16 Ocak 2013 13:27

Tepenin ardı barış olsun

Abdullah Öcalan ile hükümet arasında süren görüşmelerin ayrıntıları kamuoyuna net olarak yansımamış olsa da, gerek Kürtler gerekse de Türkler açısından büyük bir umut yarattığı söylenebilir. Bu umudun arkasındaki kararlılık, elbette barışın hâlâ bir mücadele konusu olduğu gerçekliğini de &

Tepenin ardı barış olsun
Paylaş
Arif Koşar

Dünyada 1.7 trilyon dolar silah için harcanıyor. Devasa bir üretim dünyası… Ve Çehov’un öngördüğü gibi duvardaki silah patlar… Ancak Temelli, bundan daha önemlisinin silaha sürekli olarak ihtiyaç yaratacak bir düşman yaratma politikasının mevcudiyeti olduğunu söylüyor. Ve tepenin ardında barış olması için mücadeleye çağırıyor.


Öcalan ile görüşme sürecinde rağmen operasyonlar ve çatışmalar devam ediyor. 30 yıldır da çatışmalar ve ölümler maalesef memleketin gündeminden düşmedi. Siz, iktidarlarının Kürt sorununa yaklaşımıyla askeri harcamalar arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?
Askeri harcamalarda bir ‘istikrar’ var. İki türlü bakmak lazım. Bir, bu savaş maliyetli bir savaş. Ama iktisadi açıdan baktığımızda verimli, karlı bir savaş. Bu acımasız bir söz ama maalesef böyle. Savaş ekonomisi ‘verimli’ bir sektördür. Diğer taraftan bu verimliliğin sürdürülmesi kamu bütçelerine bağlıdır. Günümüzde bu harcamaların arttığını görmekteyiz.

Silah sanayisinde bir artış olduğunu mu söylüyorsunuz?
Silah üretimi, silah modernizasyonu, yeni teknolojilerin kullanılması; bu alan çok yüksek katma değerli.

Peki, Türkiye’deki silah üretimi açısından durum nedir? Mesela devletin silah üreten fabrikaları var…
Özel sektörün de var. Savunma sanayiyi destekleme fonlarının kullanımına, dış kredi kullanımına baktığımızda içerde askeri tesisatı üreten savunma firmalarını da takip etmemiz gerekiyor. Bu firmaların da önemli bir payı var. Bunlar da bütçe ve bütçe dışı fonlarla irtibatlanmış görünüyor. En basit örneği Altay tankıdır.

Altay tankı dışında başka örnekler var mıdır?
Özellikle iletişim, haberleşme, muhaberat dediğimiz kısma çok büyük yatırımlar var. Çeşitli silahların elektronik kullanımlarının üretimleri var ama bu sektör sadece ulusal değil küresel.  

Türkiye sanayisinde nasıl bir yeri var bu savaş sanayinin?
Üzülerek söylüyorum ki, savaş sanayisi verimli adlediliyor. İktisadi performans dediğimiz şey kullanılan kaynaklardan en büyük çıktıyı elde etme işi. Savaş sanayi de böyle bir sanayi. Fakat savaş sanayi insanlık yararına olan bir sanayi değil. Bunun çıktıları insanı öldürüyor. Mesele bu. Artı, üretimde aşırı birikim krizlerini aşmanın yolu bunun kullanıcıların üretilmesine de bağlı. Savaşı talep edenlere gerek var, bunların başında da devletler geliyor. Devletler günümüzde savaş harcamalarını meşrulaştırmanın bir aracı olarak ya düşük yoğunluklu savaş stratejilerini ya da bölgesel savaşları kullanıyorlar.

Ortadoğu’da olası bir savaş gündemde. Sadece Suriye değil İran’ın kuşatılması açısından da bölgesel bir savaştan bahsediliyor. Bahsettiğiniz silahlanma çerçevesiyle Ortadoğu’daki süreç arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?
Bu harcamalar Ortadoğu’da birçok ülkenin katıldığı büyük bir savaşın habercisi olmayabilir. Ama savaş potansiyeline dair bir harcamadan bahsediyorum. İlla ki savaş çıkması gerekli değil.

Savaş korkusu ve ihtimali yeter diyorsunuz…
Devletler savaşın adını koyarak, bir ‘düşman’ üzerinden askeri harcamalarına meşruiyet sağlamaya çalışıyor. Bu yüzden savunma lafı burada doğru değil. Bizzat Ortadoğu politikaları, o bölgenin kontrolü, savaş sektörüne girdi oluşturuyor. Gerilim hattı oluşturuluyor. Bütün her şeyin tek açıklayıcısı anlamında söylemiyorum. Büyük fotoğrafa baktığımızda bu söylediklerimin de payı var ve süreci etkiliyor.

Özetle “silah üretiliyor ve tüketilmesi lazım” diyebilir miyiz?
Bir alıcısının olması lazım. Bu alıcı halkın kaynaklarıyla bunu alıyor. Dolayısıyla hesabını vermek zorunda. Çünkü toplumdan kaynak çekiyor. Yoksulluk bütçesi diyoruz bir yanıyla. Bu bütçeye halkı mahkum ettiğiniz için bunun açıklayıcısı bir tarafı olmalı. Biz ne yapıyoruz? Tank alıyoruz, uçak alıyoruz. O savaşı toplumun zihninde yeniden üretilmesi lazım.


Bu kadar silah üretiliyor. Ekonomik işleyişin de önemli bir parçası. Bu nedenle bir yerlerde kullanılması gerekir sonucunu çıkartabilir miyiz? Ya da kullanma ihtimali ve gereği sürekli hazır mı tutuluyor?
Bu illaki, reel bir savaş olacak anlamında değil. Aslolan bu silahları talep edecek yapının oluşturulmasıdır. Bu da devlettir. Devletin de bu fikriyatla çalışması önemlidir. Kullanabileceğinin çok ötesinde silah alıyor devletler.

Türkiye için de bu geçerli mi?
Evet, geçerli tabi. Savaş ihtimali olmasa bile Türkiye silah alır. Mesela Kürt savaşı. “Kürtlerin yüzünden bu kadar silah alınıyor” deniyor. Hayır, Kürt savaşı olmasaydı da bu silahlar alınacaktı.

Öyle mi diyorsunuz?
Tabi, bu kapitalizmin çalışma sistematiği. Kürtlerle olan savaş, bu harcamaların daha çıplak görülmesini engelliyor.

Meşrulaştırıyor…
Evet. Kapitalizm için en büyük sermaye reali-zasyonunu gerçekleştiren devlettir. Kapitalizm devletsiz yapamaz. Devlet üretilen silahı da alır, silah üretilmesi için fonları da sağlar. Böyle bir çarkta toplumların nasıl yoksullaştırıldıklarını ve öldürüldüklerini izliyoruz.

Fonlar dediniz… Türkiye’de savaş sanayiini besleyen hangi fonlar var?
Mesela Savunma Sanayini Destekleme Fonu. Çok büyük bir fon. Bildiğiniz vergiler, bir paket sigara mı aldınız, belli bir miktar oraya gidiyor, benzin mi aldınız, bir miktar oraya gidiyor.

Yaşamımızın her alanından bir miktar silahlanmaya gidiyor öyleyse…
Bu fonun amacı da savaş sanayiini geliştirmektir.

Kime bağlı bu fon?
Savunma Bakanlığına.

Peki, Savunma Bakanlığına ayrılan bütçe içerisinde yer almıyor mu?
Almıyor. Ayrı bir fon olması toplumsal denetimden uzak tutulması anlamına geliyor.


JANDARMA AKLI HAKİM KILINIYOR

Askeri harcamalar deyince akla doğal olarak ABD geliyor. Silah satışında da en büyük aktör. 2011 yılında dünyada 1.7 trilyon dolarlık bir askeri ticari hacim söz konusu. ABD ekonomisi içinde de önemli bir yere sahip olduğu söyleniyor. Dünya ekonomisi açısından ne kadar etkin?
Bayağı etkin. Gerçekten ABD’deki savunma bütçesi neredeyse Türkiye ekonomisi kadar. Böyle devasa bir fon dönüyor. Dünyanın birçok yerinde jandarma rolüyle kendini tanımlayarak bu sektörü yeniden üretiyor. Yani, nerede bir sorun varsa, Amerikan kuvvetleri orada! Ve yalnız değil, NATO şemsiyesi altında birçok ülkeyle birlikte hareket etmekte. NATO’daki neredeyse bütün ülkeler Amerikan savaş sanayiyle irtibatlandırılmıştır. Bu oyun geniş anlamda bir fonlama oyunudur. Büyük fonların hareketliliğin sağlanması için bu ülkelerin ittifak halinde ve Amerika’nın jandarma rolünü ortadan kaldırmaksızın sürdürmesi gerekiyor. Askeri harcamaların düzenlenmesi bu açıdan küresel bir politikadır. İktisadi düzenin sağlanabilmesinde bu jandarma aklının hâkim kılınması büyük önem taşıyor. Bu büyük fonun çevrimi hem ABD hem de dünya ekonomisi için önemli bir güç oluşturmakta.

2013 bütçesini askeri harcamalar açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bütçe yapısı 10 yıldır fazla değişmedi. Siyaset olarak, yaklaşım olarak, perspektif olarak. AKP iktisadi alanda bir politika değişikliğine gitmeyecek, benim düşüncem bu.  Bütçenin en temel özelliği; bu bütçe artık toplumdan kopuk bir bütçedir.  Toplum bütçe hakkını yitirmiştir. Dolayısıyla da toplum bütçeyle ilişki kuramaz halde. Bütçe, neoliberal iktisat politikalarını uygulayan bir hükümetin bütçesinin nasıl olduğunu tüm çıplaklığıyla göstermektedir. Bu konuda oldukça istikrarlıdır. Hükümet küresel sermayenin tavsiyelerine sadıktır ve ona göre ekonomiyi yapılandırmaktadır.


Şöyle bir tez var: Herkes silahlanıyor, dolayısıyla da Türkiye de ulusal güvenliği için silahlanmak zorunda. Bu konuda ne dersiniz?
Bu bir düzenek. Bu düzeneğe karşı mücadele etmek lazım. Yani savaşa karşı barışın dilini, barışın sesini yükseltmemiz gerekir. Bu harcamalar devam ettiği sürece silahların patlama ihtimali yükselir.

Yani Çehov’un duvardaki silahı mutlaka patlar…
Harcamaların artması bu ihtimali arttırır. Bu harcamalar devam ettiği sürece, haklarımızdan, en doğal haklarımızdan yoksun bırakılıyoruz. Dolayısıyla toplumun yapacağı şey barıştan yana tavır almak. Bu harcamalar geri çekilebilir belki. Şu anda konuşulan şey savunma değildir. Ortada dışarıdan gelecek bir tehdit yokken tehdidin kaynağı olmak yönünde bir durum varken toplum buna dur demelidir.

Öcalan’la bir görüşme süreci başladı. Hem Kürtler hem de Türkler açısından da umutlu bir süreç olduğunu da söyleyebiliriz. Bu sürecin ilerleyeceğini düşünelim. Kürt sorununun çözümü açısından da silahlanma ve askeri harcamalar nasıl bir biçim almalı?
Bu kısa vadede gerçekleşebilecek bir şey değil. Kürtler çözümü hep istediler. Diyelim ki, devletin başına taş düştü, bu işi çözelim dediler. Barış geldi. Buna rağmen silah harcamaları artabilir. Artmasına yönelik de ordunun modernizasyon projesi şu an için ön planda. Bu da şuradan geçiyor. Zorunlu askerliğin kaldırılması, profesyonel askerliğe geçilmesi, bu ordunun eğitimi, maaşı, teçhizatı vb. Zaten silah sanayindeki gelişme sizi bu oyuna çok bağımlı kılıyor. Sizin silahlarınız çok hızlı bir biçimde demode oluyor. Bunları yeniliyorlar. Doğrudan Kürt sorunuyla bir bağı yoktur diye düşünüyorum.


İKTİDARDA KALMANIN BEDELİ

Ya patriotlar?
Patriot satacaklar. Pazarlama stratejisi. Burada acımasız olan komşu halklarına karşı düşmanca tutumdur. Düşünsenize Türkiye’nin İran, Irak, Suriye, Kürdistan’la ilişkilerini. Oraya patriot koyalım, füze kalkanı yapalım, 3 uçak daha alalım. Şimdi, böyle iktidar bulsanız, siz de elinizdeki silahları satmaz mısınız? Satarsınız. Böyle bir akla tutsak devlet yönetimi çok iyi bir alıcıdır. Ama bir de tersten sormak lazım. İktidarda kalmanın bedelidir belki de bu.

Umman, Katar, Suudi Arabistan gibi ülkeler GSYH’ye göre en yüksek askeri harcamalar yapan ülkeler.
Bu ülkelerin bir ortak özelliği de en adaletsiz ülkelerdir. Türkiye de böyle. Böyle de bir korelasyon var. (İstanbul/EVRENSEL)

ÖNCEKİ HABER

Mali, Afrika’nın Afganistan’ı olabilir

SONRAKİ HABER

Kışanak: Katliamın sarsıntısı büyük

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa