İran rejimi: Dünden bugüne baskı ve ‘meşru’ öldürme zemini
"İbrahim Reisi hükümeti, güvenlik ve askeri ajanlarının ‘halk protestosu’ sırasında silahları daha geniş bir şekilde kullanma hakkına sahip olacak bir yasa tasarısı hazırladığını açıkladı."
Fotoğraf: MojNews/Wikimedia Commons (CC BY 4.0)
Mihri ROODİ
E. AVA
Genel olarak devletler ve özel olarak burjuva devleti baskı ve ideolojik aygıtlarının bileşimidir. Bu aygıtlar tarihsel olarak toplumdan topluma değişiklik göstermekle birlikte spesifik bağlamlarda kendilerine özgün biçimler şekline de bürünmüştür. Bu yazıda İran İslam Cumhuriyeti’nin kullandığı baskı biçimlerini ele alacağız. Bunun iki sebebi var: Birincisi, son yıllarda ortaya çıkan işçi sınıfı protestoların ve halk ayaklanmalarının ivme kazanmasıyla birlikte İran rejiminin tepkilerinin sertleşmesidir. İkincisi ise, bu çerçevede son haftalarda İran İslami Şura Meclisi’nde sunulan ‘Silahlı Kuvvetlerin Silah Kullanımına Yönelik Kanun Reformu’ adlı bir süreç olmuştur.
İRAN REJİMİ ALTINDA BASKI BİÇİMLERİ
İran’ın modern tarihi bir anlamda siyasi rejimlerin uyguladığı baskı biçimlerine karşı verilen halk mücadelesinin hikayesidir. Kâh Pehlevi, kâh İslam Cumhuriyeti döneminde devlette birleşen egemen sınıflar kendi bekalarını sürdürmek amacıyla her türlü zorbalık, baskı, işkence ve şiddete başvurmuşlardır. Her iki dönemde de genel olarak muhaliflere ve özellikle siyasi tutuklularına yönelik fiziksel işkence, taciz, tecavüz ile idam hükümleri dışında kameralar önünde zorla alınan itiraflar, basın açıklamaları ve dönekleştirme-devşirme teknikleri söz konusu olmuştur. Ervand Abrahamian’in İşkence Gören İtiraflar: Modern İran’da Hapishaneler ve Kamuya Açık Devşirmeler (1999) adlı kitabında öne sürdüğü biçimde, televizyon ve radyoda yayınlanan zorlu itirafların özneleri Pehlevi döneminde daha çok solculardan ibaret olup İslam Cumhuriyeti döneminde farklı siyasi ideolojilerin mensuplarını kapsamıştır: Solcuların yanı sıra saltanatçılar, liberaller, dindar muhafazakarlar ve dindar olmayan milliyetçiler 1979 Devrimi’nden bu yana ‘zorlu itiraf’ serüvenlerinde yer almışlardır. Zorla alınan itiraflar televizyon, radyo ve gazete gibi kitle iletişim araçlarıyla hem halkı korkutarak ibret almasını sağlardı hem de hapishanelerde siyasi tutukluların direncini kırmak amacıyla yayınlanırdı. Dikkat etmemiz gerekir ki bu zorla alınan itiraflar sadece 1980’lere mahsus değildi ve bugüne dek de varlığını çok yaygın olmasa bile sürdürmüştür. Bu konuda, Abrahamian şöyle der:
“Mahkumlara itiraf ve pişmanlık duymaları için işkence yapılıyordu. Bunlar, çok az çaba ve maliyetle kaydedilebilirdi, ardından düzenlenebilir, cilalanabilir ve gerekirse yeniden yapılabilirdi. Nihai ürün radyo ve televizyonda yayınlanırdı ve gazete ve broşürlerden çok daha fazla izleyiciye ulaşabilirdi. 1980'lerin ortalarına gelindiğinde, köylüler de dahil olmak üzere İranlıların çoğu radyo ve televizyona kolay erişime sahipti. Video görüntüleri ayrıca rejimin nihai gösterinin içeriğini ve zamanlamasını tamamen kontrol etmesini sağladı. Bazı görüntüler, ülkeye yayınlanmadan önce Humeyni'nin kendisi tarafından izlenirdi. Dahası, en önemli itiraflar ve pişmanlık duyma ifadeleri gazeteler, broşürler ve kitaplar aracılığıyla da yayınlanırdı. Genellikle “çağdışı” olarak görünen İslam Cumhuriyeti bu alanda oldukça yaratıcıdır.”
İslam Cumhuriyeti döneminde İran ceza kanunu Şii Şeriat kurallarına göre düzeltildi. Bu doğrultuda devrimden hemen sonra ‘Devrim Mahkemeleri’ kuruldu ve sözde ‘devrimci şiddet’ adı altında ilk önce eski rejim mensupları “yeryüzünde fesat yayma” ile suçlanıp idam edildiler. Fakat aynı suçlamalar sadece eski rejim mensuplarına değil, bütün siyasi muhaliflerin yanı sıra aynı zamanda, “uyuşturucu satıcılar, zina yapanlar, eşcinseller, seks işçileri, tecavüzcüler, katiller, kumarbazlar ve gaspçıları” da kapsadı. “Yeryüzünde fesat yayma” suçlaması, Abrahamian’in anlattığı üzere, muhaliflere yönelik en kapsamlı suçlama biçimiydi. Bu çerçevede “fesat yayma”dan kasıt ‘İslam’a ve din adamlarına hakaret’, ‘İslami devrime başkaldırma’ ve ‘karşı-devrimci’ olma durumlardı. Kamuya açık alanlarda düzenlenen idam, kırbaçlama ve ‘taşlama’ İslam Cumhuriyetinin ilk yıllarının en çok başvurduğu baskı yöntemleri arasında yer almıştır.
Halk arasında ‘cellat’ olarak bilinen ve aslında “Şeriat Savcısı” olan Sadık Halhali (1926-2003) 1979’da Humeyni tarafından İslami Devrim Mahkemesi Başkanı olarak seçildi. Halhali döneminde yüzlerce kişi en feci yöntemlerle işkence edilip öldürüldü. Halhali’nin en çok beğendiği yöntemler arasında futbol statlarında ve meydanlarda infazları gerçekleştirmekti. O yıllarda hukuksuz yargılar çerçevesinde “avukatsız üç dakikalık” duruşmaların sonucunda binlerce kişinin idam fermanı verildi. Bu süreçler 1988’de eşi görülmemiş bir biçimde hapishanelerde siyasi tutukluların toplu infazının yolunu açtı. 19 Temmuz 1988’de başlayıp 5 ay içerisinde gerçekleşen infazlar İran sosyalistlerin ve komünistlerin katliamı ile sonuçlandı. Bu süreçte, Uluslararası Af Örgütü’nün verilerine göre, başta Halkın Mücahitleri Örgütü üyeleri ve başka sosyalist parti ve örgütlerin mensupları olmak üzere, 4 bin 482 siyasi mahkum idam edildi. Birçok örnekte infazlar ailelere son bir görüş fırsatı verilmeden yapıldı ve cenazeler Tahran’ın Khavaran bölgesinde toplu bir şekilde gömüldü. Dahası, idam edilenlerin ailelerinden ‘devlet malına zarar’ gerekçesiyle infazda kullanılan ‘kurşun paraları’ bile alındı. ‘Khavaran Aileleri’ olarak bilinen bu insanlar 1988’den itibaren idam edilen çocuklarının hesabını İslamcı yöneticilere sürekli sormaya çalışmıştır ve bu doğrultuda mütemadiyen farklı baskılara maruz bırakılmışlardır.
Bu örneklerin gösterdiği gibi, İran’ın İslamcı egemen sınıfı, dini lider ve ona bağlı Devrim Muhafızları Ordusu bekalarını halkı bastırmakla sürdürdükleri gerçeği yansıtır. Bir burjuva devleti olarak İran İslam Cumhuriyeti rejimi bütün bu baskıları uygularken kendini “ezilenlerin destekçisi” ve “anti-emperyalist” olarak sunmaktan da vazgeçmemiştir ve ne yazık ki bu duruşu İran solcularının bir kısmı bile hem devrimin ilk yıllarında hem de bugünlerde yeniden benimsemeye çalışmıştır.
Yazının ikinci kısmına geçmeden son birkaç noktaya değinmek lazım. Teknolojik gelişim her ne kadar insanlara yeni iletişim imkanlarını sunsa da en çok kapitalistlerin ve devletlerin baskı biçimlerinin önünü açmıştır. Bunun en bariz örneği, denetim mekanizmalarının internet ve cep telefonu kullanımıyla bütün toplumsal ve kişisel hayatlarına uzanmasıdır. Tam da bu sebeple, kapitalist toplumlarda teknolojinin gelişmesi her ne kadar özgürlük tantanasıyla pazarlansa da o kadar anti-demokratik bir özelliğe bürünmektedir.
Örnek verecek olursak, İran devleti 2019’da Kasım Ayaklanmaları sırasında internete erişimi ülke çapında kapattı ve bu şekilde istediği gibi halk ayaklanmasını kana boğdu. Bunun yanı sıra, son yıllarda “kültür saldırısına” bir tepki olarak İran rejimi “milli internet” projesinin müjdesini vermişti. Bu projeye göre, İran’da güvenli, istikrarlı bir altyapı ağı ve ulusal internet geliştirilecekti. Bu projenin amaçlarından biri internet kullanıcılarının kişisel bilgilerinin İran devleti tarafından kolayca ulaşılıp denetlenmesi ve gerektiğinde milli güvenlik meselelerinde önleyici bir seçenek olarak kullanılmasıdır. Bu arka planı göz önünde bulundurarak şimdi “Silahlı Kuvvetlerin Silah Kullanımına Yönelik Kanun Reformu’na bakalım.
İran İslam Meclisi Milli Güvenlik Komisyonu, silahlı kuvvet görevlilerinin gerekli hallerde silah kullanmasına dair ilgili kanunda yapılan değişiklik taslağını önümüzdeki günlerde inceleyeceğini duyurdu.
HALKI ÖLDÜRMEYE YASAL ZEMİN HAZIRLIĞI
Haziranda İbrahim Reisi hükümeti, İslam Meclisi tarafından onaylanması halinde İslam Cumhuriyeti'nin güvenlik ve askeri ajanlarının “halk protestosu” sırasında yasal olarak silahları daha geniş bir şekilde kullanma hakkına sahip olacak bir yasa tasarısı hazırladığını müjde verir gibi açıkladı.
Taslak, mevcut yasada ne gibi değişiklikler getiriyor, biraz bakalım.
Kanunda bahsi geçen “Gerekli durumlarda silahlı kuvvet görevlileri tarafından silah kullanılması”, “silahlı görevliler” olarak genişletilmesi, yani silahlı kuvvetler mensubu olmayan herhangi bir görevliye silah taşıma yetkisinin verilmesi ilk aşamada dikkatimizi çeken değişiklik önerisi oldu.
Bu görevliler “hukuk makamları tarafından kendilerini korumak için” silah taşırlar, suç işlemeleri halinde koşullara bağlı ceza almazlar ve silah kullanmaları “meşru” savunma olarak kabul edilirse, kan parası da ödemezler.
Biraz daha ilerledikçe tablo daha net ortaya çıkıyor. Mevcut yasada, “polis memurları” bastırılamayan silahlı yasadışı yürüyüşler, ayaklanmalar, isyanlar için operasyon komutanının emriyle silah kullanma hakkına sahiptir. Ancak yeni değişiklikle bu izin “güvenlik görevlilerine” de veriliyor. “Yasadışı silahlı yürüyüşler” ile ne kastedildiği çok açık olmasa da son yıllarda İran rejiminin, hükümete karşı “silahsız” protestoları bastırmak için birçok protestocuyu sahte gerekçelerle silah taşımakla suçladığını belirtmek gerekiyor.Suçlamaların yanı sıra son yıllardaki protestolarda, İslam Cumhuriyeti’nin polisi ve Devrim Muhafızlarının doğrudan ateşi sonucu birçok protestocu öldürüldü veya yaralandı. Örneğin, metnin ilk kısmında bahsettiğimiz gibi Reuters haber ajansı gibi birçok haber ajansı kasım 2019'da hükümet karşıtı protestolarda ölenlerin sayısının 1 bin 500 kişi olduğunu bildirmişti.
Uluslararası Af Örgütü ayrıca bu protestolarla ilgili bir raporda Şiraz’da 28 yaşındaki bir erkeğin işe giderken polisler tarafından başından ve karnından dört kez ateş edilerek öldürüldüğünü belirtmişti. Yakınları, bu gencin bir kazada öldüğünü duyurmak için devlet tarafından baskılandığı vurgulamıştı.
Bugüne kadar farklı insan hakları örgütlerinin raporlarına göre, çoğu durumda İran rejiminin milis veya silahlı güçleri protestocuları kafalarını veya üst vücutlarını hedef alarak vurduğu defalarca söylendi.
Bu yılki, Chaharmahal ve Bakhtiari eyaletlerindeki protestolarda çok sayıda vatandaş emniyet güçleri tarafından vurularak öldürüldü.
İran İslam Cumhuriyeti yetkilileri, protestolarda öldürülen insan sayısı hakkında kesin istatistikler sunmadan ve ölenlerin ailelerine baskı uygulayarak bu konuda yanıt vermeyi reddediyor.
Yasadaki değişiklik, görevlilerin “hapishane isyanları” için silah kullanmasına da izin veriyor.
Bir diğer dikkat çeken nokta ise mevcut yasada “Tutuklu veya gözaltında olan bir kişinin karakolda veya cezaevinden kaçması veya nakil sürecinde kaçması sürecinde, tutuklamak veya gözaltına almak için başka önlemler kullanılmış ve sonuç alınmamışsa ateş etme” yetkisi veriyor. Ancak yeni yasa hapishane eylemleri sırasında da ateş etme yetkisini görevlilere tanıyacak.
Tüm bu tabloya baktığımızda İran rejimi ve İbrahim Reisi devleti muhaliflerini ortadan kaldırmak için yasal dayanakları güçlendirme yönünde adımlar atıyor. Polis, devrim muhafızları, özel emniyet güçleri yetmezmiş gibi birde kendince “görevli” olan kişiler de silah taşıma, ateş etme yetkisine sahip olacak.
Hiç şüphesiz son 5 yıldır İran’da devam eden ‘geçinemiyoruz’ protestoları, işçi grevleri, öğretmen grevleri, sağlıkçı grevleri, emekli protestoları, özgürlük ve toplumsal haklar için gerçekleşen protestolar gün geçtikçe artıyor. İran rejimi hakimiyetinin ilk gününden bu yana muhaliflerini öldürmekten imtina etmedi. Protestoların artmasıyla tedirginliği artan İran rejimi mensupları ilk hamleyi daha rahat öldürmenin önünü açmakla yaptı.
Yeni tasarının muhalefet olmaksızın mecliste kabul edilmesi bekleniyor