20 Temmuz 2022 11:46

Vaatler, kriz, seçim üçgeninde gençliğin kurtuluşu nerede?

"Mücadele etmek zor, akılcı değil diyerek" sandıkta “5 dakikalık” oy kullanımı ile köklü değişimler beklemek… Bizce hiç akılcı olmayan tam olarak bu.     

fotoğraf:pexels

Paylaş

Ekin Yoldaş KALI

Ankara

 

Krizin tüm yükü halka yıkılırken iktidarın temsil ettiği sermayedarlar hiç olmadığı kadar kar elde ediyorlar. Tek adam yönetimi ekonomik, sosyal-kültürel ve politik olarak saldırılarını hız kesmeden sürdürüyor. Üniversite öğrencileri yüz bin lirayı aşan KYK borçlarıyla, %100’e varan yurt ve konut zamlarıyla karşı karşıya. Konser ve şenlik iptalleri, sanatçıların hedefe konması, gençlerin özgürce parklarda dahi dolaşamaması ise sosyal-kültürel kuşatmanın birkaç örneği. Cumhur İttifakı taraftarı olmayan, politikalarını eleştiren herkes en sert saldırılarla karşı karşıya kalıyor. Politika toplumdan koparıldığı gibi egemen politikaya ikna olmayanlar ise “cezalandırılıyor”. Yaşamak her geçen gün daha da zorlaşan bir mücadele.

Bu girizgâh aslında herkes için oldukça tanıdık. Gençlerin bu koşullara dair hoşnutsuzluğu, iktidarın değişmesine dair isteği de herkes tarafından bilinen bir gerçek. Koşullardan kurtulmanın yolu olarak ise en “popüler” seçenek olarak seçimler ile iktidarın değişmesi görülüyor. Bu yazıda bu seçeneğin gerçekliğini tartışacağız.

İKTİDARA KİMİN GELECEĞİ SORUSU DEĞİŞİM KADAR ÖNEMLİ

İçerisinde bulunduğumuz ve yaşamı her geçen gün daha da zorlaştıran bu koşullarda iktidarın sorumluluğu kesinlikle yadsınamaz. Göz ardı edemeyeceğimiz, öze ilişkin gerçek ise tek adam yönetiminin, kendisinin de bir parçası olduğu, temsil ettiği sınıf açısından oldukça başarılı politikalar uyguluyor olması. Bir yandan toplumun ana çoğunluğu işsizlik, geleceksizlik ve sefalet ile boğuşurken bir yandan “Ekonomik büyümemiz herkesi kıskandırıyor” deniyor. Yalan değil, bir büyüme var. Örneğin sadece bankalar bile net karını %475 oranında artırdı. TÜİK, güvenilirliğini yitirmiş, %78 enflasyon açıklarken Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) verileri %175 oranını ortaya koyuyor. Başkaca örneklerle çeşitlendirilebilecek bu tablo özetle şunu gösteriyor: Kapitalist sistem ne koşul altında olursa olsun egemen olan sermaye sahiplerinin yararına işler. Böyle bir sistemde 20 yıldır iktidar olanlar her adımlarını mensubu oldukları kapitalistlerin çıkarları için atıyor. Bunu yaparken en temel insan hakları dahi tırpanlanıyor. Barınma, beslenme, ulaşım, eğitim, sağlık… Neresinden tutsak elimizde kalıyor. Yolsuzluk, yağma, talan, hukuksuzluk dizginsiz gidiyor. Elbette bu iktidar en kısa zamanda değişmelidir. Ama yerine neyin, nasıl geleceği sorunu en az iktidarın değişmesinin gerekliliği kadar önemlidir.

MUHALEFETİN VADETTİĞİ İKTİDAR

Ekonomik krizler kapitalizmin doğası gereğidir. İktidarlar katalizör görevi görebilir ama bu sistemin özü itibariyle kriz kaçınılmaz bir sonuçtur. Türkiye tarihine dönülüp bakıldığında, kapitalizmin ülkedeki gelişkinliğine de bağlı olarak, 15 yıl dolaylarında bir krize giren bir ülke olduğu rahatlıkla görülür. Kendini iktidar alternatifi olarak öneren ve gençler açısından da en güçlü ihtimal olarak görülen Millet İttifakı bugüne kadar yaptıklarıyla sınıf karakterini açıkça ortaya koymuştur. Niyetleri Türkiye kapitalizmini ve uluslararası emperyalistlerle iş birliğini yeniden tasarlamak ve sermaye sınıfına daha iyi hizmet edebilmektir. Ha keza kendileri de zaten emekçi halkın içinden gelen, buralardan oluşan bir toplam değildir.

Mevcut iktidarı tek adam yönetimi olarak nitelememizin nedeni en kaba haliyle devletin tüm olanak ve imkanlarının tek elde toplanmış olmasıdır. Bu kadar güçlenmiş bir yapıyı bir seçimle değiştirmek pek de olanaklı değildir. İktidar değişikliğinin gerçekleştiği ancak yine egemen sınıfa daha iyi hizmet vaatleri sunan bir iktidarın oluştuğu durumda ne olabilir? “Enkaz devraldık, sabredin düzelteceğiz” daha şimdiden dillendiriyor. Bu da “gerçekçi” görülen bir söylem. “Ülkenin biraz toplanması için en az beş yılı var” sözleri de tartışmalarda çokça duyduğumuz söylemlerden. Her şeye razı gelmeyi, “sunulan” en kolay gerçekliğe ikna olmayı alışkanlık haline getirenler ne yazık ki büyük bir hüsranla karşılaşacaklar. Nitekim Millet İttifakı daha şimdiden içerisinde bulunduğumuz koşulların tüm nedenlerini yalnızca iktidarın politikalarıymış gibi gösteriyor. Koca bir toplum yaşayamaz hale gelirken “Aman ha bekleyin, gelince halledeceğiz” diyor. Muhalefetteyken bunu yapan iktidardayken ne yapar oturun hesap edin!

“GERÇEKÇİ ÇÖZÜM” NE KADAR GERÇEKÇİ?

Sorun sistemdeyken sistemi idare etmenin bir alternatifi olanlar, kalbinde sömürü ve baskıdan başka bir şey olmayan bu sistemi ayakta tutmak için her şeyi bir fırsat olarak değerlendirecektir. Kapitalist sistemin yönetenlerinin politikalarına halk yararına çeki düzen vermelerinin yegâne koşulu emekçi sınıfların ve onların genç kuşaklarının mücadeleleridir. Mücadele etmek zor, akılcı değil diyerek sandıkta “5 dakikalık” oy kullanımı ile köklü değişimler beklemek… Bizce hiç akılcı olmayan tam olarak bu. Nedenini açıklayalım.

“Gerçekçi” olarak görülen şey burjuvazinin çizdiği sınırlarda bir gerçekliktir. İktidarı da muhalefeti de mücadele etmeyi elbette gerçekçi bir seçenek olarak göstermemek için elinden geleni yapmaktadır. Onların gerçekliği ve bizim gerçekliğimiz ise başkadır. Onların gerçekliğinde emekçilere hakkını vermek, gençlerin ilgisi ve yeteneği doğrultusunda güvenceli bir gelecek inşa etmesi yoktur. Onların gerçekliği kapitalist sistemin, yani baskı ve sömürü düzeninin sürmesidir. Dolayısıyla burada gerçeklik iki görünüm kazanmaktadır.

Bu ikili gerçekliğin bir yanında, iktidarın sözleri gençleri hayrete düşürüyor. Gençlerin, “Biz bu haldeyken nasıl çıkıp da ülke büyüyor, güçleniyor diyorsunuz?​” isyanı, haklı bir isyan. Ancak bu ifadeler onların gerçekliğine uygun. Büyüyorlar, karlarına kar katıp zenginleşiyorlar. Ama esas gerçeklik şu ki onların büyümesi, zenginleşmesi “alın teriyle” ve “kendi başarılarıyla” değil bizden çaldıklarıyla gerçekleşiyor. Dolayısıyla bizim ülkemiz küçülüyor, yoksullaşıyor.

BU ÜLKENİN GERÇEK SAHİPLERİ KİM?

Can alıcı bir soru daha var. Bu ülkenin gerçek sahipleri kim? Hayatı var edenler kim? İşte onlar biziz, işçi sınıfının genç kuşakları. Güçlü olan da biziz. Durduğunda hayatı durduracak olanlarız. Peki bu apaçık gerçekliğin karşısında burjuvazinin gerçekliğiyle mi kendi geleceğimizi arayacağız? Bizden önceki genç kuşakların önemli bir bölümü bunu zaten denedi. Üniversite bitirdiler, dil öğrendiler, sertifikalar kazandılar… Nereye vardık? İşte burada “olsun, kötünün iyisi be abi” diyecek noktaya. Sorunlarımızın özüne karşı mücadele etmeden, milyonlar olarak mücadelemizi birleştirmeden bir değişim ne yazık ki bilimsel ve gerçekçi değil. Bir oy ile “kolay ve konforlu” bir şekilde, sanki oy pusulası sihirli bir tılsımmışçasına istek ve özlemlerimize ulaşmak güzel olurdu. Ama öyle olmuyor. Eğer ki gerçek bir çözüm arıyorsak zor da olsa bu gerçeklerle yüzleşmek ve buna uygun hareket etmek zorunludur.

Sri Lanka’da sarayı ele geçiren milyonlar, Almanya’da yasakları tanımayarak enflasyona karşı uyarı grevine çıkan liman işçileri, İngiltere’de demir yolu işçilerinin daha iyi çalışma ve yaşam koşulları için grevleri, Türkiye’nin dört bir yanında farklı iş kollarından mücadeleler… Kendi gerçekliğimiz bizi çağırıyor. Bu çağrıya geç kalmadan kulak vermek istek ve özlemlerimize ulaşmanın yolunu döşeyecektir.

ÖNCEKİ HABER

İHD İstanbul Şubesi: Tüm suçlular cezalandırılana, adalet sağlanana kadar davanın takipçisi olacağız

SONRAKİ HABER

Vaka sayısı 117 bin 95'e ulaştı | Türk TORAKS Derneği: İkinci hatırlatma dozunun zamanı geldi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa