13 Temmuz 2022 04:16

Asacaksın bu doktorları!

Birkaç ay önce can kurtardın diye el üstünde tutulur, adeta kutsallaştırılırsın, ama çok geçmeden kör düğüm olmuş bir sistemin kurbanı olursun!

Fotoğraf: Evrensel

Cemal Hüseyin Güvercin
Cemal Hüseyin Güvercin

Kutsal ve kurban ikilisi, kökenleri insanlık tarihi kadar eski, dinsel temellere dayanan ve özneler değişse bile, en azından bir metafor olarak günümüzde de varlığını sürdüren kavramlardır. Bu iki kavram, birbirini üreten veya tamamlayan unsurlar olarak, her daim ilişki içindedir. Birinin yokluğunda diğerinin de büyük ölçüde anlamını yitireceği ya da var olamayacağı biçiminde, birbirlerine “göbekten” bağlıdırlar. Kutsal-kurban ilişkisinde belki de en dikkat çekici özellik, sürekli olarak aynı durumda kalmamaları, zamana ve toplumsal duruma göre, sıklıkla birbirlerinin yerine geçmeleri ve bugünün kutsalının, yarının kurbanı olabilmesidir.

Örneğin, İtalyan filozof ve gökbilimci Giordano Bruno dinsizlikle suçlanıp 1600 yılında Roma’da Campo de' Fiori (Çiçek Tarlası) meydanında engizisyon mahkemesi kararıyla yakılarak, orta çağ cehaletine kurban edilmiştir. Fakat Rönesans ve sonrasında düşünceleri büyük bir takdir görmüş ve adeta “aziz” ilan edilip kutsanarak, yakıldığı meydana heykeli dikilmiştir. Kurban, artık kutsal olmuştur.

Osmanlılar döneminde bazıları kutsal halife de olan toplam 12 padişah isyanlarla tahttan indirilmiş, bunlardan 6’sı da öldürülmüştür. Kutsal statüdeki halife-padişahlar, isyanların kurbanı olmuştur.

Hekimlik mesleği de tarihten günümüze kutsal olarak nitelendirilmiş ve bu büyük misyon ya da “ağır yük”, günümüzde çoğu hekim için büyük bir endişe ve ikilem kaynaklarından biri olmuştur. Mesleği icra ederken çıtayı her daim yüksek tutmak ve hatasız olmak ancak, dünyevi olan ekonomik hak taleplerine ve özel yaşamın gereklerine mesafeli durmak, koşullardan şikayetçi olmamak, bozuklukların düzeltilmesi için aktif rol almamak ve “yetkililere” havale etmek, sistemin kronikleşmiş yanlışlarını bireysel çabalarla kapatmaya çalışmak, örgütlenememek, her türlü saldırıyı metanetle karşılamak… Kutsallık içindeyken, kurban oluşu da göze almak.

Mecburi hizmet yapmakta olduğum 4 bin nüfuslu ilçede karlı kış mevsiminde bir pazar akşamı, dışardan kesik kesik gelen ve belli belirsiz duyulan boğuk bir ses: “Doktor Bey… yetiş… kurtar… kızım...” Israrlı kapı zili… acil bir durum olduğunu anlamam ve emektar doktor çantamı kaparak dışarı çıkmam… İlçenin esnafı olarak tanıdığım bir adam, kar üstünde ayaklarında çorapla, sesi soluğu kesilmiş, kısa kısa: “yetiş… yetiş… kızım…” Kapı önündeki arabamı çalıştırıp hızla adamın evine gidiyoruz, adam zar zor nefes alıyor, ne olduğuna dair bir şey öğrenmek mümkün değil. Birkaç dakikada eve ulaşıyoruz… evde bir kalabalık…İnsanları yararak geçiyoruz... Bir kadın çığlık atarak: “Doktor Bey kızım banyoda, içerden hırıltıları geliyordu, çağırdım ses vermedi, kapıyı da açamıyoruz!” Zar zor içe doğru açılan kapıyı aralayabiliyoruz... yerde, kapı ile duvar arasında sıkışmış adeta can çekişen, bedeninde sabun köpükleri olan 15-16 yaşlarında bir kız yatıyor… Ortamda ağır bir koku… Gözüm bir an tüp gazla çalışan şofbene takılıyor, “şofben zehirlenmesi?” “Çabuk, bir battaniye getirin!”

Hemen battaniyeye sarıp, banyodan dışarı çıkarıyoruz. Soğuk karın üzerine battaniye ile yatırdığımız çocuğun başındayım, şuur kapalı, neyse ki yüzeysel de olsa solunumu var. Hemen arkası açık kamyonete yatırıp, buz gibi açık havada ilçe SSK dispanserine götürüyoruz. Pazar günü, kurumun kapısı kapalı ve üzerimde anahtar yok: “Kapıyı kırın, açın hemen!” Alüminyum doğrama kapıya önce balta, sonra omuz darbeleri… cam patlıyor, kapı açılıyor. Hemen tedavi odasına yöneliyoruz, hastayı oksijene bağlayıp, damar yolu açıyorum ve mevcut imkanlarla hızla tedaviye başlıyorum… Hasta yavaş yavaş kendine geliyor, ama hâlâ yaşamsal risk büyük. Evinden çağırdığım ambulans şoförü geliyor, hemen karla kaplı yola koyuluyoruz, ambulansta hastanın baş ucundayım ve 45 km ötedeki diğer ilçenin hastanesine zamanında yetişmeyi umarak, adeta ecel terleri döküyorum. Hastanın ağabeylerinin kullandığı otomobil, önden hızlı gidiyor, acil servise haber verip bir gecikme olmamasına çalışacaklar. Nihayet hastaneye ulaşıyoruz, hasta yoğun bakıma alınıyor… Ohhh şükürler olsun! Artık, hasta yaşamalı, bu saatten sonra kötü bir haber beklemiyoruz… Hastanın iyi olduğunu öğrendikten sonra eve dönüş, geç saatte hastaneyi bir kez daha arayıp iyi olduğunu teyit etmek… Sırt üstü uzanıp “bu akşamüstü yaşadıklarım neydi?” olayları yeniden bilincimle hatırlamaya çalışıyorum.

Dispanserin kapısını yenileyen esnaf, olaydan birkaç gün sonra iyileşip taburcu olan kızıyla birlikte, ellerinde kocaman bir buketle beni ziyarete geliyorlar. Gözyaşlarıyla bana sarılıyor, kızına sarılıyor: “Doktor Bey ben önceki kızımı kaybettim, bu yeni kızım, bunu bana siz bağışladınız!” “Aman estağfurullah, kim olsa aynı şeyi yapardı, kızımız şanslı bir günündeymiş, çünkü şehir dışından eve geleli 15-20 dakika olmuştu, iyi ki erken gelmişim.” “Ahh Doktor Bey sizler ne eli öpülesi insanlarsınız, can kurtarıyorsunuz, mesleğiniz çok kutsal!”

Yaz geldiğinde ilçedeki su ve kanalizasyon alt yapısının yetersizliği ve insanlarda olumsuz hijyen davranışları ishal vakalarında artışa neden oluyor. “Doktor Bey babam 70 yaşlarında buraya muayeneye getiremedik, iş çıkışı sizi götürsek olur mu?” İki gündür orta derecede ishali olan hastada sıvı açığı var, yemek yiyebiliyor. “Aslında hastaneye götürseniz daha iyi olacak, yaşlı hasta, serum takılır tetkik yapılır ona göre ilaç verilir.” Oğlu: “Doktor Bey, burada ishal olmayan yok gibi, herkesin durumu aynı, ilacını yazıp serumu da burada taksanız, yaşlı babamızı boşuna hastanelerde perişan etmeyelim.” “Bilmem ki, götüremeyecekseniz mecburen reçetesini yazayım, bir iki gün serum takıp, izleyelim o zaman.” “Allah razı olsun, zaten sağlık memuru komşumuz serumları takar.” İki gün sonra yine hafta sonu evdeyken, kapı zilim çalıyor: “Doktor Bey az önce babama bir şeyler oldu, bir baksanız!” Yaşlı hasta, sağ kol ve bacağını hareket ettiremiyor, muhtemelen ani gelişen bir beyin damar problemi, tıkanma veya kanama olabilir.

“Ambulansın şoförünü çağırıyorum, hemen hastaneye gitmeli.” Ambulansla, hastanın başında komşu ilçenin hastanesine doğru yola koyuluyoruz. Çalıştığım SSK Dispanseri’nde sadece gündüz hizmet verildiği için mesai sonrası hasta bakmak veya hastaya refakat etmek gibi yasal bir zorunluluğum yok. Tamamen mesleki sorumluluk duygusuyla ve ilçede mesai sonrası hizmet veren bir sağlık kuruluşu olmadığı için, sistemin açığını kendi yaşamımdan fedakârlık yapıp kapatarak, hastalara müdahale ediyorum. Hatta ilçedeki vergi dairesi müdürü bir gün bana: “Doktor Bey, neden muayenehane açmıyorsunuz? Gece veya hafta sonu hasta bakmanız sorun olabilir.” Beynime kan sıçratan bir şaşkınlıkla: “Nasıl yani?” “Doktor Bey hastadan para almadığınızı biliyorum, ama siz burada hastaya baktığınız için devletin vergi kaybına sebep oluyorsunuz!” “O da ne?” “Mesela siz hastaya bakmamış olsanız hasta mecburen bir muayenehaneye veya özel ya da kamu sağlık kuruluşuna gidip -kamuda az olsa da- para ödeyecek ve devlete vergi kazandıracak. Siz bu şekilde ücretsiz hasta bakınca, bu durum vergi kaybına yol açıyor.” “Olamaz, bir yaşıma daha girdim! Meğer bilmeden ne suç işliyormuşum ben!”

Sürekli sırıtarak konuşan vergi dairesi müdürü ile yaptığım bu diyaloğa dalmışken, nihayet diğer ilçenin hastane aciline ulaşıyoruz. Hastayı, ambulans yatağından, acilin portatif sedyesine taşımak için hastanın oğlu da yardım ediyor. Birdenbire, oğlu: “Yahu Doktorum, babamın durumu ne böyle? Babamı ne hale getirmişsin? Mahvetmişsin babamı… Ocağımızı söndürdün…” Annesi araya giriyor: “Oğlum sus, o nasıl söz öyle, Doktor Bey’in önceden beri biz de çok emeği var.” “Emeği batsın… Allah belasını versin…” “Doktor Bey affet ne olur, oğlan sinirinden ne konuştuğunu bilmiyor!” Oğlan çıldırmış gibi bağırıyor ve duvarı yumrukluyor: “Bana bak doktor, eğer babama bir şey olsun, vallahi şurada yemin ediyorum doktor falan dinlemem, hesabını sorarım arkadaş, sorarım hesabını, bunu böyle bil!” Hastanın, aynı tanıyla üniversite hastanesinin nöroloji bölümüne sevk edildiğini öğreniyorum.

Gittiğimiz ambulansla sessizce ilçeye dönerken içimde tarifsiz bir kırgınlık… değersizlik duygusu… vefasızlık… öfke... karmaşık kötü duygular... kolumu kaldıracak halim yok. Birkaç ay önce can kurtardın diye el üstünde tutulur, adeta kutsallaştırılırsın, ama çok geçmeden kör düğüm olmuş bir sistemin kurbanı olursun! Dünün kutsalı, bugünün kurbanısın... Bu ülkede her şey düzgün, her şey yolunda, bütün sorun doktorlarda. Vergi kaçıran, suları kirleten, yanlış tedaviler veren, insanları perişan eden hep doktorlar. “Asacaksın bu doktorları!*

*Prof. Dr. Çağatay Güler’in aynı isimli bir kitabı bulunmaktadır.

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI