Siyaset Bilimci Doç. Dr. Yücel Demirer: 15 Temmuz’un rutubetli ortamı hâlâ mevcut
Darbe girişiminin üzerinden 6 yıl geçti. Siyaset Bilimci Yücel Demirer yorumladı: 15 Temmuz darbe girişimi döneminde egemen olan ilişkiler, o akıl, o rutubetli ortam hâlâ sistem içinde mevcut.
15 Temmuz 2016'daki darbe girişimi. (Fotoğraf: Elif Öztürk/AA)
Birkan BULUT
Ankara
AKP’nin eski ortağı Gülen Cemaatinin başını çektiği 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden 6 yıl geçti. Ankara ve İstanbul’da uçaklar ve tankların bombalarıyla hafızlara kazınan 15 Temmuz gecesinde, başkentte komuta kademesi darbeciler tarafından derdest edilirken İstanbul’da Boğaziçi Köprüsü ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, bir grup Jandarma Genel Komutanlığı askeri tarafından trafiğe kapatılmıştı. TRT’den okunan darbe bildirisine karşın halkın sokaklara çıkarak karşı çıktığı o gece darbe bastırıldı. Ancak 5 gün sonra ilan edilen ve 2 yıl süren OHAL yönetiminin sonucunda, hükümet sisteminin de değişmesiyle Türkiye adeta bir sivil darbe dönemine tanıklık etti.
15 Temmuz bugüne kadar en çok iki yönüyle tartışıldı. İlki cemaat ve tarikatlara açılan yolun nereye varabileceği, ikincisi ise iktidarın darbe girişimini fırsata çevirmesi. 15 Temmuz darbe girişimi ve sonuçlarını konuştuğumuz Siyaset Bilimci Doç. Dr. Yücel Demirer, iktidar temsilcilerinin “Darbeler dönemi bitti” açıklamalarına ilişkin “Darbenin tek potansiyel aktörü ordu değilse, darbelerin bittiğinden söz etmek için henüz erken” diyor. Bugün de belli sermaye çevreleriyle, cemaatlerle benzeri norm ve hukuk dışı ilişkilerin sürdüğünü anlatan Demirer, şöyle devam ediyor: “Bugün bir darbe yapma gücüne ve örgütlülüğüne sahip bir odağın olduğunu düşünmüyorum. Ancak 15 Temmuz darbe girişimi döneminde egemen olan ilişkiler, o akıl, o rutubetli ortam hâlâ sistem içinde mevcut.”
İlkinden başlayalım iktidarın, eski ortağı Gülen Cemaatinin bu saldırısı karşısında ders çıkarmadığı, bugün çeşitli tarikat ve cemaatlerle girdiği ilişkiden anlaşılıyor. Peki, bu ilişkiler açısından benzer tehlikeler öngörülebilir mi?
Sorularınızı yanıtlamaya başlamadan önce 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin çok az bilginin elimizde olduğunu, sürecin hâlâ bir sis perdesi arkasında tutulduğunu hatırlatmak isterim. Bu yüzden yapacağım yorumların araştırmaya dayalı sonuçlar olmak yerine genel gözlemlere dayandığının altını çizmek gerekir. Bu durumun sorumlusu tabii ki bizler değiliz. Darbe girişimine ilişkin en basit soruların yanıtları kamuoyundan esirgenirken, iktidar söylemini güçlendirecek verinin fazlasıyla ortalığa saçılması bizi yorum yaparken dikkatli olmaya zorluyor.
15 Temmuz’a benzer bir tehlikenin gündemde olup olmadığını anlamak için siyasal iktidarın tarikat ve cemaatlerle kurduğu yakın ilişkiden daha önce, -ki böyle bir eğilim eksilmeden devam ediyor- bu çevrelerle kurulan ilişkinin işleyiş mekanizmasına bakmak gerektiğini düşünüyorum. Hatırlanacağı gibi iktidar partisi, daha iş darbe denemelerine varmadan önce yapılan onca uyarıya rağmen başta yargı olmak üzere, yürütme ve yasama alanında bu norm dışı aktörle ortaklık kurmuş, devletin yapı ve işleyişinde kanıksanmış yol ve yöntemlere aykırı uygulamalar ardı ardına yaşanmıştı. Bugün de belli sermaye çevreleriyle, cemaatlerle benzeri norm ve hukuk dışı ilişkilerin sürdürüldüğünü görüyoruz.
2016’dan bu yana AKP ve onun omurgasını oluşturduğu Cumhur İttifakı iktidarının devletin işleyişinde meydana getirdiği temel değişiklikler ve bugün yaşanmakta olanlar, 15 Temmuz 2016’ya gidilen yolda işletilen hukuk dışı mekanizmalardan çok farklı değil. Bu gözlem çerçevesinde sorunuza dönersem, bugün bir darbe yapma gücüne ve örgütlülüğüne sahip bir odağın olduğunu düşünmüyorum. Ancak 15 Temmuz darbe girişimi döneminde egemen olan ilişkiler, o akıl, o rutubetli ortam hâlâ sistem içinde mevcut.
Bu bağlamda cemaat ve tarikatlarla kurulan ilişkilerin benzer bir tehlikeye yol açıp açmayacağını değerlendirecek bilgi elimde olmasa da, ekonominin yönetiminden mahkemelerin durumuna, kamu personel sınavlarında sözlü sınav yürütme biçiminden banka kredilerinin yönetimine kadar devletin işleyişine egemen olan derbederliğin darbe aklına cesaret verdiğini düşünüyorum.
15 Temmuz darbe girişiminin ülke siyasetinde yol açtığı değişiklikler hakkında ne söylemek istersiniz?
Darbe döneminin kapandığının ilan edildiği bir dönemde gündeme gelen 15 Temmuz darbe girişimi çok yönlü sonuçlar doğurdu. Öncelikle daha eğitimli olduğu söylenen ve bürokraside ciddi bir güce sahip olan Gülen Cemaati üyelerinin dönemin iktidar bloku dışına düşmesi, doldurulması zaman alan ve bir kısmı halen doldurulamayan boşluklara neden oldu. Bu işin pratik yanı. İktidar açısından bunun da ötesinde yakıcı bir etki yaratan boyut, uzun yıllar birlikte yol yürünen, kefil olunan, üzerine yatırım yapılan, söylem yakınlığı mevcut bir grubun düşman durumuna gelmesi oldu. Bu şokun artçı etkilerinin, baskı ortamının biraz gerilediği günlerde, daha da çok hissedileceğini, bu dünya içindeki derin çatlakları görmemizi sağlayacağını düşünüyorum.
Şok ve şok düzeyindeki sonuçlar yalnızca dinle siyaseti yakın tutan çevrelerle sınırlı değil. Türkiye’de bu derece yoğun ve etkili bir yarı-legal örgütlenmenin olduğu, çok dar bir kesim dışında, görülemedi. Bu durum tarihi 100 yıla ulaşan, geleneği binlerce yılla ifade edilen bir devlet geleneğinin içine düştüğü durumu göstermesi açısından önemliydi. Darbe girişimi sonrasında devlet dediğimiz kurumlar bütününün yapısal eksiklikleri görünür oldu, belki daha da önemlisi ülkede alıcısı hiç eksilmeyen komplo teorisi aşıklarının meşruiyet düzeyi arttı. Özetle, bir cemaatin bu derece güçlenmiş ve etkili olabilecek bir pozisyon kazanmış olması devletin yapı ve işleyişine ilişkin ezberleri bozmuş oldu.
İktidar temsilcileri o günden beri darbeler döneminin kapandığını vurguluyor. Önceki darbe ve darbe girişimlerini de düşündüğümüzde, Türkiye’de darbeleri ortaya çıkaran temel koşullar nelerdir? Bunlar artık tamamen ortadan kalktı mı?
Tarihsel olarak ülkemizde darbe denildiğinde akla ilk gelen güç odağı ordu olduğu ve ordu yapılanmasında son yıllarda çok önemli değişikliler gerçekleştirildiği için, biraz da erken bir biçimde darbeler döneminin kapandığı iddiasını sıkça duyduk, duymaktayız. Ancak, eğer darbe dediğimiz sistem dışı müdahale, zor kullanarak, baskıyla veya demokratik yöntemleri kullanma maskesi arkasında meşru hükümeti görevinden uzaklaştırmak veya rejimi değiştirmekse ve darbenin tek potansiyel aktörü ordu değilse, darbelerin bittiğinden söz etmek için henüz erken.
Dünya darbeler ve darbe girişimleri tarihine bakıldığında, bunların büyük bir bölümünün siyasal kurumsallaşma düzeyi geri, gelir adaletsizliği yüksek ve eğitimli nüfusun genel nüfusa oranının düşük olduğu ülkelerde gerçekleştiğini görüyoruz. Sınırlı istisnalar dışında refah düzeyi yüksek, toplumsal yaşamın barış içinde sürdüğü bir ortamda darbe girişimlerine pek rastlanmıyor. Böyle olunca Türkiye’nin darbe tehlikesinden arındığından emin olacağımız günlerin çok yakında olmadığını düşünüyorum. Temel hak ve özgürlüklere olan saygı düzeyindeki gerilik, kadın cinayetlerinin sayısındaki artış ve bu konudaki kovuşturmalarda kolluk ve yargının tutumu, sağlıkçılara yönelik şiddetin durumu üzerinden ülke nabzını tuttuğumuzda ve siyasal psikolojimizin temel dinamiklerini düşündüğümde iyimser olmam mümkün değil.
İKTİDARIN PAYANDALARININ GÜÇLENDİRİLDİĞİ, DÖNEM
İkinci yönü, yani darbe girişiminin OHAL ve sonunda tek adam rejiminin inşa edilmesinin fırsatına çevrilmesine gelirsek...Bu noktada, iktidarın zor kullanmaktan başka bir aracının kalmadığı bir sisteme mahkum olduğu değerlendirmeleri de yapılıyor. Peki, Cumhurbaşkanının deyimiyle bu “Allah’ın lütfu” muydu, yoksa sonun başlangıcı mı?
Darbe girişimi ertesinde, ortamın bilerek uzatılmış belirsizliğinden yararlanarak iktidarın payandalarının güçlendirildiği, dönemin bir “lütuf” olarak değerlendirildiği artık geniş kesimlerce üzerinde uzlaşılmış bir gerçeklik. Bunun bir sonun başlangıcı olup olmadığını bilemem, ancak 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında darbeci eğilimlerin aksi yönde ilerleyen ve özgürlük alanının genişleten bir yol tutulmamasının, az da olsa, iktidar partisi saflarından da eleştiri aldığını biliyoruz. Şimdilerde DEVA ve Gelecek partileri içinde ve yanında kümelenen siyasetçilerin sonradan dile getirdikleri temel eleştiri noktalarından biri de bu oldu.
Darbe girişiminin ardından yaratılan baskı ortamında kutuplaşma siyasetinin temel düstur olduğunu söyleyebilir miyiz?
Ben başlangıcından bu yana AKP’nin kutuplaştırmayı sık ve yaygın bir biçimde kullandığını düşünüyorum. Sıkça kullanılan ikili bir dil kullanımıyla bazı durumlarda birleştirir gibi görünürken parçalamaya kurgulanmış bir duruş sergilendiği olmuştu. Özellikle darbe girişiminden sonra bu türden manevraların daha da arttığı görüldü. En ılımlı döneminde bile Tayyip Erdoğan kutuplaştırıcı bir dil kullanmaktan, kutuplaştırarak ikna etme yönteminden vazgeçmedi.
ZAMANIN RUHUNA UYGUN BİR ÇIKAR BİRLİĞİ
AKP pratiği bize her zaman bir ittifakla hareket etme ihtiyacı duyduğunu gösteriyor. Cemaatler, liberaller ve şimdi de MHP. MHP’nin pozisyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
AKP’nin ittifaklar politikasının ilkesel bir arka plana dayanmaktan çok güncel aritmetik gerekçelere dayandığı bilinen bir gerçeklik. Bu ittifak algısının bir diğer özelliği, ittifak kurulan kesimlerin eş değerliği olan kurumlar tarafından temsil edilmeyişi. Bu iki nokta bizi ittifak kavramını, pragmatik ihtiyaçlara bitişik olarak değerlendirmeye götürüyor. Ben Cumhur İttifakının güçlü, bağları kuvvetli bir ittifak olduğunu düşünmüyorum. Cumhur İttifakı içi toplantı fotoğraflarından, liderler arası ev ziyaretlerinden süzülen sıkı kurgulanmış törenselliğe rağmen bence olan zamanın ruhuna uygun bir çıkar birliği.
Her dönem ve ittifakta iktidarın yarattığı mitler de değişiyor. Darbe girişimi ve MHP ittifakı tarih ve kahramanlık anlatısını milliyetçi bir sosa da buladı. Bu anlamda değişen siyaset anlatısını nasıl okuyorsunuz?
Darbe girişiminin belki de en önemli sonuçlarından biri, ulusal anma, tören listesine bir ekleme yapma gerekçesi sağlaması oldu. 15 Temmuz anmalarının sadece günün anlam ve önemini kitlelere hatırlatmakla sınırlı kalmadığını, darbe girişiminin anlatısını belirginleştirmek için kullanıldığını da görmek gerekir. Bu anlatı, sizin de söylediğiniz gibi, güncel ihtiyaçlara cevap veren bir söylemin, bir bileşimin oluşturulmasına imkan tanıdı. Müthiş emek verilmesine rağmen henüz resmi bir tören sınırı dışına taşamayan 15 Temmuz anma detaylarının son derece konuşkan bir veri kaynağı olduğunu da eklemek isterim.