ABD’de öğretmenler neden grev yapar?
2018-19’da yüz binlerce öğretmen greve gitti. Öğretmen örgütleri, son on yılda sayısızca grev örgütledi ve işçi sınıfının ABD’de yeniden hareketlenmesine öncülük etti. Peki ama neden?
Fotoğraf: eilidh_wag/ Flickr (CC BY 2.0)
Hakan YILMAZ
CUNY Sosyoloji Bölümü Doktora Öğrencisi
21. yüzyılda ABD işçi sınıfı denildiğinde akla gelen en önemli emekçi kesimi öğretmenlerdir. 20. yüzyıl ortalarına kadar kendilerini orta sınıf profesyoneller olarak tanımlayan ve daha çok baro ve doktor örgütlenmelerinin lobi modellerini benimseyen öğretmen örgütleri, son on yılda sayısızca grev örgütledi ve işçi sınıfının ABD’de yeniden hareketlenmesine öncülük etti. Peki öğretmenler neden profesyonelliği terk edip işçiliği kendi kimlikleri olarak benimsedi? Bu soruyu cevaplamadan önce ABD işçi ve ekonomik tarihinin belli dinamiklerine göz atmakta fayda var.
ABD İŞÇİ SINIFI TARİHİNİN BAŞLANGICI VE ANA HATLARI
ABD tarihinde işçi örgütlenmesi belli dalgalar halinde gelişti. İlk büyük dalga 19. yüzyıl sonları 20. yüzyıl başlarında, genellikle demir yolları çalışanları, madenciler ve tekstil işçileri arasında başladı. İşçi örgütlenmesi iki ana model üzerinden ilerlemekteydi; endüstriyel ve zanaat temelli. Amerikan Emek Federasyonu (American Federation of Labor, AFL) gibi zanaat temelli örgütler öncelikle beyaz ve eğitimli işçileri örgütleyerek Amerikan toplumundaki etnik ve ırksal ayrışmaların pekişmesinde rol oynadı. Emek Şövalyeleri (the Knights of Labor) ve Endüstriyel Dünya İşçileri (Industrial Workers of the World), sektörel veya endüstriyel bazda örgütlenme üzerinden ilerleyerek bu ayrışmalarla mücadele etmeye çalıştı. Ancak çoğu zaman kendi içlerindeki ayrışmalar sebebiyle başarısız oldu. 20. yüzyıl başlarında ağır sanayinin yaygınlaşmasına rağmen, baskın devlet rejimi ve işçiler arasındaki etnik ve ırksal ayrışmalar ağır sanayi sektörlerinde işçi örgütlenmesinin gelişmesine mani oldu.
ABD işçi sınıfı tarihinin en önemli dönüm noktası Büyük Buhran ve sonrasındaki grev dalgasıdır. Büyük Buhran döneminde ABD’de işsizlik yüzde 20-25 seviyelerini buldu. İşsizlerin kendi mahallelerinde ve çevrelerinde birbirlerine destek olmak için örgütlenmeleri, buhran sonlarındaki grev dalgasında etkili oldu. Bu grev dalgası öncelikle örgütsüz işçilerin kendi inisiyatifleriyle başladı. Komünistler, anarşistler, Troçkistler bu ayaklanmada belli roller oynamış olsalar da örgütsel olarak kapasiteleri bu ayaklanmaya öncülük etme potansiyellerini düşürdü.
Aynı dönemde AFL içinde ayrışmalar başladı. Grev dalgasında en önemli rollerden birini yine maden işçileri üstlenmişti. Ancak AFL’nin ulusal yönetimi maden işçilerinin bağımsız örgütlenmelerini rakip olarak gördüğü için grevleri desteklemeyi reddetti. Birleşik Maden İşçileri (United Mine Workers, UMW), AFL içindeki nadir endüstriyel sendikalardan biriydi ve AFL yönetiminin grev dalgasına tepki olarak konfederasyondan ayrılıp grevdeki işçileri sendika üyesi yapmak amacıyla Endüstriyel Örgütler Kongresinin (Congress of Industrial Organizations, CIO) kurulmasına öncülük etti. CIO, komünistlerle ortak çalışarak birçok ağır sanayi sektöründe sendikalaşmaya öncülük etti.
1932-1937 arasında milyonlarca işçi greve gitti. 1935’de CIO destekli grevlerin baskısıyla ABD Kongresi tarafından kabul edilen Ulusal İş İlişkileri Kanunu’nun (National Labor Relations Act) 1937’te Yüksek Mahkeme (Supreme Court) tarafından kabul edilmesiyle özel sektörde sendikal örgütlenme ve toplu sözleşme yasallaştı. Böylece milyonlarca işçi ABD tarihinde ilk kez sendika üyesi oldu. Ancak kanundaki kısıtlamalar ilerideki yıllarda sendikal hareketin bürokratikleşmesinde önemli rol oynayacaktı.
KAMUDA ÖRGÜTLENME
ABD’de Ulusal İş İlişkileri Kanunu ile özel sektör işçileri sendikal örgütlenme ve toplu sözleşme hakları kazanmış olsalar da bu kanun kamu sektörü işçileri için ciddi bir değişim yaratmadı. Bunun ana sebeplerinden birisi posta çalışanları haricinde kamu sektöründeki işçilerin büyük bir kısmının eğitimli orta sınıf profesyoneller olmalarıydı. Bazı kamu sektör işçileri 1930’larda ve 2. Dünya Savaşı sonrasındaki yıllarda toplu sözleşme hakları için lobi çalışmaları veya ufak grevler örgütleseler de 1960’lara kadar öğretmenler sendikalardan daha çok profesyonel derneklerle örgütlenmeyi tercih etti.
1950’lerde daha bürokratik ve yukarıdan örgütlenmiş olsalar da ABD tarihinin en büyük grev dalgası yaşandı. Bu dönemde enflasyon çalışanların alım gücünü eritmekteydi. Bu nedenle işçi örgütleri enflasyonla mücadele etmek için sıkça greve gitmek zorunda kaldı.
Enflasyon öğretmenlerin alım gücünü eritse de öğretmenlerin en büyük örgütleri Ulusal Eğitim Derneği (National Education Associaton) ve Amerikan Öğretmenler Federasyonu (American Federation of Teachers, AFT - AFL’nin öğretmenler sendikası) tüzüklerinde grev karşıtı maddeler bulunduracak kadar muhafazakardı. Bu nedenle toplu sözleşme ve grev için örgütlenmek isteyen öğretmenler genellikle yerel bağımsız gruplarda örgütlenmeye başladı.
1959’da New York’da yüzlerce ‘akşam okulu’ öğretmeni zam için greve gitti. Kamu çalışanlarının grev veya örgütlenme hakları olmadığı için, bu grevin başarısı New York’da öğretmenlerin grevlere bakış açısının değişmesinde önemli rol oynadı. AFT’nin New York Örgütü Öğretmenler Loncası (Teachers Guild) bu örgütlenmenin AFT’den bağımsız büyümesini engellemek için grev ve toplu sözleşme politikalarını destekleme kararı aldı. Mart 1960’da iki grup birleşerek Birleşik Öğretmenler Federasyonu AFT Lokal 2’yi (United Federation of Teachers, UFT) kurdu. Aynı yılın kasım ayında ise toplu sözleşme için yasa dışı bir grev düzenledi. Eyalet yönetimi toplu sözleşme için bir garanti vermese de bir araştırma komitesi kurarak zaman kazanmaya çalıştı. 1961’de eyalet yönetimi öğretmenlerin sendikalar için seçim yapmasına izin verdi. UFT bu seçimleri rahat bir şekilde kazandı. Bir yıl sonra hâlâ sözleşme imzalayamayan UFT, 1962’de bir kez daha greve gitti. Eyalet yönetimini toplu sözleşme imzalamaya zorladı. Bununla birlikte UFT ABD’de şehir bazında toplu sözleşme imzalayan ilk sendika oldu. Bu ülke çapında devasa bir etki yarattı. 1960’ta toplu sözleşme dahilinde çalışan öğretmen sayısı yüzde 5’in altındayken, 1970’de bu oran yüzde 70’i aşmıştı.
Ancak öğretmen örgütlenmesi özel sektöre kıyasla federal seviyede kanuni hak kazanmayı başaramadı. Bu nedenle öğretmenlerin toplu sözleşme hakları her eyalette farklı olmakla beraber 50 eyaletin sadece 13’ünde öğretmenlerin grev hakkı bulunuyordu. Çoğu eyalette öğretmenler toplu sözleşme için grev yapma haklarını terk ettiler. Uzun vadede bu gelişmeler öğretmen sendikalarının bürokratikleşmesinde ve neoliberal saldırılar karşısında direnememesinde önemli rol oynadı.
AMERİKAN EĞİTİM SİSTEMİNDE FEDERALİZM
Üniter devlet geleneğinde olan ülkelere kıyasla Amerika’da eğitim sistemi federalizm prensibi üzerine kuruludur. Bu nedenle eğitim kaynakları ve standartları genellikle eyaletler ve yerel yönetimler tarafından belirlenmektedir. Örneğin ABD’nin doğu ve batı kıyı bölgelerinde üniversiteye giriş sınavı Akademik Yeterlilik Testi (Scholastic Aptitude Test), orta ve güney bölgelerinde ise Amerikan Kolej Testi’dir (American College Test). K-12 Eğitim masraflarının sadece yüzde 10’u federal hükümet tarafından karşılanmaktayken yüzde 50’si eyalet ve yüzde 40’ı yerel yönetimler tarafından karşılanmaktadır.
Bu sistem eyaletler arasında ve eyaletler içinde farklı yerel bölgeler arasında eğitim kaynakları ve standartları açısından devasa eşitsizlikler yaratmaktadır. Yerel yönetimlerin eğitim kaynaklarının çoğu yerel mülk vergileri ile finanse edildiği için mülk değerlerinin yüksek olduğu bölgelerde devlet okulları çok daha zengin, mülk değerlerinin düşük olduğu yerlerde ise devlet okulları çok daha fakirdir. Bu nedenle ABD’nin kamu eğitim sistemi toplumdaki ekonomik eşitsizlikleri çok ciddi bir şekilde derinleştirmektedir.
Aynı zamanda eyaletlerin kendi eğitim programlarını düzenleyebilmeleri, belli eyaletlerde evrim teorisi, ABD’de kölelik tarihi, ırkçılık, göç tarihi gibi önemli konuların muhafazakar eyaletlerde K-12 devlet okullarında sansürlenmesine öncülük eder. Her ülkenin devlet okulları kendi devletlerinin suçlarını sansürlemeye çalışsa da diğer gelişmiş kapitalist ülkelerle kıyasla ABD’nin federal eğitim sistemi kabul görmüş tarihsel ve bilimsel tezlerin belli eyaletlerde sansürlenmesinde önemli rol oynar. Örneğin ABD’de aşı karşıtlığının veya kovid reddediciliğin yaygınlığının ana sebeplerinden birisi muhafazakar eyaletlerin eğitim sistemindeki orantısız etkisidir.
Bu sistem aynı zamanda farklı eyaletlerde öğretmenler arasındaki devasa gelir farklarını da açıklamaktadır. Örneğin 2019 yılında New York’da ortalama bir öğretmen 87 bin dolar kazanırken, Louisiana’da bu miktar 49 bin dolardı. Öğretmen maaşları ve eğitim koşulları arasındaki bu uçurum öğretmenlerin ulusal çapta örgütlenmesini ciddi bir şekilde zorlaştırmaktadır.
NEOLİBERALİZM
1960-75 arasında ABD’de öğretmenlerin çoğunluğu sendikalaştı. Toplu sözleşmeler kazandılar. 1975-82 arası ABD Büyük Buhran sonrasındaki en büyük ekonomik krizi yaşadı. Bu dönem aynı zamanda neoliberal özelleştirme, finansallaşma ve esnek çalışma modellerinin yaygınlaşmaya başladığı ilk dönemdir.
Bu kriz döneminde eyaletlerin birçoğu bütçe krizi yaşadı. Bu noktada artık katı bir şekilde bürokratikleşmiş sendikalar hem kamuda hem özel sektörde bu dönüşüme karşı ciddi bir mücadele veremedi. Federal hükümet ve eyaletler on yıllarca zenginlere ve şirketlere vergi indirimi verdi ve onların işçi örgütlenmelerini ezmesinde öncülük etti.
1982’de Ronald Reagan’ın grevdeki on binlerce hava yolu trafik işçisini işten çıkarması genellikle ABD işçi sınıfının uzun buhranının başlangıç noktası olarak gösterilir. Ancak bu buhran 1970’lerin ortalarında yavaşça başlamıştı. 1975’ten bugüne ABD’de sendikalaşma oranı yüzde 33’lerden yüzde 10’a düştü. Bugünlerde özel sektördeki işçilerin sadece yüzde 6’sı sendika üyesidir. 1970’lerden beri işçi maaşlarının enflasyona karşı yükseldiği ilk yıl 2021’dir. Maaşların durgunluğu ve ev, ulaşım ve yüksek öğrenim fiyatlarındaki astronomik yükselme işçi nüfusunun çoğunluğunu borç bağımlılığına itti. Ortalama yıllık bireysel gelir 30-35 bin dolar olmasına rağmen 2018 itibari ile ortalama bir üniversite mezunu 30 bin dolar borç ile mezun olmakta. Ortalama mortgage geri ödeme süresi 1970’lerde 10-15 yıl iken bugün 25-30 yıl.
On yıllarca süren neoliberal yıkım K-12 eğitim sektörünü de pas geçmedi. Öğretmen maaşları ve sendikalılık oranı, diğer işçilere kıyasla yüksek kalmasına rağmen öğretmenlerin çalışma koşulları, özellikle 2008 krizi sonrası hızla kötüleşmeye başladı. 1975 krizinden bu yana devam eden vergi indirimleri, 2008 krizi sonrası daha da hızlandı. Bu gelişme eyalet eğitim bütçelerinin çökmesine öncülük etti. Bu nedenle 2008 sonrası eğitimde ciddi bir yeniden yapılandırma projesi başladı.
Bu projenin ilk adımı yerel yönetimler öncülüğünde devlet okullarının kapatılıp, K-12 seviyesinde daha fazla ‘charter’ (bütçesi devlet tarafından karşılanan ancak özel şirketler tarafından yönetilen) okullar açılmasına öncülük etmek oldu. Charterlaşma toplu sözleşme altındaki öğretmenlerin işten çıkarılıp toplu sözleşme haricinde işletilen özel okullarda çalışmaya zorlanmalarını hedeflemekteydi. Böylece öğretmen maaşları devlet bütçesine aynı seviyede ‘yük’ olmayacaktı.
Diğer taraftan öğrencilere verilen bedava yemek, sağlık ve finansal destek hizmetleri kısılmaya başlandı. Kitap masrafları ve yemek masrafları ebeveynlerin üzerine yıkılmaya başlandı. Eğitim sistemindeki bu yapay kıtlaştırma tabii ki öncelikle eyalet ve federal desteğe daha çok ihtiyacı olan fakir mahallelerdeki devlet okullarını vurdu. Tarihinde yasal, ırksal ayrıştırma olan ve bunun kanunen yasaklanması sonrasında ekonomik yollarla aynı şekilde devam ettiği ABD’de bu orantısız bir şekilde siyah ve göçmen çocukları etkilemektedir.
SINIF MÜCADELECİ SENDİKACILIK
2012’de bu koşullar altında, Barack Obama’nın eski personel şefi tarafından yönetilen Şikago’da öğretmenler tarihi bir greve imza attı ve işçi sınıfının yeniden yapılanma sürecinin başladığını tüm ülkeye duyurdu. Grev, özelleştirmeleri ve neoliberalizmi hedef tahtasına koydu. Yoksul öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılamanın devlet okullarının sorumluluğu olduğunu tüm topluma hatırlattı. 2000’ler boyunca Şikago Öğretmenler Sendikası (Chicago Teachers Union, CTU) içerisinde sol akımı temsil eden ve içerisinde Amerika Demokratik Sosyalistleri (Democratic Socialists of America) ve Enternasyonal Sosyalist Organizasyon (International Socialist Organization) üyelerini barındıran grup sendikanın tepkisizliğine karşı örgütlenmeye başladı. Bu grup daha sonra sendika içinde kendi gruplarını kurarak 2010 yılında yönetime geldi. Böylelikle grev için örgütlenmeye başladı.
Grevin başarısı öğretmen sendikalarında devasa bir etki yarattı. Los Angeles’ta, Oakland’da, Denver’da ve ülkenin farklı kesimlerinde, radikal öğretmenler kendi gruplarını kurarak muhafazakar sendika yönetimleri üzerinde baskı kurmaya başladı. Siyah Yaşamlar Önemlidir (Black Lives Matter), Bernie Sanders’ın seçim kampanyası ve Trump’ın seçilmesi öğretmenler arasındaki radikalleşmeyi hızlandırdı.
2018 yılı 1980’lerden beri grev yapan işçilerin yarım milyondan fazla olduğu ilk yıl oldu. Bunun ana sebebi ülkenin güneyinde grevlerin yasak olduğu Batı Virjinya, Arizona ve Kentucky gibi eyaletlerde başlayan eyalet boyutundaki öğretmen grevleriydi. Şikago modelinden esinlenen öğretmenler, Batı Virjinya’da kendi sendika yönetimlerinden bağımsız olarak greve gitti. Bu grev maaşlardan öte, sınıflardaki doluluk, kaynaksızlık ve öğretmenleri sıkboğaz eden çalışma kurallarına (Sağlık sigorta bütçesini azaltmaya çalışan eyalet eğitim bakanlığı öğretmenlere Fitbit takmayı zorunlu yapmayı denedi) bir tepkiydi.
Grevler alev gibi yayıldı ve 2018-19’da yüz binlerce öğretmen greve gitti. Bu grevlerin en büyük önemi öğretmenlerin öğrencileriyle ve onların aileleriyle aynı safta durduğu sürece grevlerin Batı Virjinya gibi muhafazakar eyaletlerde bile başarılı olabileceğini kanıtlamaları ve ABD’de 2019 yılında hâlâ ulusal çapta neoliberalizme karşı bir grev dalgası olabileceğini göstermeleriydi. 2021 sonlarında özel sektöre sıçrayan bu mücadeleci sınıf sendikacılığı akımının önümüzdeki yıllarda daha da büyümesi ABD’de neoliberalizme ciddi bir darbe vurabilir.