Şair Yusuf Yağdıran: Bir şiir işçisi olarak anılmak istiyorum
Şair Yusuf Yağdıran ile il kitabından bugüne şiir yolculuğunu konuştuk.
Fotoğraf: Kişisel arşiv
İsmail AFACAN
İstanbul
“Gündüz Dersem Çıkma”, “Saklı Zaman Sesleri”, “Çağrılmayanlar Adası” ve “Başıbozuk” Şair Yusuf Yağdıran’ın şiir kitapları… İlk kitabından bugüne şiir yolculuğunu konuştuğumuz Yağdıran “Sınıflı bir dünyada yaşıyoruz ve sınıf bilinci olmaksızın yaptığımız her okuma, aksak kalıyor. Sınıf bilincine erişmem kırk yılımı aldı ama başardım. Proletaryaya mensubum ve onun sanatı için çaba sarf ediyorum artık” diyor.
"HER OLGUYU YAZARAK AŞACAĞIMI DÜŞÜNÜYORDUM"
Başlangıç kitabınız “Gündüz Dersem Çıkma”… “süt kalenin burcundayım/ alacaklıyım varsıl uykulardan” dizeleriyle başlıyor kitap. Süt kalenin burcundan bugüne baktığınızda şiir yolculuğunuzu nasıl özetlersiniz?
Gündüz Dersem Çıkma, adındaki masal çağrışımının hakkını veren bir ilk kitap. Gerçeklikten kaçmaya çalışan bir çocuğun ilk gençlik heyecanını, çocukluk travmalarını vs. içeren bir dosya. Bittabi şiire özenen bir çocuk o dizelerin ses vereni. Okuryazar her insan gibi kendimi yazarak sağaltabileceğimi düşündüğüm zamanlar çoğunlukta oldu. Bu durum, özellikle ilk gençlik yıllarımda çok yoğundu. Baş edemediğim, anlamlandırmakta zorlandığım her olguyu yazarak aşacağımı düşünüyordum sanırım. Bu düşünce şiirin kıyısına sürükledi beni. Yaşamın önüme koyduklarıyla çarpışmak yerine romantik bir histeriye sığınmış olsam gerek. Geriye dönüp ilk kitabımdaki şiirlere göz gezdirdiğimde bu hisse kapılıyorum hep. Pişmanlık değil bu sözlerin nedeni. Neden-sonuç izleğine sahip olmanın getirdiği sıradan bir tespit. Şu anda bulunduğum zaman ve zeminde bir oylumum varsa başlangıç noktası orasıdır. Önemli elbette, çok önemli. Özgün bir şiir diline varabilmek adına, geleneği bilen bir çocuğun, ustaların ayak izlerine basarak yürümeye çalıştığı çok değerli on yıllar demek sonuçta. Ki bu yolun sonunda şiire devam edip etmemeye dair benim için çok hayati bir sorgulamada yardımına başvurduğum küçük İskender, Varlık dergisinin 2008 aralık sayısında bir şiirime yer verip sezgimin beni yanıltmadığı müjdesini vermişti, iki üç satırlık değerlendirmesiyle. Devridaim olsun. Bende yeri hep bağ u bostan olacak Derman ağabeyimin.
“Saklı Zaman Sesleri” isimli kitabınızdaki eserleri “geçiş dönemi şiirleri” olarak tanımlıyorsunuz. Bu geçiş döneminden bahseder misiniz biraz?
Babamı 4 yaşımda yitirdim. Çok erken yaşta yüklendim hayat gailesini. Sorumluluk, kaygı, korku vs. kemiksi bir tortu oluşturdu bende. Kolay olmadı bu tortuyla yüzleşmek. Aşağı yukarı bu yüzleşme ve kabullenme dönemine denk geliyor, Saklı Zaman Sesleri’ndeki şiirler. Birey olma iradesinin ve travmatik tutsaklıktan kurtuluşun ilk adımları saklı bu kitapta. Politik olarak da bir arayışın izlerini sürmek mümkün. Burjuva demokrasisinin elverdiğince -muhaliflik/demokratlık/solculuk vasıtasıyla- vicdanen kendine yurt arayan bir çocuğum hâlâ o şiirlerde. Pek çok şeyin farkındaymışım şimdi bakıyorum da.... Yüreğim yetmiyormuş muhtemelen, başka bir zorundalıklar dünyasına geçmek istemiyormuşum belki, belki konfor alanımdan çıkamayacak kadar aldatıcıymış, cazipmiş sanat sepet zemini. O yüzden Geçiş Dönemi Şiirleri demişim onlara. İsabet olmuş. Zira biçemsel olarak da farklı arayışları ve deneysel sıçramaları, sapmaları görüyorum geriye dönüp o şiirlere baktığımda. Evrimin hakkını vermişim, bu bile yeter o toplama baktığımda.
‘"ANTİKAPİTALİST BİR DÜNYAYI KENDİMDE İNŞA ETMEK İÇİN ÇIKTIM YOLA"
Üçüncü kitabınız “Çağrılmayanlar Adası”… Kitabın ismi Edip Cansever’in “Çağrılmayan Yakup” şiirini anımsattı. Yakupların adası gibi düşündüm… Size sorarsak nasıl bir yer “Çağrılmayanlar Adası”? Buranın müdavimleri kimlerdir?
Çağrılmayanlar Adası, karşı şiirlerimin toplandığı kitabım. Ben dahil pek çok insanın kafasında bir kışlayla doğduğunu fark ettiğim; sosyal, kültürel, kalıtsal bir meta olmaktan çıkmaya karar verdiğim; kendimi kapitalist dünyanın karşısında tanımlamaya ant içtiğim nokta bu kitap. Kolay olmayacaktı, biliyordum. Önce bende süren davranışlarından, alışkanlıklarından, arzularından, parçası olmak için can attığım sanat sepet organlarından soyunmam gerekiyordu. Bu kitapla birlikte kendimi örgütlemek için şiir yazmaya başladım. Anikapitalist bir dünyayı kendimde inşa etmek için çıktım yola. Önce kendimi kurtarmalıydım zira. Bulunduğum nokta ve sahip olduğum bilinçle şunu söylemek çok kolay, örgütlü olmaktan kaçıyormuşum yine. Edip Cansever, Gülten Akın ve diğer ustaların dizelerinden el alıp onların oldukları bir adayı düşlemekle avutmuşum kendimi. Orda sağaltmışım sayrılığımı. Neyse ki önceki iki farklı dönemim gibi burası da bir uğrakmış yalnızca. Ezeli ve ebedi yurduma çıkan, inceliklerle örülü, can uğrakları. Şiir söylemede yetkinleşmeye başladığım kitabım aynı zamanda Çağrılmayanlar Adası. Yalın, duru, akıcı bir söylemi oturtmaya başladığımı görüyorum o şiirlerime baktıkça. Dil bağlamında da bir Karşı’ya yol alıyormuşum demek ki.
Başıbozuk’a gelirsek… “Gündüz Dersem Çıkma”yı ilk gençlik şiirleri, “Saklı Zaman Sesleri”ni geçiş dönemi şiirleri, “Çağrılmayanlar Adası”nı karşı şiirleri olarak kategorize ediyorsunuz. Peki “Başıbozuk”taki şiirleri nasıl tarif edersiniz?
Başıbozuk, ismiyle müsemma bir kitap. Düzeneğin dışına çıkmaya kararlı; genelgeçer doğrularla ilişkisini kesmiş; rıza mekanizmasına ve tahakkümüne başkaldırmış; teşhir, ajitasyon ve propaganda araçlarını estetize etme derdinde bir şiir işçisinin çabası yükseliyor Başıbozuk’ta. Gel gör ki hâlâ örgütsüz bir şiir işçisi karşımızdaki. Türkiye sosyalist hareketini içinden tanıma çabalarımın başladığı yıllara denk geliyor Başıbozuk’taki şiirler. Aynı zamanda ikinci lisans öğrenimim vasıtasıyla yoğunluklu olarak felsefe okumaya başladığım yıllar. Yani ana yurdumdan önceki son uğrağım. Adını koymaya kararlı olduğum öz yaşamımın kalanına dair bir eşikteymişim demek ki. Bilinçli bir yaşam seyri ve disiplininin öncülü olan bir başıbozuklukmuş o deneyim. Biçemsel olaraksa toprağın tavında durulduğunu göstermiş oldu bana, söyleyişimi yakalamış oldum. Biriciklik kaygısından ve sanatsal kusursuzluktan söz edilemeyeceğine olan değişmez inancımın yansıması olsun diye ilk kitabımda yer almayan çocukluk şiirleri dediğim şiirlerime de yer vermiştim bu kitapta. Çatı Katı alınlığını kullanmıştım yanılmıyorsam o şiirler için. Geçmişe sünger çekip tamamlamış oldum böylece yaşamımın o kısmını. Sonra kırkım çıktı.
"PROLETARYANIN SANATI İÇİN ÇABA SARF EDİYORUM ARTIK"
Son olarak Yusuf Yağdıran şiirinin estetik bileşimini nasıl açıklarsınız?
Önceye dair estetik bir değerlendirme yapmam doğru olmaz. Onu eleştirmenler, kayda değer görürlerse, yapacaktır. Ben yine kendimi örgütlemek adına Başıbozuk sonrası nerede durduğumu paylaşmak istiyorum sizinle. Sınıflı bir dünyada yaşıyoruz ve sınıf bilinci olmaksızın yaptığımız her okuma, aksak kalıyor. Sınıf bilincine erişmem kırk yılımı aldı ama başardım. Proletaryaya mensubum ve onun sanatı için çaba sarf ediyorum artık. Biliyoruz ki bir yapıtın dilini, biçemini, estetik özelliğini onun içeriği belirler. İçerik, kişinin gerçekliği temsili ile sürdürdüğü yaşantı ve ideolojidir. Kapitalist ideolojinin çökmeye başladığını nasıl ki sanatsal yapıtlardan yükselen kesif küf kokusundan anlıyorsak proletaryanın yükselişini de içerikte vücut bulan “sosyalist estetiğin soluğunu” nabzımızda hissettiğimizde deneyimleyeceğiz. Sahip olmak istediğim tek paye, bu uğurda ter döken bir şiir işçisi olarak anılmaktır.