14 Temmuz 2022 04:04

Acının ortak hafızası ve katliamlar: Karanlıktan çıkaracak iradeyi oluşturmak

2 Temmuz 1993’te gerçekleşen Sivas Madımak Katliamı şiddetin, dönemsel ve güncel süreçleri içeren uzun tarihinin en acılı, en ağır, en unutulamaz simgelerinden biri! 29 yıl geçti.

Sivas'ta, 2 Temmuz 1993'te Madımak Oteli'nin yakılması sonucu yaşamlarını yitirenler, katliamın 14. yıldönümünde anıldı. | Fotoğraf: İsa Sansar/AA

Paylaş

Neval OĞAN BALKIZ
Hukukçu/Akademisyen

2 Temmuz 1993’te gerçekleşen Sivas Madımak Katliamı şiddetin, dönemsel ve güncel süreçleri içeren uzun tarihinin en acılı, en ağır, en unutulamaz simgelerinden biri! 29 yıl geçti. O günden bugüne, siyasal yönü giderek daha belirgin hale gelen bir şiddet sarmalı, ideolojik ve hegemonik araç olarak, Türkiye’de özellikle son yıllarda artan oranda, günlük yaşamı kuşatmış durumda. Bu kuşatmanın bir unsuru olarak, bu topraklarda etnik, dinsel, mezhepsel, felsefi, ideolojik ve siyasal farklılıkları, tarihsel ön yargıları ve kültürel kategorileri içerecek şekilde nefret söylemine dönüştüren, “Öteki görülen ve gösterilenlere” karşı sürekli kışkırtan bir milliyetçi, mezhepçi anlayış giderek yaygın ve kurumsal bir güç haline geldi.

İçinden geçtiğimiz süreçte bu nefret söylemlerinin; iktidar olmak ve /veya iktidarda kalmak amacıyla sürekli kışkırtılması, halkın “biz/onlar” şeklinde bölünmüş olması, ön yargı ve düşmanlığın bütün söylem biçimleriyle beslenmesi ve böylelikle sürdürülebilir bir gerilim hattı yaratılarak siyasal ve kültürel aidiyeti ile tanımlanan seçmen kitlesini “bir arada ve çözülmez bir bütün şeklinde tutmanın” bir siyaset biçimi, politikanın bir aracı sayılması, belirli kesimlere yönelecek benzer tehditlerin halen devam ediyor olmasına, her an ve her yerde benzer tehlikelerin yaşanabilmesine  ne yazık ki olanak yaratıyor.

Madımak Katliamı, bu coğrafyada uzak ve yakın dönemler içinde gerçekleşmiş diğer katliamlarla hem çok ortak yanı bulunan, hem de, siyasal, sosyokültürel, konjonktürel, ideolojik yönü, dönemsel ve yapısal koşulları itibariyle ayrı değerlendirilmesi gereken, farklı ve kendine özgü özellikler taşıyan bir kalkışma, bir katliam eylemi, bir insanlık suçudur. Bugün içinde bulunduğumuz koşulları yaratan sürece kapı aralayan, siyasal düzen ve rejimin yapısal olanaklarının toplumsal temellerinin konsolide olmasını, iç ve dış bileşenlerin destek için harekete geçmesini sağlayan bir işaret niteliği taşıyor. Bugün için ise, toplumsal yaşamın her alanında hakim kılınan ve siyasal bir cepheleşmeden öteye geçen, giderek siyasallaşmış bir din anlayışının temel alındığı; “iyi ve kötü arasındaki ahlaki bir karşıt olma durumu”, “doğru /yanlış arasındaki bir mücadele” gibi gösterilen ve buna dönüştürülen “biz/onlar” ayrımının, “iki farklı dünya olarak keskinleşmiş bir saflaşmanın” ulaşabileceği tehlikenin, varabileceği acımasızlığın, “cinnet halinin” sınırlarını gösteriyor!

Aynı zamanda bu katliam, demokrasinin kurucu toplumsal ilkesi olan laikliğin içinin boşaltılmasının ve devletin laik karakterinin ortadan kaldırılmasının, bizi her daim yine aynı süreçlere götüreceğini ortaya koyuyor! Başka bir deyişle; “bir devletin yapılanmasında, bütün kurum ve kuruluşlarıyla örgütlenmesi ve işleyişinde, hukukunun oluşturulmasında ve uygulanmasında herhangi bir dinin anlayışlarının ve normlarının belirleyici olmaması gereğini ve istemini dile getiren” laiklik ilkesinin gereklerinin eksiksiz şekilde uygulanması ve böyle katliamların bir daha yaşanmayacağı koşullar bütünü olan bir toplumsal yapının, hukuksal ve siyasal bir düzenin oluşturulması için mücadele etmenin, yaşamsal önemini ve önceliğini gösteriyor.

Madımak Katliamı ve sonrasındaki süreçte gerçekleşen Erzincan Başbağlar, Gazi Mahallesi, Roboskî (Uludere), Suruç, Ankara, İstanbul, Diyarbakır’da art arda yaşanan saldırı ve öldürümlere ait fotoğraflarda donup kalan kareler, toplum olarak bize; bu topraklarda “öldürmenin sınırsız bir eylem halinin” ve yaşattığı acıların boyutlarını anlatıyor. Şiddetin özel ve kamusal alanı kapsayacak şekilde, toplumsal yaşamın bütününde ulaşmış olduğu sistematik ve yaygın durumu kavramanın, onu hatırda tutmanın da yoğunlaşmış bir formunu ortaya koyuyor. Şiddet görünümlerinin bu yoğun formları içinde sürüklenmeye karşı, başkalarının ideolojik bir kurgu ve siyasal bir araç olarak dayattıkları, hatırlamamamız ya da unutmamızı istediklerinden oluşturulmuş ‘yapay’ bir hafıza karşısında; unutturulmaya çalışılanlardan, hatırlamamamız istenenlerden ve ‘insan unsuru hep aynı olan acılardan oluşmuş’ etik bir hafıza, unutmaya, adaletsizliğe, yeni katliamları oluşturacak koşullara karşı sürekli direniyor. Bu ortak hafıza, kendi acılarına bakarken, öncekilerin acıya dair neler hatırladıklarını da içinde taşıyor.

‘İnsan unsuru hep aynı olan acılardan oluşan bu ortak hafıza’ bize, tıpkı Kafka’nın “Dava’sının” utanç temasıyla bitmesinde olduğu gibi; Madımak ve diğer tüm öldürümlerin yarattığı utancın her daim ayakta kalacağını gösteriyor! Mağdurların katledilmiş olmalarının yarattığı utancın, kendi yaşamlarından daha uzun süreli olacağını da!

YİRMİ DOKUZ YIL ÖNCE…

Pir Sultan Abdal Kültür Etkinliklerinin dördüncüsüne katılmak üzere, 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta bulunan onlarca sanatçı, tiyatrocu, yazar, şair ve katılımcı; konakladıkları Madımak Otelinde sekiz saat süre ile abluka altına alınıyor ve hapsediliyor. Örgütlü şekilde otelin çevresini dolduran on beş bin kişinin kuşatması altında; her türlü sözlü ve fiziki saldırıya maruz kalıyor. Oteli taş,  tuğla, kiremit yağmuruna tutan örgütlü kalabalık, bu süre boyunca ;  “Cumhuriyet gidecek, şeriat gelecek” “İslam’ın ordusu laiklerin korkusu”, “Kanımız aksa da zafer İslam’ın”, “Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak”, “Şeriat gelecek zulüm bitecek”  sloganları atıyor. Otelin içine girme hamlelerinde bulunuyor, her hamlede galeyan artıyor, bağırış ve sloganların hızı artıyor. Valilik binasının önünde toplanan büyük bir kitle, yukarıdaki sloganlarla birlikte  “Vali istifa” bağırışları ile bina içinde bulunan dönemin valisine sözlü saldırıda bulunuyor. Orada bulunan askerler sayesinde binanın içine girmeleri ve valiye fiziki bir saldırıda bulunmaları güçlükle engellenebiliyor.

Aynı kalabalık kültür merkezindeki etkinliği izleyen kalabalığa saldırıyor, camları kırıyor,  insanlara fiili saldırıda bulunuyor, yüzlerce kişiyi yaralıyor. Merkezin önünde bulunan (Bir elinde saz tutan, yanında bir Kangal köpeği ile betimlenen yerel kıyafetli erkek figüründen oluşan) Ozanlar Anıtı’nı yerinden söküyor,  el ve ayak darbeleriyle, tırnaklarıyla parçalıyor, yerde sürüklüyor. Bu kitlelerin de katılımıyla Madımak Oteli önünde ve çevresindeki kalabalık oldukça artıyor. Bu olaylar gün boyu devam ediyor. “Devlet, toplu iğnenin başında vardır” diyen anlayış ve kolluk güçleri (polis, jandarma, itfaiye vs.) olaylar süresince Madımak’ın önüne gel(e)miyor. Olaylar başladıktan sonra ve yangın başlamadan hemen önce otelin önüne askerleriyle birlikte gelen rütbeli asker, kalabalığın “Asker Bosna’ya” sloganları ve alkışlar eşliğinde, hiçbir müdahalede bulunmadan olay yerini terk ediyor. Laik cumhuriyeti hedef alan bu örgütlü kalkışmanın planlayıcıları ve uygulayıcıları, asker ve emniyet güçlerinin gözleri önünde ve tüm Türkiye halkının tanıklığında oteli ateşe veriyor.  “Rüyalarında; kendi mezheplerinden olanlara cennet kapılarını açanlar (Kinlerinin davasını güdenler!),   yeryüzünde hep birlikte yaşamayı cennete yeğleyenleri” yakarak öldürüyor. Otuz üç insan yanarak can veriyor. Devlet, ancak yangından yirmi dört saat sonra ve sokağa çıkma yasağı başlamasıyla orada var olabiliyor. Kurtulanlar, onulmaz acılarla hayatta kalabilme savaşı veriyor.   Yitirdiklerinin oluşturduğu boşluğa sarılanlar; o boşluğa düşmeden ve fakat ona alışmaya çalışarak var olmaya çabalıyor. Yangının karası, ülkenin alnında koca bir leke olarak, büyüyor.

İnsan türünün düşünsel ve eylemsel tarihinde biriktirdiği tüm değerlerinin üstünü, kara bir örtü gibi kaplıyor.

YARGILAMA SÜRECİ VE "ADALET"

Katliamdan hemen sonra,  18 gün gibi çok kısa bir sürede, henüz davaya hazırlık (soruşturma) aşaması tamamlanmadan;  “olayda örgüt yok tahrik var “ saptaması yapılarak, hemen dava açıldı. Katliamda on binlerce eylemci bulunmasına karşın, iddianamede yalnızca 128 kişi sanık olarak yer aldı. Tanık ifadeleri, görsel ve yazılı deliler, olay yeri tespit tutanakları, emniyet güçlerinin beyanları, Meclis Araştırma Komisyonu raporları olayın; “Laik Cumhuriyete Karşı Örgütlü Bir Kalkışma” olduğunu açıkça ortaya koyarken, Ankara 1 No’lu DGM, ilk kararında, 26 sanığı adiyen adam öldürme suçunu işledikleri savı ile Türk Ceza Kanunu’nun  (TCK) 450/6. maddesi gereğince cezalandırdı. Bu cezaları, indirim sebepleri uygulayarak 15 yıla düşürdü. 37 sanık hakkında beraat kararı verdi. 60 sanık ise Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na aykırı davrandıkları savı ile cezalandırıldı.

Yargılama sürecinde, soruşturma ve kovuşturmalarda; etkinliklerden önce Sivas’ta “Müslümanlar” imzasıyla dağıtılan kışkırtıcı bildirinin kimler tarafından, neden ve nasıl yazılmış olduğu soruşturulmadı; üstelik bu bildiri tüm yargılama aşamasında mağdur avukatlarının ve kamuoyunun tüm ısrarına karşın, araştırma konusu yapılmadı.

Yerel basının günler öncesinden yaptığı olumsuz ve kışkırtıcı yayınlar soruşturma kapsamına alınmadı. Gerçekleşen katliamı “Şanlı Sivas Kıyamı” olarak tanımlamış ve içeriğinde suçu ve suçluları öven yazıları kaleme alan kişilere ve bu yazıları yayımlayan ‘Taraf’ adlı dergiye karşı herhangi bir idari, cezai, hukuki işlem yapılmadı.

Şehir içinde hiçbir yerde kaldırım çalışması vb. faaliyetler yok iken, otelin önünde yığınlar şeklinde parke taşları bulunmasının nedeni bilinmedi. Dönemin Belediye Başkanı hakkında, kalabalık güruha “Gazanız mübarek olsun” şeklinde, kışkırtıcı, teşvik edici bir konuşma yapmış olduğu gerekçesiyle,  herhangi bir işlem yapılmadı. Olaylara katılan on binlerin destek aldıkları güçler, olayları örgütleyenler saptanmadı. Dönemin siyasi ve idari yetkililerinin görev kusur ve ihmalleri, herhangi bir araştırma ve soruşturma konusu bile yapılmadı.

Yargılamalar boyunca mahkeme salonlarında mağdurlar, müştekiler ve avukatları,  sanıkların sürekli hakaret ve saldırılarına maruz kaldı. Sanıkların avukatlığını üstlenenlerden Şevket Kazan, olayın ardından Refahyol hükümetinde bu ülkede Adalet Bakanı, Hayati Yazıcı da AKP’nin devlet bakanı oldu.

Karar,  taraflarca temyiz edildi. Yargıtay, 25 sanık hakkındaki kararı onadı. Diğer sanıklar yönünden ise; sanıkların, cumhuriyet rejimini hedef aldığını bu nedenle eylemin “Anayasal düzenin değiştirilmesi ya da ortadan kaldırılmasını cezalandıran TCK’nin146/1 ve 3.fıkraları kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, kararı bozdu. Bozmadan sonra Mahkeme 38 Sanık hakkında (TCK 146/1. maddesi gereğince) idam (Yeni TCK gereğince ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis) cezası verdi. ( 30.01.2020 tarih ve 31025 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı kararı ile sağlık sorunları bulunduğu gerekçesiyle(!) cezası affedilen hükümlü Ahmet Turan Kılıç, idam cezası almış ve cezası yasa değişikliği nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrilmiş hükümlülerden biriydi.)

29 sanık hakkında ise ilgili maddeler gereğince 7 yıl 6 ay, 14 sanık hakkında ise beraat kararı verdi. Kanun gereği, terör suçluları ceza infazı için kendi memleketlerindeki cezaevlerine gönderilmezken, bu hükümlüler Sivas ve civarındaki cezaevlerinde kaldı. Cezalarının infazı süren bu hükümlülerden kimileri, hükümlülük hali sürmekteyken kendilerine tanınan olağanüstü olanaklar ve ayrıcalıklar çerçevesinde eşlerinden çocuk sahibi oldu. 5237 Sayılı Yeni Türk Ceza Kanunu’nun 1 Haziran 2005’te yürürlüğe girmesiyle; bu hükümlülerden 13’ü  yeni kanunda ceza aldıkları maddeyi doğrudan karşılayan bir düzenleme olmadığı gerekçesiyle, haklarında infazın ertelenmesi kararı verilerek, salıverildi. Savcılık, daha sonra yanlış yapıldığını belirterek, Mahkemenin vermiş olduğu bu kararın geri alınmasını talep etti. Ana davadan dosyaları ayrılan bu sanıkların yargılandığı davada Savcılık Makamının talebine uyan Mahkeme, 13 Mart 2012 tarihli duruşmada, Cafer Erçakmak ile ilgili dosyanın ölmüş olması nedeniyle ayrılmasına, altı sanık hakkındaki davanın da -Madımak Öldürümü’nün Anayasal düzeni zorla değiştirme  girişimi ve “siyasal ve dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmiş” insanlığa karşı bir suç olmasına karşın- “zaman aşımı süresinin dolmuş olması gerekçesiyle” düşmesine karar verdi!.. Gerçekler, küller altında kaldı. Zaman aşımı kararını “milletimiz için hayırlı” bulan siyasal anlayış,  katliamı “Bir futbol maçı esnasında yaşanabilecek olaylar”, “Çok şükür otel dışındaki vatandaşlarımıza bir şey olmamıştır” şeklinde yorumlayan anlayışın devamı olduğu, bir kez daha doğrulanmış oldu.

Tüm bu hukuksuzlukların ve yarattığı mağduriyetlerin giderilmesi için Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurular, yedi yıldır görüşülmeyi bekliyor. Yargıtay bozmasından sonra müebbet hapisle yargılanan üç firari sanık hakkında Ankara’da (1. Ağır Ceza Mahkemesi) sürmekte olan davada, dava zaman aşımı 2023’te doluyor. Dosya kapsamında yurt dışında oldukları belirtilen sanıklarla ilgili olarak, arama ve iade talebine ilişkin işlemlerde ciddi ihmaller yaşanıyor.

KATLİAMLARIN YAŞANMAYACAĞI KOŞULLARI OLUŞTURMAK

Bu ülkede benzer katliamların ve acıların bir daha yaşanmaması ancak;

  • Katliamların yaşanmasına olanak vermeyecek, katliam gerekçelerinin oluşmasını ve oluşturulmasını yapısı gereği  engelleyecek koşullar bütünü olarak, insanı merkeze alan farklı bir anlayış temelinde örgütlenmiş  yeni bir toplumsal yapının, hukuksal ve siyasal bir düzenin oluşturulması,
  • Hukukun temel aldığı tek ölçüt ve  “Toplumsal yaşamın bir kalıp ve çerçevesini oluşturmaya yönelik ahlaki bir ölçüt olarak “adaletin”,  bireysel ve toplumsal düzlemde vicdan, bellek ve algısal olarak, eksiksiz bir şeklide gerçekleştirilmesinin sağlanması; katliamın arkasındaki güçlerin ortaya çıkartılması, firari ve kaçak durumunda olan sanıkların yakalanması ve yargılanması,  dönemin siyasi ve idari yetkililerinin görev, kusur ve ihmallerinin soruşturma ve kovuşturma konusu yapılması, yargılamanın tarafsız ve bağımsız şekilde gerçekleştirilmesi, etkin cezaların verilmesi ve cezaların eksiksiz, kanunun öngördüğü şekilde  ayrıcalıklar tanınmadan infaz edilmesi,
  • Katliama ilişkin yanıtsız kalan soruların ve gerçeklerin aydınlatılması, toplumun “hakikati bilme hakkının” tüm gerekleri, içerikleri ve koşullarıyla gerçekleştirilmesi,
  • Mağdurların ve onlara siyasal görüş, felsefi düşünce, inanç, kültürel aidiyet vb. ortaklığı bulunan kitlelerin,  kendilerini  ‘Sürekli bir tehdit altında duyumsama tedirginliğini’ ortadan kaldıracak bir yaşam anlayışının hakim kılınması, 
  • Katliamın acısının toplumun her kesimi tarafından paylaşıldığını, acının hafızasının ortak olduğunu gelecek kuşaklara aktaracak söylem, eylem ve araçların ortaya konulması

ile olanaklı olacaktır.

Bu olanağı gerçek kılmak, tüm toplumun, her kesimin sorumlulukla içinde olacağı bilinçli, sürdürülebilir, dayanışma içinde yürütülecek bir mücadeleyi gerekli kılar. Bu mücadele, katliamlara gerekçe oluşturan gerici, baskıcı ve sömürücü her türlü sosyal, kültürel ve siyasal yapı ve anlayışları görünür hale getirecek, günümüz koşullarında bunları deşifre edecektir. Siyasi değişim süreci olarak demokratikleşme ve demokrasiyi birbirinden ayırmamıza olanak sağlayacak, demokrasiyi savunma değil, oluşturma ihtiyacı içinde olduğumuzu bize öğretecektir.

 Bunun için hiç zaman kaybetmeden;  “Her izleyicinin bir müşteri olduğu,  tartışmanın üsluplar arasındaki rekabete indirgendiği, en son kamuoyu araştırmasına,  gelecekle ilgili ortak bir beklentiden daha çok itibar edildiği ve kendi kendini övmenin zorunlu olduğu bir ortamda, iktidar ve muhalefetin ortak noktalarda susmaya ilişkin zihni anlaşmasını bozmalıyız.”

ÖNCEKİ HABER

Tahıl krizi zirvesi sona erdi: Koordinasyon merkezi kurulacak

SONRAKİ HABER

Cezaevlerinden hasta tutuklu mektupları: Adı konulmamış ölüm cezasının infazı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa