş yapacak veya altına örtüsünü serip piknik yapacak vatandaş için geçerli. Ama işletmeciye kiralanmış, sözde korunan alanlara para vererek girmeye niyetliyseniz girebiliyor üstelik orada ateş de yakabiliyorsunuz.

İstanbul Valiliği temmuz sonuna kadar ormanlara girişi yasaklamış. Fakat bilin bakalım yasak neleri kapsamıyor? Tabiat parklarını, mesire yerlerini ve ormanlarda kurulmuş her türlü tesis ve işletmeyi. Yani işin içinde para varsa yasak yok!

Madenler var, oteller, turistik tesisler var, villalar var, çöplükler var. Maden işletmeleri ormanın içinde kütür kütür dinamit patlatıyor. Bunlarla ilgili hiçbir yasak yok. Yani 74. maddenin göstermelik uygulanması.

"YANGIN BÜYÜDÜKTEN SONRA UÇAK BİR ŞEY DEĞİŞTİRMİYOR"

Bir de uçak, helikopter tartışması var. Mesele yalnızca uçak mı, nasıl bir organizasyon gerekiyor, dahası sorun nerede?

Uçak ve helikopterler, yani hava araçları, elbette kara ekiplerinden hızlı hareket ediyorlar. Dolayısıyla hızlı hareket etmek gibi bir avantajları var ama Türkiye’de ormanların olduğu arazilerin çok engebeli olması gibi bir dezavantajları var. Özellikle uçak, arazi engebesine uygun hareket etme serbestliğine sahip bir araç değil. Çoğunlukla yangına yaklaşmadan suyu bırakmak zorunda kalıyor. Ayrıca uçak, su deposunu boşalttıktan sonra tekrar doldurabilmek için çok büyük bir su yüzeyine ihtiyaç duyuyor. Bu ya büyük bir göl ya da deniz olacak veya bir havaalanına inecek ve orada pompalarla deposu tekrar dolacak bu da zaman alıcı bir şey. Helikopter daha esnek ama daha yavaş hareket ediyor, deposu da daha küçük.

Hava araçları Türkiye’deki orman yangınlarının ilk çıktığı 15-20 dakikada hadi diyelim yarım saatte çok önemli çünkü bu noktalarda yangın henüz çok büyümemiş oluyor. Dolayısıyla uçak ve helikopterlerle hızlıca bu yangınlara müdahale etmek yangınların söndürülmese bile büyümeden kontrol altına alınmasını sağlayabilir. Uçak ve helikopterler çok önemli, ancak yangın büyüdükten sonra uçak-helikopter olması çok bir şey değiştirmiyor.

Her yangının kendisine has koşulları var. Yangının nerede çıktığı, arazi yapısı, hava sıcaklığı, bağıl nem, rüzgar gibi pek çok faktör var.

Bu sene Marmaris yangınında birinci gün tamamlandıktan ve yangın en üst noktaya geldikten sonra uçak ve helikopterle kontrol edilemedi. Ki Marmaris yangınında uçak ve helikopter vardı ama 3 günde ancak söndürülebildi. İyi bir yangın söndürme operasyonunun iyi bir uçak ve helikopter ayağı olmalı ama uçak ve helikopterin yangının hangi aşamalarında etkili olacağının da çok iyi bilinmesi lazım.

Öbür taraftan yangın söndürme büyük bir organizasyon. Orman Genel Müdürlüğü 183 yıllık bir kuruluş, bu organizasyonu aslında iyi yapan bir kurum. OGM Türkiye’nin nadir başarılı kamu kurumlarından birisi aslında. Tarihsel süreç olarak söylüyorum. Günümüzde bir takım ciddi başarısızlıklar var, o başarısızlıkların da nedenleri var.

Nedir o nedenler?

Birincisi OGM kendi norm kadro çalışmalarına göre yaklaşık 80 bin personelle çalışması gereken bir organizasyon ama çalışan personel sayısı 38-39 bin civarında.

İkincisi yıllar itibariyle memur ya da sürekli işçi kadrosundaki çalışanların sayısı hep azalırken sözleşmeli mühendis, danışman mühendis, geçici işçi, sözleşmeli işçi gibi kadro garantisi olmayan, hele böyle siyasetin bütün ağırlığıyla her şeye çökmüş olduğu bir ortamda yarın ne olacağını bilmeyen insanların sayısının artması çok olumsuz bir durum.

Üçüncüsü bütün kamu kurumlarında ağır bir şekilde hissettiğimiz liyakatin olmaması nedeniyle pek çok bilgili, yangın konusunda deneyimli personel, mühendis pasif görevlerde bir kenarda tutulurken; işini bilmeyenler yetkili durumda.

‘BAKANLAR GİDİP ALANDA YANGIN YÖNETİYORLAR, BU OLACAK İŞ DEĞİL’

 Peki 2021’deki dev yangınlardan hiç ders alınmadı mı?

Görünen o ki uçak ve helikopter konusunda birtakım adımlar atıldı, geçici işçi sayısının artırılması konusunda birtakım adımlar atıldı. Biraz sözleşmeli mühendis daha alındı ve biraz daha alınacak gibi görünüyor. Göstermelik düzenlemeler yapılsa da organizasyonun bilgi ve deneyimin merkezinden yönetilmesi doğrultusunda yapılan hiçbir iyileştirme yok. O nedenle orman yangınlarıyla mücadele konusunda iyi sonuçların alınacağını öngörmüyorum.

Geçen sene Bakan Bekir Pakdemirli’ydi, kendisi işletmeci. Bu sene de Vahit Kirişçi, ziraat mühendisi. Ben orman mühendisiyim, bazı orman yangını deneyimlerim var ama bugün bana deseler ‘git şu yangını sen yönet’ diye ben yönetemem derim. Bu bir uzmanlık işi. Ama bakanlar gidip alanda yangın yönetiyorlar. Bu olacak iş değil.

Bakanların yapması gereken Ankara'da kalıp yangını gerçekten yönetebilecek liderlerle temasta olmak, onların ihtiyaçlarını öğrenip karşılamak; uçaksa uçak, insansa insan, ilaçsa ilaç. Bilir bilmez talimatlar vererek işi tümüyle karışık hale getiriyorlar. Tabi onlar kendilerince siyasi şovları yapmış oluyorlar. Yangın alanına gittik, yangını denetledik, kontrol ettik, görevimizin başındayız. Sizin görevinizin başında olacağınız yer orası değil.

"OTEL İÇİN YAKTILAR" ALGISI

Yangın sonrası ya hemen ağaçlandırma ya da ‘kesin otel yapacaklar’ tartışmaları yapılıyor. Yangın sonrası ne yapılmalı?

Bir kere ‘Yangınlar otel yapmak için çıkarılıyor ya da yanan alanlar otele dönüştürülüyor’ bilgisini lügatimizden çıkarmamız lazım. Anayasa'nın 169. maddesi ‘yanan alanlar hızlıca ormanlaştırılır, başka amaçlarda kullanılamaz’ talimatı veriyor. Anayasa’nın her talimatı bu ülkede yerine getirilmiyor biliyorum ama bu talimatı yerine getiriliyor. Ki zaten turizm teşvik kanunun 8. maddesine göre ormana otel yapmak isteyenlere orman alanları zaten tahsis edildiği için buna ihtiyaç bile duymuyorlar.

Bu toplum arasında sezgisel bir kaygı. Ülkede her şey o kadar ters gidiyor ki bu da kesin o amaçla yapılıyordur diye düşünüyor insanlar. Bodrum Güvercinlik’te yanmış alana yapılan otel mesela, oradaki orman zaten yanmadan turizm tesisi yapılmak üzere şirkete tahsis edilmiş. Yangından sonra da şirket otel yapmış.

Ağaçlandırma tartışmasına gelirsek, Akdeniz kuşağı ormanları büyük oranda yangından sonra kendini yenileme potansiyeline sahip. Ama bu her metrekare toprakta işlemiyor olabilir. Yanan alanın bazı yerlerinde ana kaya ortaya çıkmış ve çimlenecek toprak kalmamış olabilir, bazı yerlerde ağaçlar yeterince tohum dökmemiş olabilir bazı yerlerde yeniden yeşerecek bitkilerin kökleri de yanmış olabilir… Dolayısıyla yapılması gereken yanan alanın her noktasının ince ince analiz edilmesi. Marmaris’teki yangında yanan 4 bin hektar alan için de önerdiğim yöntem bu. Ancak bunun önünde pek çok engel var, biri odun üretimi.

YANAN AĞAÇLAR BİRİLERİNİN AVUÇLARINI KAŞINDIRIYOR

Ne tür bir engel odun üretimi?

Türkiye'de ciddi bir odun arz açığı var. Orman endüstri kuruluşları daha fazla odun üretimi için Orman Genel Müdürlüğünün ensesinde her daim. Ve yanan ağaçların da bir ekonomik değeri var. Ve bu ekonomik değer birilerinin avuçlarını kaşındırıyor. O odunun piyasaya arz edilmesi için baskılar yapılıyor. Bu baskılar sonucunda da Orman Genel Müdürlüğü maalesef geleneksel odun üretim yöntemlerini epeydir terk etti. 1990’ların sonundan itibaren dikili satış diye bir yöntem uyguluyor. Dikili satış yönetimi ağaçların daha arazideyken bir müteahhide ihale edilmesi demek. Yani kesilecek ağaçları orman işletmesi damgalıyor ama araziye girip kesmek, taşımak, depoya getirmek, satmak, pazarlamak müteahhide ait. Yangınlardan sonra çok büyük alanları ihale ediyor Orman Genel Müdürlüğü, bir an önce yanmış alandaki odunların kesilerek alandan uzaklaştırılması için. Halbuki peşimizden bizi kovalayan bir şey yok, bu gerekirse iki seneye de yayılabilir. Ama temel amaç ‘bir an önce piyasaya sürülmesi’ oluyor.

Büyük müteahhitler de fazla sayıda makine ile araziye giriyorlar, yollar açılıyor. O iş makineleri toprağı eziyor, sertleştiriyor, tohumları eziyor. Kök ve gövde sürgünü verecek bitkiler tahrip oluyor. Odun üretimi yapılıp müteahhit araziden çıktıktan sonra ormanların kendini yenileme potansiyelinin büyük bölümü tahrip edilmiş oluyor. Dolayısıyla sonrasında ağaçlandırma yapmaktan başka çare kalmıyor. Yani bir sürü iç içe geçmiş yanlışlık var. Bir tanesini düzeltmekle düzelmez.

ORMANLAR RANT İÇİN PARÇALANIYOR

Bütün bu tartışmalar ve hayhuy içerisinde önemli bir çalışmaya imza atınız. “Türkiye Ormancılığı: 2022, Türkiye'de Ormansızlaşma ve Orman Bozulması” kitabı 13 bilim insanının katkısı ile yakın zamanda çıktı. Orada çok dikkat çekici noktalar var. Bunlardan biri Türkiye’de ormanların parçalanarak ranta açılması…

Aslında ormanlar parçalandığı için ranta açılmıyor, ranta açıldığı için parçalanıyor. Nasıl ranta açılıyor? İşte maden işletmelerine veriliyor ormanlar, turizm işletmelerine veriliyor, havalimanı yapılıyor, yol yapılıyor, çöplük yapacak, barınak yapacak diye belediyelere veriliyor. Yani düşünsenize Tunceli Belediyesinin ‘komünist başkanı’ bile katı atıklar bertaraf tesisini ormana yapıyor. Proje 2013-2014’te başlamış ama o da projeyi savunuyor ve devam ettiriyor. Ormanın içerisinde termik santral olabilir mi, var ama. Ormanda nükleer santral yapılır mı, yapılıyor. Bunların hepsi rant kapısı. Bu şekilde ormanlar değişik değişik amaçlarla ormancılık dışı kullanımlara tahsis edildiği için o bu tahsisler ormanların parçalanmasına yol açıyor.

Orman Genel Müdürlüğünün rakamlarına göre 2008-2019 yılları arasında 10 hektardan küçük orman parçalarının sayısı yaklaşık yüzde 118 artarak 56 binlerden 120 binlere ulaşıyor. Yani ormanlar paramparça oluyor. Buna karşılık daha büyük orman parçalarının miktarı azalıyor.

Bu şu anlama geliyor. Büyük, kompakt, ekolojik olarak güçlü ormanlar daha küçük ve ekolojik açıdan daha zayıf parçalar haline dönüşüyor. Bin hektarlık ormanı bin parçaya bölerseniz birer hektarlık bin tane orman elde etmezsiniz. Ağaçlık alanlar elde edersiniz, ormanı orman yapan ekolojik ilişkiler bozulur.

OGM 2019 raporunda ormanların farklı farklı amaçlarla tahsis edildiğini yazıyor. Onların söylemediği tek şey bunun rant nedeniyle olduğu.

Hiçbirimizin aklının almayacağı kadar parası olan bir holding sahibi üniversitesini ormana yapıyor. Taş, kum gibi her yerden çıkarılabilecek, eften-püften şeylerin bile ormandan çıkarılması için orman ekosistemi tahrip ediliyor.

KAZ DAĞLARI’NDA KAZILMIŞ ALAN DA ORMAN GÖRÜNÜYOR

Türkiye'de ormanlar artıyor mu?

1973’ten bu yana ciddi envanter çalışmaları yapılıyor. 1973’te Türkiye'de ormanlık alan 20,2 milyon hektar iken 2020’de 22,9 milyon hektar gibi bir rakam çıkıyor. Hatta 2021’de 23,1 milyon hektar olduğu söyleniyor.

Totalde baktığımızda bir orman alanı artışı var ama… O amaları açalım biraz: Örneğin 2021 yılı itibariyle yaklaşık 750 bin hektar civarında orman alanı, demin söylediğimiz şekilde maden alanına, turizm tesisine, enerji üretim tesisine tahsis edilmiş ve fiilen orman niteliğini yitirmiş durumda olduğu halde envanterlerde orman olarak görünmeye devam ediyor. Mesela 19 yıllığına, 29 ya da 49 yıllığına orman alanları sözleşmelerle tahsis ediliyor turizm tesislerine ya da maden işletmelerine. Sözleşme bittiğinde yeniden orman olacak denildiği için bu alanlar şu anda da sanki ormanmış gibi gösteriliyor. Yani o Kaz Dağları’nda kazılmış bir alan var ya orası hâlâ orman olarak görülüyor.

Bir önemli nokta daha Türkiye'nin her yerinde orman alanları artmıyor, örneğin Marmara’ya kıyısı olan hiçbir ilde orman alanı artmamış. Çünkü buralarda arazi değerli, daha açık ifadeyle rant değeri yüksek. Nerede artıyor orman alanı, göç veren yerlerde. 2005-1015 yılları arasındaki 10 yıllık dönemde orman alanı en çok artan il Kastamonu. 105 bin hektar orman alanı artışı olmuş. Bu 10 yılda Kastamonu'da sadece 5 bin hektarlık ağaçlandırma yapılmış. Gerisi nasıl oldu?

Nüfusun yoğun olduğu zamanlarda geçim derdiyle ormanlara girdik tarla yaptık, ormanları kestik otlağa dönüştürdük. Şimdi nüfus çekilince orman eskiden verdiklerini geri alıyor. Olan bu.

AK Parti iktidarı neredeyse “Ağaçlandırmaya biz keşfettik” diyecek. Rakamlar öyle mi peki? Erdoğan Atmış hocamız tablo haline getirdi, 2003 ila 2021 yılları arasındaki 19 yıllık dönemde yapılan toplam ağaçlandırma miktarı 609 bin 90 hektar. Bu ağaçlandırmaların miktarı yıllık ortalama 32 bin hektarmış. 2003’ten önceki 19 yıllık dönemde, 1984-2002 arası, yapılan toplam ağaçlandırma miktarı 1 milyon 115 bin hektar. Ağaçlandırma miktarı yıllık ortalama 59 bin hektar. Yani AK Parti döneminde, öncesine göre daha iyiye gitmiyoruz, daha kötüye gidiyoruz.

AŞIRI ODUN ÜRETİMİ VE TAŞKIN İLİŞKİSİ: BOZKURT

Her yangın, sel, heyelan döneminde topu iklim değişikliğine atıyor idareciler…

İklim değişikliği ana bir faktör ama niye iklim değişikliğine atıyorsun? Ya da bu gerçeği biliyorsun da buna uygun ne yapıyorsun? İklim değişikliği gerçekten orman yangınları açısından çok önemli bir faktör. Bu konudaki en iyimser senaryolar bile 2040-2050’lere kadar sıcaklık artışının devam edeceğini gösteriyor.

İklim değişikliğinin yangınlar konusunda şöyle bir etkisi var: Bir defa hava sıcaklığı yangınlar için önemli aktörlerden biri. İklim değişikliği bunu yangınlar lehine değiştiriyor. Havadaki bağıl nem önemli faktörlerden birisi iklim değişikliği bunu da yangınlar lehine değiştiriyor. Üçüncüsü, yağış rejimini iklim değişikliği çok fena etkiliyor. Kısa sürelerde, belirli günlerde, neredeyse senenin bütün yağışı yağıyor. Geri kalan zamanlarda uzun kuraklık periyotları yaşanıyor. Bu da hem orman yangınları açısından çok kötü hem de seller ve taşkınlar nedeniyle çok kötü.

Seller ve taşkınlar konusunda yapılması gerekenleri uzmanlar anlatıyor, dere yataklarına yerleşim yapılmamalı. Ama aşırı odun üretiminin sel ve taşkın riskini artıran su miktarını nasıl etkilediği konusunda da biraz kafa yormamız lazım. Yani son 10 yılda odun üretim miktarımızı 2 katına kadar arttırdık. Odun üretmek ormandan daha fazla ağaç kesilmesi demek. Kesilen her ağaç düşen yağışların daha fazla yüzeysel akışa geçmesi, yani toprak tarafından tutulmak yerine daha fazla yüzeysel akışa geçmesi ve daha fazla sel ve taşkın riski demek. Yani sizin sel ve taşkın riskinin yoğun olduğu bölgelerde mesela Bozkurt’ta, ormanları gözünüz gibi korumanız lazım. Ama selde gördük dere yatağı tomruklarla doluydu. Yani hem bunu yapıp hem de sorumluğu üstünüzden atmak için iklim değişikliği diyemezsiniz.

2032’DE DE AYNI ŞEYLERİ KONUŞMAYALIM

Ne yapılmalı?

Temmuz-ağustos ayları için iklim ve çevre ajansları Avrupa’yı ‘çok büyük sıcaklıklar gelecek’ diye uyarıyor. Bunun şakası yok. Temmuz-ağustos aylarında ormanlar içerisindeki her türlü faaliyeti tatil edeceksiniz. Ama işte işletmelerle imzalanmış sözleşmeler var, ekonomi, para gelecek, döviz, ithalat, ihracat, istihdam... Kartları buna göre dağıtmamız lazım. En baştan onları ana değişmez gerçek olarak yerleştirip ormanı ona göre korumak değil. Ormanı nasıl koruyacağımızın gerekliliklerini sağlayıp diğer düzenlemeleri ona göre yapmak lazım. Biz tersini yapıyoruz.

Ormanı herkese açıyoruz ondan sonra korumaya çalışıyoruz. Şu açık, ormanla insanın ilişkisini azaltmamız lazım hiç değilse belirli dönemlerde. Bakın Türkiye’de her on yangından dokuzunun insan nedeniyle çıkması bir taraftan kötü ama bir taraftan iyi. Kötü çünkü insanın bu sorumsuzluğu, bu dikkatsizliği affedilecek bir şey değil. İyi çünkü her on yangından dokuzunun insan eliyle çıkarılıyor olması teorik olarak her on yangından dokuzunun önlenebileceği anlamına geliyor. Düşünsenize her on yangından dokuzu yıldırım düşmesi nedeniyle çıkıyor olsaydı engelleyemezdik. O nedenle bu yangınların dokuzunu değil belki ama altısını, yedisini önleyebiliriz. Ama hiçbir tedbir almıyoruz.

Eğitim, bilinçlendirme, okullarda konferansların zerre kadar katkısı yok. Benim Türkiye için formülüm en azından haziran-temmuz-ağustos aylarında ormanlardaki her türlü faaliyeti tatil etmek ve ormana giriş-çıkışları durdurmak lazım. Keyfekeder, para kazanılıyor diye verilen izinlerin bu üç ayda tümüyle durdurulması lazım. Bunları yapmazsak 2032 yılında yine aynı şeyleri konuşuyor olacağız.

ÖNCEKİ HABER

Kovid aşısı hatırlatma dozları yapılmaya başladı 

SONRAKİ HABER

Kremlin: Putin, Erdoğan ve Reisi ile 19 Temmuz'da Tahran'da görüşecek

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa